Dergimizin ikinci sayısını yayına hazırladığımız günlerde Hrant Dink’i kaybettik. Türkiye’de insan hakları ve demokrasi konularındaki kararlı tavrının yanı sıra Ermeni kimliğinin kamusal alanda demokratik bir şekilde temsil edilmesi için verdiği…
Sayı 02 – Şubat 2007
Iğdır, 1998 başlarında adını büyük mazot kaçakçılığı ve Ağca’yı İran’a kaçıran bir sağcı partinin il örgütü başkanının demeçleriyle duyurmuştur. Daha gizil olarak çevre kentlerde adı, Sovyet sisteminin çöküşüyle beraber, Kuzey Kafkas ülkelerinden inen kadınların en fazla “çalıştırıldıkları” ve geçimini “sınır ötesi fuhuş”tan sağlayan kentlerden birisi olarak da anılır. Bu çalışma, 2002 yılında Iğdır’da “ulusaşırı seks trafiği” (sex trafficking) üzerine ve bu olgunun “sınır”la nasıl bağdaşarak ilerlediğini anlamak amacıyla yapılmış bir alan araştırmasına dayanıyor. Çalışmanın denetimi, Ağrı ve Doğubayazıt’ta yapıldı. Ayrıca kent sakinleri, kanaat önderleri ve fahişelik yapan-yaptırılan-yaptıran kadınlarla görüşmeler; fuhuş sektörü içindekiler, kentin yerel yönetimi ve devlet görevlileriyle yapılan görüşmelerle beslendi ve sınandı. Çalışmanın temel sorusu, “bir kentin küresel kapitalizme, hangi birikim kalıplarını, hangi yolları kullanarak eklendiği ve kentin bu yeni geçim kalıplarını meşrulaştırıcı ideolojik değerleri nerelerden üretebildiği”dir. Çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi, Iğdır’ın bir sınır kenti olarak seçtiği özel milliyetçi, hatta zaman zaman ırkçı retoriğin, sınır ötesi fahişeliğin yapılmasını meşrulaştırıcı bir öğe olmasıdır. Beden ve kadın bedeninin aşağılanması, kadına -sadece fuhuş yaptırılan kadına değil ama kentin yerli kadınına- yönelik saldırılar, kadınların bedenleri ve bunu da aşarak milliyetleri üzerinden ilerletilmekte; bu yolla kentin iki kadın grubunun da birbiriyle dayanışması bedenlenmiş bir milliyetçilik üzerinden engellenmektedir. Iğdır, mazot kaçakçılığından geçinmeyi seçtiğinde, bu illegal geçimin birikimi ırkçı milliyetçi retoriği benimseyen bir birikim grubunun eline geçmiştir. Bu yeni geçim aracılığıyla kentin küresel kapitalizme eklenme yolu yine mazot kaçakçılığı ve sınır ötesi kadın satışıyla sürdürülmektedir. Kaçaktan pay almayı sürdürmenin en meşru yolu, hem milletin çoğunluk milliyetleri hem de yerelin ağırlıklı milliyetleri aracılığıyla, kadın bedenini aşağılama ve erkekliği yüceltmeyle sonuçlanıyor. Iğdır’da hem fuhuşun içine çekilen kadınlar hem de kentin yerli kadınları, bir pazarın ve bir haritanın kurbanıdır.
Şirin Özgün ve Ülker Uncu bu yazıda Feminist Kadın Çevresi'nden kadın sanatçıların '90’ların başından beri edindikleri dans-müzik gösterisi deneyimlerini paylaşıyor. Bu deneyim sahne sanatları alanında çalışan kadınların önce içinde bulundukları alanları sorguladıkları, sonra bu sorgulamayı eleştirelliği de içinde barındıran feminist bir dayanışma içinde hayata geçirdikleri bir süreci kapsıyor. Yazarlar gösterilerin her aşamasında neden sadece kadınların yer aldığına ve sergilemelerin neden sadece kadınlara açık olduğuna dair tartışmalarını; zaman içinde feminist antropolojiyle tanışmalarını ve yöntemlerini uygulamalarını; bu araştırmalar sırasında bir araya geldikleri kadınların anlatılarından çıkan temel vurgu noktalarını aktarıyor.
Bu makale, Feminist Tiyatro’nun ayrı bir tiyatro türü olarak ortaya çıktığı 70’li yılları Amerika özelinde ele alıyor. Kadınların tiyatro pratiklerinin güçlü bir çıkış yakaladığı bu ilk döneme özgü koşullara değiniyor ve ilk uygulamaları tanıtıyor. Feminizmin ve bununla bağlantılı bir gelişim gösteren feminist tiyatronun 70’li yılların ortalarından itibaren başlayan çözülüşünü ve marjinalleşme sürecini tartışmaya açıyor ve yine birbirinden bağımsızlaşan feminist tiyatro eğilimlerinin uygulamalarına dair örnekler sunuyor.
Nükhet Sirman, Kürtlerle Dans başlıklı yazısında ekranların popüler dizisi Sıla’yı ele alıyor. Sirman’a göre “Sıla”, Kürtler ve Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı coğrafyayı oryantalist bir perspektiften ekrana taşırken Kürt kimliğini erotize ediyor, bir yandan lanetleyip bir yandan yücelterek ötekileştiriliyor. Dizinin kadınların ezilmişliğini gündeme getirme gibi bir iddiası olduğu düşünülürse “törenin çıkmazında yaşanan aşk”ın “Sıla”daki temsili toplumsal cinsiyeti etnik ayrımcılığın bir aracı haline getiriyor.
Ensest, başka bir ifade ile kandaşla cinsel ilişki, çoğu zaman aile içi cinsel şiddetin bir biçimi olarak yaşanır. Kimsenin kendi ailesine ve toplumuna yakıştıramadığı için söz edilmesi bile adeta tabulaşmış olan bu şiddet biçimi, bireysel ve toplumsal travmaların kaynağını oluşturur. Bu makale, bu travmaların kurgusal metinlere yansımasını tartışmaktadır. Bu tartışma farklı dönemlere ait üç kadın romancının metinleri (Sevgi Soysal- Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1973), Ayşe Özmen- Sen Gülerken (2002) ve Elif Şafak- Baba ve Piç (2005)) üzerinden yürütülmektedir. Bu metinlerde ensestin yarattığı travma; bu travmalara maruz kalan kadın karakterler ve yazarların ürettikleri kadın kimlikleri karşılaştırılmakta ve bu çerçevede bir yakın okuma yapılmaktadır.
Küresel Kadın Grevi, 60’ı aşkın ülkeden kadın örgütlenmelerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir kadın dayanışması ağıdır. Grev, 2000’den bu yana her yıl Dünya Kadınlar Günü’nde toplumun “öldürmeye değil, yaşatmaya yatırım” yapması, savaşlara savrulan paranın, toplumun ihtiyaçlarına harcanması talebiyle dünyanın çeşitli yerlerinde kitle eylemleri örgütlemektedir. Küresel Kadın Grevi deneyimini paylaşmak üzere Grev’in uluslararası koordinatörlerinden Selma James ile Şubat 2007’de e-posta yolu ile görüştük. Ev İşlerinin Ücretlendirilmesi İçin Uluslararası Kampanya’nın (1972) da kurucusu olan Selma James, bize Küresel Kadın Grevi’nin yapısını, amaçlarını ve kazanımlarını anlattı.
Bu makalede, öncelikle, Türkiye yerel yönetimlerinde kadınların göreli güçsüz varlığı tartışma konusu yapılıyor. Göreliliğin referanslarıysa hem Türkiye ulusal-merkezi yönetimi ve siyaseti hem de dünyadaki baskın model. İkinci olarak, kadınların yerel siyasete katılımı bağlamında, formel (kurumsal) ve enformel (kurumsal olmayan) düzlemler arasındaki ülkeye özgü bağlantılar kurulmaya çalışılıyor. Nitekim, feminist literatürde sürdürülen tartışmaların önemli bir bölümü, kadınların politik formel katılımının, enformel, seçilmiş olmayan arenalardaki aktivizmiyle nasıl desteklenip güçlendirildiğiyle ilgili. Türkiye’deki deneyim, kadınların yerel düzeydeki toplumsal-politik hareketliliklerinin, karar alma mekanizmalarında kadınların güçlenmesi yönünde zorunlu bir etki yaratmadığını gösteriyor. Yaşanan yerle ilgili temel önemdeki belirleyici kararlarda söz sahibi olmak ve yerel politik gündemleri inşa etmektense, kadınların yerel hareketliliğinin, büyük ölçüde toplumsal-kültürel etkinliklerle ve siyasal parti destek etkinlikleriyle sınırlı kalmış olduğu görülüyor. Ayrıca, yerel siyasetteki asimetrik cinsiyet ilişkilerinin sürdürülmesinde etkili bir unsur olarak, ulusal düzeydeki kadın hareketinin yakın zamanlara değin konuya sistematik olarak eğilmediği üzerinde duruluyor.
Kadın savaşçılar, geçmişte ve günümüzde istisna olarak karşımıza çıkarlar. Bu makalede, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin çesitli dönemlerinde kadınların savaşta yer almasına ilişkin olarak kurulan söylemlerin analizi üzerinden, bu istisnanın anlamı ve içeriği üzerine yoğunlaşılmaya çalışılacaktır. Makale boyunca, 1806’nın, Kırım Savaşı’nın, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ve Milli Mücadele Dönemi’nin Kara Fatma(lar)’ı üzerine yoğunlaşılıyor. Kara Fatma(lar)’a ilişkin söylem savaşları bugün hala devam etmektedir. Bu nedenle, Kara Fatma(lar), yalnızca geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemindeki toplumsal cinsiyet sistemini anlamak için değil, güncel politikaların toplumsal cinsiyetle ilgili meselelere ilişkin farklı konumlanışlarını anlamak için de zengin bir alan oluşturmaktadır.
Militarizmin gündelik hayattaki tezahürlerini feminist bir perspektiften ele alan çalışmalarıyla tanıdığımız Cynthia Enloe ile Ocak 2007 tarihinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsünde gerçekleştirilen “Uluslararası Vicdani Ret Konferansı” öncesinde görüştük. Militarizmi anlamanın feministler için neden önemli olduğunu, antimilitarizmin feminizme neden muhtaç olduğunu ve militarizmin kadınların hayatlarına erkeklerinkinden farklı olarak nasıl etki ettiğini konuştuk; kadınların militarizm karşısında alabilecekleri çeşitli pozisyonlar konusunda tartıştık. Kendisine Amerika’daki savaş karşıtı hareketin durumunu ve Türkiye’deki antimilitarist hareketi nasıl değerlendirdiğini, bu bağlamda bir feminist
Devlet güçlerinin cinsel istismarına uğrayan kadınlara 10 yıldır ücretsiz hukuki yardım sunan ve kadınlarda hak arama bilincini geliştirmeyi amaçlayan Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi, ülkemizde kadına yönelik şiddetin göz ardı edilen bir yönünü, devlet kaynaklı cinsel şiddeti görünür kılmaya ve tartışmaya açmaya devam ediyor. Proje’nin bu 10 yıllık zaman zarfındaki çalışmalarının bir dökümünü içeren Hepsi Gerçek: Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet isimli kitabı bu ay içinde yayınladı. Projenin kurucularından Av. Eren Keskin ile kitabın yayımlanması vesilesiyle, devlet kaynaklı cinsel şiddet teması çerçevesinde Türkiye hukuk sistemi, militarizm, Türkiye’de yakın dönemde gerçekleşen gelişmeler ışığında ifade özgürlüğü ve demokratikleşme önündeki zorlu engelleri ve olası açılım olanaklarını konuştuk.
Lerna Ekmekçioğlu’nun seçtiği ve Ermeniceden çevirdiği Kohar Mazlımyan’a ait iki makale sırasıyla 1920 ve 1924 yıllarında Hay Gin (Ermeni Kadını) dergisinde yayımlanmış. Her makale, yazıldığı dönemin koşullarını ve bir Ermeni kadın olarak yazarın bunlar karşısındaki düşüncelerini ve duygularını yansıtıyor. İki yazı arasında söylemsel ve tematik düzeylerde belirginleşen farklılıklar, feminist bir yaklaşımla gözden geçirildi. Bu makalelerin halihazırda birer belge niteliği taşıdığını ve farklı analizlere de katkı sunabileceğini düşünüyoruz.
Feminist Yaklaşımlar’ın talebini geri çevirmeyerek Ermeni kadınlar olarak deneyim ve düşüncelerini güncel değerlendirmeler eşliğinde dergi okurlarıyla paylaşmak üzere bir araya gelen Ermeni kadın arkadaşlarımıza ve buluşma için mekân sağlayan Aras Yayıncılık’a teşekkür ediyoruz. 13 Şubat 2007 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen bu buluşmaya Arlet İncidüzen, Arusyak Koç, Besse Kabak, Helin Anahit, Jülyet Erkol, Kayuş Gavrilof, Maral Aktokmakyan, Narod Erkol, Takuhi Tovmasyan Zaman, Tamar Nalcı ve Feminist Yaklaşımlar’dan da Fahriye Dinçer ve Zeynep Kutluata katıldı.
Planlarımızın olması nasıl da gülünç… Misal, öykü yollayacaktım bu sayıya. Sonra Hrant, bir günün bir anında hayatla aramda bir eşik belirdi. Bir türlü geçemedim o eşiği, kalakaldığım yerde seni yazmaya koyuldum.