Iğdır, 1998 başlarında adını büyük mazot kaçakçılığı ve Ağca’yı İran’a kaçıran bir sağcı partinin il örgütü başkanının demeçleriyle duyurmuştur. Daha gizil olarak çevre kentlerde adı, Sovyet sisteminin çöküşüyle beraber, Kuzey Kafkas ülkelerinden inen kadınların en fazla “çalıştırıldıkları” ve geçimini “sınır ötesi fuhuş”tan sağlayan kentlerden birisi olarak da anılır. Bu çalışma, 2002 yılında Iğdır’da “ulusaşırı seks trafiği” (sex trafficking) üzerine ve bu olgunun “sınır”la nasıl bağdaşarak ilerlediğini anlamak amacıyla yapılmış bir alan araştırmasına dayanıyor. Çalışmanın denetimi, Ağrı ve Doğubayazıt’ta yapıldı. Ayrıca kent sakinleri, kanaat önderleri ve fahişelik yapan-yaptırılan-yaptıran kadınlarla görüşmeler; fuhuş sektörü içindekiler, kentin yerel yönetimi ve devlet görevlileriyle yapılan görüşmelerle beslendi ve sınandı. Çalışmanın temel sorusu, “bir kentin küresel kapitalizme, hangi birikim kalıplarını, hangi yolları kullanarak eklendiği ve kentin bu yeni geçim kalıplarını meşrulaştırıcı ideolojik değerleri nerelerden üretebildiği”dir. Çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi, Iğdır’ın bir sınır kenti olarak seçtiği özel milliyetçi, hatta zaman zaman ırkçı retoriğin, sınır ötesi fahişeliğin yapılmasını meşrulaştırıcı bir öğe olmasıdır. Beden ve kadın bedeninin aşağılanması, kadına -sadece fuhuş yaptırılan kadına değil ama kentin yerli kadınına- yönelik saldırılar, kadınların bedenleri ve bunu da aşarak milliyetleri üzerinden ilerletilmekte; bu yolla kentin iki kadın grubunun da birbiriyle dayanışması bedenlenmiş bir milliyetçilik üzerinden engellenmektedir. Iğdır, mazot kaçakçılığından geçinmeyi seçtiğinde, bu illegal geçimin birikimi ırkçı milliyetçi retoriği benimseyen bir birikim grubunun eline geçmiştir. Bu yeni geçim aracılığıyla kentin küresel kapitalizme eklenme yolu yine mazot kaçakçılığı ve sınır ötesi kadın satışıyla sürdürülmektedir. Kaçaktan pay almayı sürdürmenin en meşru yolu, hem milletin çoğunluk milliyetleri hem de yerelin ağırlıklı milliyetleri aracılığıyla, kadın bedenini aşağılama ve erkekliği yüceltmeyle sonuçlanıyor. Iğdır’da hem fuhuşun içine çekilen kadınlar hem de kentin yerli kadınları, bir pazarın ve bir haritanın kurbanıdır.
Bana bu fotoğrafları vererek, kullanabileceğimi söyleyen Sadife ve Diliş[1], Sovyetler Birliği’nin kapitalist bir devlet yönetimini seçmesi ve bazı devletlerin de ayrılmasıyla birlikte gelişen büyük yoksulluk döneminde, Iğdır’a sığınıp fahişelik yapmaya başlayan 300 kadar Azeri kökenli kadından iki tanesi. 2002 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, “sınır” başlıklı bir çalışma için Doğubeyazıt’ta bulunurken “Iğdır’daki sınır ötesi fahişelik meselesi”nden haberdar oldum.[2] Iğdır’daki bu durum, “sınır” sosyolojisiyle dolaylı ilgisi olan yeni bir araştırmanın konusu olabilirdi. Iğdır’daki sınır ötesi fahişelik, sınırdan mazot kaçakçılığına belli bir miktara kadar göz yumulan dönemlerde devam etti; mazot kaçakçılığının kesinlikle yasaklandığı 2002 Ekim ayından sonra giderek azaldı. Ancak gerek kendi çalışmamın ağırlığı gerek zamanın kısıtlılığı, bu yeni çalışmayı yapmama engel oluyordu. Sadife, Diliş ve diğerleri de orada duruyorlardı. Kendi kasabalarının, Şerur’un, Ğence’nin Nahcevan’ın hemen 50-100 km ilerisinde, OTay’dan gelmiş kadınlar olarak BuTay’daydılar.[3]
Şehrin gündüzleri ayrı geceleri ayrı dolup boşalan erkek kalabalığında, bizi irkilten şeyin gerçekte ne olduğunu bir süre sonra ayırt ettik: Kadınlar söz konusu olduğunda, gerek bu şehrin yerlilerinin, gerek dışardan gelenlerin, gerekse kamu personelinin tepkisi acı bir alay, küçümseme ve aşağılama dolu sözcüklerle başlıyordu. Ve işin ilginci, bütün bu aşağılama ve alaylar kadınların milliyetine yönelikti. Hep “ötekinin kadınları”ydılar. Kürtler için onlar Türklerdi, Türkmen Azeriler için ise Rus veya “Dersimli”ydiler. Bedene yönelik tüm aşağılama, indirgeme, küçümseme sözleri, hep ama hep milliyette noktalanıyordu!
İlk öğrenmeye çalıştığım, kentin sosyal ve kültürel yapısının kadınlara nasıl tepkiler vermekte olduğuydu. Şehir, bu mesleğin aleni icrasını ne oranda benimseyip kabul etmekte ve ona ne yolla tepkiler vermekteydi? İkinci soru, kentin kültürel ve sosyal yapısıyla kadınların ilişkileri üzerineydi: Iğdır, bir Türk-Azeri şehri olarak, niçin kadınların çalışmak amacıyla seçtiği bir şehirdi? Nihayetinde; kadınların kentte fahişe olarak çalışmaları, sınır ötesi seks trafiği olarak adlandırılan duruma ne kadar uygundu? Ulusaşırı seks trafiği açısından ve fahişelik mesleğinin icrasında, küresel dönemin diğer dönemlerden farkı ve özellikle de bu şehirdeki farkı neydi?
1. “Iğdır’ın Al Alması” ve Küresel Kapitalizmin Etkileri:
1999’un son dönemlerinde ve 2000’in başlarında, Dilucu Kapısı, Türkiye’nin Bulgaristan (Kapıkule ve Dereköy) ve Artvin kapılarından sonra, turistik olarak en çok işleyen üçüncü, tüm ülke içinde ise en fazla turist girişi yapılan altıncı kapısı olmuştur ki, bunların ilk ikisi zaten İstanbul ve Antalya havaalanlarıdır. Öyleyse bu büyük turist giriş çıkışı nedir ve Iğdır bu turistik çekiciliği hangi özelliğiyle almaktadır? “Büyük turizm patlaması”, turist pasaportlarındaki vizeyi birkaç ayda bir tazelemesi gereken kadınlara aitti; ancak neden Iğdır’a geliniyordu?
Küresel kapitalizm çağından önce de, yani emperyalizmin 4. ve 5. kondratiyeflerinde[4] de bazı kentlerin fuhuşla geçindiklerini biliyoruz. Oysa küreselin bu yeni döneminde, yani SSCB’nin dağılmasının ardından gelen yılları takiben, eski Sovyet ülkelerinin genç kadınlarının, Türkiye’yi geçiş ve kısmen de kalma yeri olarak seçtiği bir seks trafiği yaşandı. Uluslararası mafyadan, küçük suç örgütlerine veya çete tipi örgütlenmelere kadar pek çok örgütlülük biçimiyle birlikte ilerleyen bu suç çeşidinde; pek çok taraftan, ancak tek bir durumdan söz etmeliyiz: cinselliğin sınır ötesi ticaretinin küresel kapitalizme, giderek eklemlenme yollarından!
Kadınların bu yeni durumu eski bildik fahişeleştirme mekanizmalarına uygun olarak yaptıklarını söylemek, yeni durumu açıklamak için yetmiyor: Kadınlar bedenlerini eskiden olduğu gibi bir amaca ulaşmak, yani hayatta kalmak, birikim yapmak, korunmak, yaşamını idame ettirebilmek için, zorlamayla, vb. pek çok geleneksel açıklama yollarıyla açıklanabilecek nedenlerle şu anda da satmaktadırlar. Bu Iğdır örneğinde de böyledir. Ancak, bu kez bu satışın ve hizmetlerin, küresele eklenme biçimi farklılık yaratmaktaydı.
Sınır ötesi bu trafikte, Türkiye, bu kez geçiş yeri değil de, varış yeri niteliği taşımaktaydı (Sema Erder, “Düzensiz Göç ve Kadın…”). Iğdır ise, Türkiye’nin diğer yerlerine gitmeden önce duraklanan bir yer değil, bizatihi çalışma noktası ve kalınan yer görevini görmekteydi. Küresel kapitalizmin hızla devreye soktuğu göç biçimlerinden birisi de insan gücünün sınırötesi aşırılmasıdır (trafficking). Bu akışta, uluslararası kuruluşların en fazla dikkat çektiği gruplar kadın ve çocuklardır. Seks sektöründe zorunlu ve/ veya gönüllü çalıştırılmak/ çalışmak üzere, sınır aşırtılan, geçmeye zorlanan, geçirilen, kandırılan, heveslendirilen, borçlandırılan, tehditle ve/ veya kaçırılarak getirilen nüfusun akışına dikkat çekmek, engel olmak ve çare olmak üzere son yıllarda pek çok örgütlenme yapıldı.[5] Bunlar arasında, Birleşik Devletler’in hazırladığı 2003 Raporu’nda Türkiye bir geçiş ülkesi olarak tanımlanıyor ve bu konuda gerekli önlemleri almamış olmakla suçlanıyordu. Ancak BD’nin bu raporu da, Human Rights Watch (HRW) tarafından, “insan haklarını dikkate almamakla, geçişe sıradan bir arz/ talep meselesiymiş gibi bakarak durumu normalleştirmekle” suçlanmaktadır.
Iğdır’da trafiği yönlendiren şebeke, uluslararası bir şebeke olmaktan ziyade, bağları yerelde ve çoğunlukla rasgele kuran, hatta öyle ki yerelin gevşek bağları kopsa dahi ulusala çıkmayan bir şebekedir. Bu anlamda, yine de bu bağların sadece şehrin şu andaki yerel yasa işleriyle uğraşanlar aracılığıyla olmadığını, kimi zaman sınırı aşması gerektiğini, ancak bu sınırötesi durumun da genellikle birincil ilişkilerle, bağlarla yürütülebildiğini gördük. Örneğin pasaport ve ikamet izniyle ilgili sorunlarda, kimi zaman yerelde tanışılan ve ilgisi sıcak tutulan bir üst düzey yetkili ya da şehrin önde gelenlerinden birisi yetmediğinde, sınır ötesindeki akrabalık ilişkileri devrede tutuluyordu.
Iğdır’da görüştüğümüz kadınlar, -başta çekingen de olsalar- neden bu şehri yeğlediklerini şöyle açıkladılar:
v “Kendimizi bu sehirde daha iyi hissediyoruz.”
v [Bunun nedeni, şebeke mi yoksa yakınlık mı?[6]] “Hayır şebeke değil, şebeke aslında nereyle bağlantı kursa biz orada çalışırdık; ama, burası en iyi yer bize. Aileler yakında, sınır yakında, şehir bize iyi davranıyor.”
v “İlk gelenler buradaydı; biz de buraya geldik.”
(Kadınlar, kendi ülkelerinde fahişelik yapmıyorlardı. Buraya gelmeden önce, fahişelikle geçinmeyi denememişlerdi.)
Şehrin konut fiyatları da 1999’dan bu yana epey değişmiş; özellikle daha heterojen olan merkezi yerlerde ev kiraları hızla artmış, satış fiyatları gerilemiş.
Bu hizmetler sektörü, şehre olağanüstü bir girdi de vermekteydi: Hizmete taraf olanların, yani erkek nüfusun büyük bir çoğunluğu ayni ya da nakdi olarak bu hizmetten bir kazanç sağlamaktaydı, ya da en azından dolaylı bir kazanca erişiyor veya etkileniyordu. Şehirde, 3 tane 4 yıldızlı, 17 tane 3 yıldızlı otel ve 40-50 kadar da “Piknik” diye adlandırılan tek veya iki yataklı oda vardı. Şehrin civar il ve ilçelerle olan dolmuş bağlantılarından orta ve küçük esnafa kadar pek çok kesimin bu hizmetler sektöründen pay aldığı ortadadır. İçkili eğlence yerleri ve gazinoların tam sayısını öğrenmek ise mümkün olamadı. Zira emniyet kayıtlarında görünmeyen pek çok yer, bu statüyle kullanılabiliyordu. Kayıtlara göre “Şehirde kadın çalıştıran işyeri yoktu, çeşitli içkili ve içkisiz eğlence yerlerinin denetimleri düzenliydi ve sonuçlar temizdi. Dışarıdan kaçak olarak çalışmak için şehirde bulunan az sayıdaki fahişe de hemen uzaklaştırılıyordu.” Özetle, kayıtlı olan, denetim altındaydı; ancak kayıtsız olanın denetimi de olanaksız görülüyordu.
2000’de, merkezi Hollanda’da olan ve aile planlaması için Van’da birkaç yerel sivil kuruluş ve tıp doktoru ile birlikte hareket eden bir STK; “Iğdır’da AIDS tehlikesi bulunduğunu ve en azından çeşitli zührevi hastalıkların yoğunlaşmakta olduğunu; sınır ötesi seks trafiği nedeniyle bu ilde bir yığılma olduğunu, yerli kadınların geleneksel yapının ağırlığı nedeniyle geleneksel rollerinin bu yeni durumla birlikte iyice ağırlaşmış olduğunu” bildirerek, Iğdır’da bir merkez kurmak için çağrı yapıyordu (www.selamnetwerk.nl/Igdir_centrum_Tamara/Hanum.html) , ABN/AMRO Project).
Gözlemler ilerledikçe, başka bir soru sorulması gerektiği ortaya çıktı. Iğdır ve çevresindeki şehirlerin bu kadınlara ilişkin tutumları başka her sosyal tutumdan çok daha öndeydi.[7] Iğdır için çevre şehirlerden kendisini Kürt olmakla tanımlayanlarla konuşulduğunda iki temel söylenti vardı: 1) Iğdır’ın Türk olması nedeniyle “mazot kapısı”nın açık olduğuna dair ve 2) Fahişe kadınların “Türk” olduğuna dair söylence.
Iğdırlı olup kendisini Türk ya da Azeri Türk olarak tanımlayanlar da benzer bir tepkiyi tersten veriyorlardı: 1) Iğdır Türk olduğu için “mazot kapısı”nın açık olmasını hak etmiş olduğuna dair ve 2) Fahişe kadınların “Kürt” olduğuna dair söylence. Böylece bu çalışmanın ana konusu da belirlendi: Kadın bedeni üzerinden yürütülen “beden politikaları” sorununu aracı kılarak, “kadın bedeni üzerinden ötekileştirilen ve ötekileştiren millet” kavramı üzerinde tartışmak.
Iğdır, 1996 yılında, “Dilucu Kapısı’ndan mazot ve petrol ticaretine izin verilmesi” olarak adlandırılan sürecin başlamasıyla birlikte, oldukça önemli bir dönüşüm geçirdi. Kırsal gelirin azalmasıyla birlikte, esas gelirin sınır kapısından yapılan günübirlik geçişlere odaklanması tam da bu döneme rastlıyor.
1.1. Bir Şehir, Eski Geçim Kalıplarını Nasıl ve Ne Yolla Terk Eder? Geçimini Asıl Olarak Fuhuştan Sağlamayı Nasıl ve Ne Zaman Kabul Eder?
Bir şehrin sosyokültürel statüsü, sadece genel geçim düzeyi, geçim kaynakları ve kişi başına gelirden aldığı payla ölçülemez. Bunların yanı sıra ve ötesinde, şehrin statüsünü belirlemenin çeşitli ölçütleri vardır. Örneğin şunları sormak gerekir: Bir şehir geçmişini neyle kurgular? Bayramlarını, şenliklerini hangi sembollerle süsler? Çevresindeki şehirler arasında nasıl parlar ya da parlamayı ister? (Lewis Mumford, The City in The History…84)
Bir kentin ana geçim kaynakları üzerinde, daha eskilerde konuştuğumuzda, geleneksel geçim kaynaklarının karşıtına, modern, verimli, kentsel vb. dikotomileri koyarak ilerlemekteydik. Küresel kapitalizmin yeni atakları ise, bizim ikici (dichotomic) de olsa yeni bir durumu daha dikkate almamız gerektiğini bildiriyor: Eskinin adına ne dersek diyelim, şimdi bu yeni verimli/ verimsiz, geleneksel/ modern veya kırsal/ kentsel gibi ayrımlara bir yenisini eklememiz gerekiyor: Bir şehrin küresele eklemlenme biçimlerine (eklemlenme yollarına, araçlarına ve miktarına) bakabilmek, yeni kentsel iktisat analizlerimizde önemli bir yer tutmalı.[8]
Öyleyse Iğdır’ın süregelen geçim kalıplarında değişen nedir? Artık toprağın ve hem de eskiden büyük miktarda yapılan ticari tarımın yeterli gelir getirmediğine sığınan şehir halkı; geçmişin eşitsizliklerini dile getirirken, bunların yenilerinin de yaratıldığını bildiriyor. Tarımsal gelirin yüksekliği, arazinin sulanabilir olup olmamasına ve arazi miktarına bağlı olarak değişmektedir. Ancak bu geleneksel türden ve bilinen bir eşitsizliktir.
Yeni eşitsizlik halleri, küresel ekonomiye eklemlenmede ve bu eklemlenmenin yollarında ortaya çıkmıştır. Iğdır Valiliği’nin, kentin sosyoekonomik özelliklerine dair yaptırdığı çalışmasında bu durum şöyle açıklanıyor: “Iğdır’ın ticaret hayatında, 1992 Mayısında Dilucu gümrük kapısının açılmasıyla birlikte özellikle bavul ve mazot ticareti dolayısıyla önemli bir canlanma görülmüştür. Ancak ticaret organize olamamış, ferdî ve aile şirketlerinden öteye gidememiştir. Ticarî kazançlar, sanayi yatırımlarına kanalize edilememiş, spekülatif amaçlı yatırımlara kaymıştır. Bununla birlikte, özellikle sınır ticareti dolayısıyla ticari kazançların artması sonucu çok ortaklı şirketlerin sayısı giderek artmaya başlamıştır. Iğdır’da 2001 yılı itibariyle 59 Anonim Şirketi, 502 Limited Şirketi olmak üzere toplam 561 şirket ve 25 adet Kooperatif bulunmaktadır”
(Iğdır Valiliği web sayfası http://www.igdir.gov.tr/meridty.asp?id=85).
Iğdır Dilucu Kapısı, birinci dereceden ticari kapılar kapsamında değildir ve ticaret hacmi de fazla yoğun olan bir kapı değildir: Kapının yıllık cirosu sadece 1,6 milyon dolardır ve bunun tamamının da Iğdır şehrine girdiğini söylemek zordur. Zira sınır kapılarının ticari sayımı ve kayıtları ile günübirlikçi tabir edilen kişilerin geçişi arasında fark vardır. Bu iki grup ticaretin getirileri, farklı gelir hanelerine yazılmaktadır. Günübirlikçilerin kazancı mikro düzeyde (şoför ücreti, geçişte kendi hesabına getirdikleri vb.) kendi hesaplarına, makro düzeyde küresel kapitalizmin kazanç hanesine yazılmaktadır (tankerin içinde ve gizli gözlerde gelebilenler, mülteci vb. illegalitenin kazançları vb.).
1992 sonundan itibaren Iğdır’da bir yandan OTaylıların, bir yandan da BuTaylıların mazot ticareti başlamışken, durum 1998’de ilginç bir hale gelmiş; BuTaylıların kamyonları en son model lüks filolar olmaya başlamışken, OTaylıların mazot kamyonları son derece düzensiz ve taşımacılık için gerekli şartlardan yoksundur.
1998’den itibaren gerek Iğdır, gerekse çevre iller ve ilçelerin sınırla ilgili statülerinde bazı değişiklikler olmuştur. 1998’den itibaren, her iki tarafın birer hafta nöbetleşe olarak kaçak mazot taşımasına izin verildiğini görüyoruz. Nahcevan tarafında 500.000 TL olan mazot (Türkiye tarafında, iki katından fazla) vergisiz ancak miktarı kayıtlı olarak serbestçe getirilip satılmaya başlanmıştır. Ancak, 2002 yılının Ekim ayında Iğdır Dilucu Kapısı’ndan kaçak mazot ve petrol türevlerinin geçişi yasaklanmıştır.
Bu yasaklama ne demektir? “Yasaklama” aslında, daha önceden göz yumulan bir miktar mazot ve petrol türevi kaçakçılığının resmen durdurulduğunun açıklanmasıdır. Daha önceleri, “Sadece adı geçen şehirde ikamet edenlerden”[9] “günübirlik geçişlerle belli bir miktar petrol ve türevi taşıyanların”, “tonaja bağlı olarak bir miktarı kendileri ve kendi ihtiyaçları için gümrüksüz olarak taşıyabilecekleri” vb. açıklamalarla izin verilen kaçak geçişi artık durmuştur. Kaçakçılığı durduran, TSK’nın bir genelgesidir ve Türkiye’nin mazot ikmali yapılan diğer kapılarıyla aynı zamanlarda duruma el koymuştur. Yine de Iğdır için diğer kapılardan daha fazla beklendiği (altı aydan fazla bir gecikme) söylenebilir. Kapıdan ithalat ve ihracata izinli ticari araç geçişi, uluslararası ve ulusal yasalar çerçevesinde devam etmektedir. Yasaklanan sadece günübirlikçilerin kaçak geçişidir. Oysa, kendi ürünleri olsun İran’dan getirilen kaçak petrolün olsun, yasadışı satışı, OTaylıları oldukça rahatlatmıştı. 1992’de 2$ olan aylık gelir 1998’de bu sayede 37$’a kadar çıkmıştı.
1.2. Bir Şehir, Geçmişini Hangi Anlamlarla Yüceltir?
Iğdır’ın kent hafızasında yaşatılan iki travma vardır: Rus İşgali ve Ermeni Mezalimi. Bu iki travmanın sonuçları, şehrin milliyetçilik öğelerinin özellikle öne çıkarıldığı zamanlarda ırkçılığa yakın biçimde kullanılarak yeniden üretilmektedir. 1997 yılı da bu dönemlerden birisidir.
1 Ağustos 1997 yılında açılan Ermeni Mezalimini Anma Anıtı ya da diğer bir deyişle Barış Anıtı; içeride de giderek gelişmekte olan rant kavgasının hızlandığı dönemlerde, Iğdır’ın çevre şehirlerle olan kavgasını hem haber veriyor hem de körüklüyordu. Şehrin, ikinci eşitsizlik yaratıcı eşiği, geçmişinde yüceltmeyi tercih ettikleri üzerinden ilerliyor ve bu yollar kentin küresel ekonomiye bağlanmasını da kolaylaştırıyor. Diğer bir deyişle kent ötekileştirme biçimlerini, “ayrımcılık” üzerinden ve düşmanlıkla ne oranda ve ne kadar çok bağdaştırırsa, küresel ekonomiye o kadar eklemleniyor.
Iğdır’ın Dilucu Kapısı, 1992 yılında hizmete açıldığında cereyan eden olaylar; şehrin milliyetçi-ayrımcı karakterini öne çıkaran ve güçlendiren bir rol oynamıştır. Ancak bu rolün keskinliği ve ayrımcılığı körükleyen karakteri arttıkça; Dilucu Kapısı üzerinde söylenenler ve bu kapının kazanç hanesine yazılma biçimleri farklılaşmıştır: Öyle ki, sistemden beslenen tüm kişi ve siyasal örgütlenmeler, “kapı ve sınır ticareti” söylemiyle milliyetçi-ayrımcı yapının da içinde yer almakta, hatta zaman zaman bu durumu körükleyici olmaktadırlar (http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/01/18/dizi/01diz.htm).
Ancak, şehrin sınırda olmasından kaynaklanan kaygıları, sadece mazot kaçakçılığı ya da illegalitenin şehrin içine sızmasından ibaret değildir. Örneğin Iğdır Belediye Başkanı, 23 Ağustos 2003 tarihinde gazetelere bir demeç vererek, sınıra sadece 15 km mesafede bulunan Ermenistan’daki Metzomor Nükleer Santrali’nin hâlâ çalışıyor olmasından ve eskiyen teknolojisinden ne kadar endişe duyduklarını dile getirmektedir (21/09/2003 22:52 Turkish Daily News ).
Sınırda olmak, Iğdır’ın yapısını sınır çizildiği andan itibaren belirlemiştir. Ancak özellikle 1992’den bu yana, şehrin, küresel ekonomiye eklenme biçimi, neredeyse bütün ekonomiyi değiştirmiştir. 1992 yılından itibaren, şehrin Türklük ve milliyetçilik sembollerine sahip çıktığını görüyoruz. 1997’de açılan Anıt bunun kanıtlarından birisidir. Benzer durum şehrin siyasi partiler grafiğinde miliyetçi sağ partilerin örgütlenme ve iktidar hızlarında da görülebilir. Iğdır, 1992’den itibaren hızla küreselle birleşmiş, ancak bu birleşmeyi mazot ve petrol ticareti ve sınır ticareti üzerinden yapmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle Iğdır, neoliberal dönemin kenti haline gelmiştir, küresel kapitalizmin bir öğesidir; ama hangisinin? Şimdi Iğdır’ın birleştiği küresel kapitalizm türünün, merkezin kendisini şehirle birlikte konumladığı yerdeki kesişme noktasında anlaşılmayı bekleyen iki düğüm durmaktadır: Mazot ticaretinin bir rüşvet gibi sunulması ve kabulü, ikinci olarak da şehrin diğer tüm geçinme yollarının önüne geçen yeni bir ticaret ve hizmetler sektörünün bu yolla kabulü.
2. Neoliberalizm ve Iğdır’a Kazandırdıkları
Neoliberalizm, vatandaşlığın temel belirleyicisini tüketim ve vatandaşlığın temel nosyonunu da tüketicilik olarak tanımladı (Nira Yuval-Davis, “Some Reflections on the Questions…” 11). Küreselin farkı; pornografi ve fuhuşu, bir ahlaki sorun olmaktan ziyade, bir endüstri dalı olarak sunmasıdır (Dennis Altman, Küresel Seks 13). Fuhuş, geleneksel kapitalizmin çeşitli dönemleri boyunca, katı ahlakçılıkla birleştirilmiş ticari bir durum olarak ele alınmışsa da, zevk endüstrisinin küreselin örnek olayı halini almasını, son otuz yılın içine sığdırmak mümkündür. Böylece zevkin küresel endüstrisi, sadece sıradan cinselliğin değil, en sapkın zevklerin de standartlaşmasını, hizaya alınmasını ve kitleselleşebilmesini sağlıyor. Böylece küresel kapitalizm sayesinde, örneğin fahişelik bir meslek olarak değil artık bir iş kolu olarak adlandırılabilir hale geliyor: “Seks İşçisi” olmak, bu sayede kısmen gönüllülük, irade ve sıradanlık içerebiliyor ki bu da görünmez sayılabilmesini kolaylaştırıyor (Nigel Thrift, “Capitalism’s Cultural Turn”). Böylece fahişeler de “eninde sonunda bir tür işçi” oarak adlandırılabiliyor; alta düşürülme ve sömürülme biçimleri eskisinden çok daha ayrıntılandığı ve arttığı halde, bu adlandırma sayesinde, kapitalizmin içinde kendi “becerileri” ve “istençleri” dahilinde var olabilen bir grubu oluşturmaya başlıyorlar ve yaptıkları işle ilgili tüm iradelerini özgürce kullandıkları varsayılıyor. Böylece, bu meslek grubu için de, “alan ve satan”, “arz ve talep”, “sunan ve tüketilen” gibi terimler birlikte ve eşdeğer olarak kullanılan terimler oluveriyorlar.
Iğdır’ın belediye başkanı, milliyetçi öğelerle beslediği bir demecinde, şehirdeki fuhuşla mücadele nedenlerini, “ahlak”, “ekonomi” ve “bulaşıcı hastalık korkusu” olarak açıklıyor:
“1992 yılında Nahcevan Dilucu kapısının açılmasıyla buradan kazanılan paralar, maalesef fuhuş sektörüne aktarılmıştır…Eskiden otellerde, pikniklerde fuhuş yapıldığını duyardık, şimdi mahalle aralarında açık açık fuhuş yapılıyor…İnsanlarımızı bir virüs gibi kemiren fuhuş sektörü, intihar, boşanma ve en önemlisi Hepatit C hastalığının bulaşmasına neden olmaktadır. Biz her zaman söylüyoruz uyum yasaları çerçevesinde bu işler çözülmez” (5 Temmuz 2004, www.igdirli. com).
Bu görüşe göre, korunması, sakınılması, tedavi edilmesi vb. gerekenler, bu mesleği sınır ötesinde kısmen zorlanarak ama kesinlikle çaresizlikten icra eden kadınlar değil, bu hizmeti satın alan erkekler ve bu hizmetin sunumundan faydalanan şehir halkıdır. Bu görüş, kadınları “mesleği kendi özgür iradesiyle (hatta belediye başkanından dahi gizli kalabilecek kadar kudretli bir özgürlükte) icra etmekte olan” ve ‘sınıf-altı/ dışı’ olarak tanımlamakta ve onları “hastalıklı”, “hasta”, “ahlaksız”, “sömürgen”, “kötü niyetli” ve “cüretkâr” olarak damgalamaktadır. Irkçı milliyetçi söylem, küreselin söylemleriyle birlik olmaktadır.
3. Kadın Bedeni Üzerinden Ötekileştirilen Milliyetler: Sebepli Öfke
Kate Millett, fahişeliğin her zaman bir alta düşürme biçimi olarak işlediğini anlatıyor ve kadının erk kazanabilme yollarını tıkamak için hem “namuslu” olana hem de “fahişe” olana karşı nasıl işletildiğini tanımlıyor: “Fahişeye gerçekte sattırılan şey, cinsellik değil, aşağılanmasıdır. Ve alıcı, müşteri, cinselliği değil ama gücü, başka bir insan üzerindeki gücü satın almaktadır” (Kate Millett, Fahişelik Dosyası 72). Bu işlemin sade kendisi, bir alışveriş eylemi, bir tür hizmetin bedelinin ödenmesi gibi görülebilir; “…ama aynı zamanda pazarlığın anlaşmayla sonuçlanması ve hayata geçirilebileceği olgusu, erkek ve kadının göreli konumunu, erkeğin yerinin efendilik, kadınınsa kölelik olduğunu, daha eski ve daha kapsamlı bir şekilde hatırlatacak kadar kapsamlı çizilmiştir” (73).
“İşte bu nedenle fahişelik bir hizmet sanatıdır demek o kadar kolay değil. İşte bu nedenle yapılan iş bir ruh satışıdır, bir hizmet satışı değil” (50).
Ancak buraya kadar söylenenler, yani bedenin küreselle birlikte ayrı bir tüketim politikası haline gelmesi, bedenin sınırda olmayla hemen ilişkiye geçen ilk malzeme olması, sınırötesi satışlarda öncelikli sırayı alan mallardan birisi olarak bedenin ilk sırayı alması vb. de, neden Iğdır’ın seçildiğini ve Iğdır’da bu işin sürdürülebilme sebeplerini açıklamıyor. Aynı zamanda, fuhuşla geçinmenin bir şehir için ne vakit mümkün olduğunu da bildirmiyor.
Nira Yuval-Davis vatandaşlık üzerinden ilerleyen yeni tartışmalarda, ırkçılığın sosyal ve ekonomik olduğu kadar kültürel ayrımlarla da beslendiğine dikkati çekiyor (Nira Yuval-Davis, “Some Reflections on the Questions…” 13). Sömürgeleştirmenin en belirgin kalıplarından birisinin, sömürgeleştirilen miliyetin kadınlaştırılması olduğunu, sömürgecinin temsilen yarattığı “kadın” üzerinden bu süreci yürüttüğünü (Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fanteziler 136-156); hatta bizatihi ‘diğeri’nin kadınını kendi temsilleriyle yeniden yaratarak, bu kalıplar üzerinden, milliyetin aşağılanma ve yüceltme kalıplarının pekiştiğini söyleyen bir geleneksel ‘sömürgecilik’ literatürü var (Robert Young, Beyaz Mitolojiler ve Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri). Tamamı, baskın milletin ezileni kadınlaştırmasının çeşitli boyutlarda örnekleriyle dolu.
Hepsi güzel, iyi de; NEDEN? Bu kalıplar, neden daha alta düşürülmüş olan milliyetin ya da etnisitenin, tıpkı iktidardaymış gibi diğerini ötekileştirdiğini yeterince açıklamıyor. Ötesinde, bu ötekileştirme araçlarını ve bunu hangi güce dayanarak yapabildiğini de sormuyor. Yine benzer olarak neden bu şehrin insanlarının özellikle de erkeklerinin ve diğer şehirlerin erkeklerinin, seks işçisi kadınlar için ötekileştirme terimlerini, daima diğer millete atfedilen olumsuz stereotiplerle özdeşleştirdiğini de açıklamıyor.
Kimliklerini Azeri olarak öncelikli tanımlayanlar, kadınlara neden,
v “Bakma aralarında Türk varsa da azdır. Çoğunluk Rustur.” Veya,
v “Onlar çoğunlukla Dersimli, Kürttür. Aralarında Rus kılığına girmişler var.”
demektedirler?
Öte yandan, kendilerini öncelikle “Kürt” olarak tanımlayanlar, neden,
v “Azeri onlar, Türktür“,
v “Bizim millet Acem’i zaten sevmez. Bunların Rus işgali sırasında başlarına asker bile koymamışlar. Oynak millet biliyon mu, yani, karı gibi, çingene gibi.”
v “İçlerinde bir tek Rus yoktur. Hem Ruslar güzeller, akıllılar, eğitimliler, bakma sen aralarında doktor avukat, öğretmen bile var. Bunların suratlara bir bak. Belli bir şey Türk oldukları. Kalitesizler…
v “Bu devlet politikasıdır. Her şey serbest, yeter ki bölücü olma”demektedir?[10]
Öte yandan Ağrı, Doğubeyazıt ve Iğdır’da yaşayan ve kendilerini öncelikle Türk olarak tanıtanların söyledikleri şunlar:
v “Bakma içlerinde birkaç Türk varsa bile onlar Anadolu’dan gelenler. OTaylı yok.”
v “Hem bunlar çoğunlukla Rus. Bir de aralarında Dersimliler var, kendilerine yani öyle, Rus gibi süs veriyorlar… Yani içerden olanlar da, bizden değildir.”
– [Türkiye’nin genelevlerindekiler kimler? Türk değil mi?]
“Bakma her milletten bazı çürük çıkar. Yani ama buradakiler de zaten bizim Türk değil. Hem burası, burdakiler genelev değil, sanatçılık yapıyorlar.”[11]
Iğdır’da tüketilen beden değil, beden imgesiyle kapatılmış olan milliyetler ve milli olandır. Milli olanın, yani kendi milletine ait olanın bir yandan alabildiğine yüceltilirken, kadınların milliyetlerinin sürekli daha aşağı görülen, aşağılanan milliyete atfedilmesi önemli bir bulgudur: “Ortadoğu toplumlarında kadının durumunu anlatan yazarlar bu toplumlarda varolan bizimki/ öteki kadın tiplemesinden” sıklıkla söz ederler. Özbay, Mernissi’nin Fas toplumunu Al-Hayyat’ın Irak üzerindeki çalışmalarını ve Abu Lughod’un Mısır çalışmasını örnek vererek şöyle diyor: “Bu tartışmalarda odak, şeref ve namus üzerinedir. ‘Bizimkilerin’ namusunu, özellikle bekaretini korumak, erkeğin şerefli olabilmesi için ne kadar önemliyse, ötekileri de bir cinsel nesne olarak görmek erkek için o kadar doğaldır. Bizimkiler aile, akrabalık hatta bazen komşuluk sınırları içinde kalan kadınlardır. Ötekiler ise bu sınırların dışındakiler, dışardakiler” (Ferhunde Özbay, “Evlerde El Kızları” 16).
Buraya kadarını dikkate almalıyız ve daha ilerlemeliyiz: Burada sözü edilen sınırlar sadece kültürel kalıpların sınırları değildir; aksine çok daha fazla vatan sınırlarından ve ulus sınırlarından söz etmeliyiz. Millett’i izlemekte yarar var; fahişeliğin bir kurum olarak her zaman devletle birlikte var olduğunu söylüyor. Her zaman merkezi bir otoritenin bu sektörün varlığı için gerekli olduğunu anlatıyor (Kate Millett, Fahişelik Dosyası 83). Bu örnekte devlet merkezi otoriteyi tek başına temsil eder olmaktan çıkmıştır. Bu örnekteki merkez artık, küresel kapitalizmin illegal ticaretinin iki türünün (mazot kaçakçılığı ve sınır ötesi fahişelik) bu şehirde varolma biçimleri üzerinden okunmak zorundadır.
Hastings Donnan ve Thomas M. Wilson, “Sınırda dil ve kültür farklarının, komşu toplumlar arasındaki küçümseme tutumlarının beslendiği sınır bölgelerinde fahişeliğin yaygın olduğunu dile getiren bazı akademisyenlere” karşı durarak, “…gerçeğin çok daha karmaşık olduğunu” belirtiyorlar (Hastings Donnan ve Thomas M. Wilson, Sınırlar: Kimlik, Ulus…162). Sınır ve yasal olan ve olmayan seks satışlarına dair yapılmış olan pek çok çalışmayı ele alıp inceledikten sonra, önemli bir sonuca varıyorlar: “Bu bakımdan fuhuşun, yıkıcı ekonominin bir parçası olduğu söylenebilir”(168). Yine aynı yazarlar, sınırın cinselleştirilmesi üzerine yazarken, Bowman’ın alan araştırmasını tartışırlar: Bu çalışmada, Filistinli satıcılar, Amerikalı kadınları iktidarın bir simgesi olarak görme hallerini, İsrailli kadınları kadından saymadıklarını, kendilerini, milletlerini ve satıcılık becerilerini yüceltme hallerini anlatmak için, kadınların milliyetlerinin simgeleştirmesinde hareket ettiklerini belirtiyorlar. “Buradaki esnaf, kendilerini ekonomik ve politik konumları itibariyle ‘kadınlaştırılmış’ olarak görürler, yabancıların cinsel alana hakim olduklarını düşünürler”(253). Bowman, “yapısal düzülme” terimini kullanıyor, ki ona göre bu, “bir pazarın, bir haritanın kurbanları olanlar”dır (253).
Değerlendirme: Milliyetçiliğin Sınır Yoluyla Bedenleşmesi- Kadın Bedeni Üzerinden Sınır Geçişi (Body Of Passage)
Iğdır’daki durumu, Donnan ve Wilson’u izleyerek açıklamaya başlayabiliriz: Iğdır’ın sınırdaki kimliği, kadınlaştırma ve beden politikalarının tersineliğiyle sonuçlanmış. Ama burada tersinelenen kimdir? Iğdır’da şebekenin yerel olduğunu, ulusal ve uluslararası alanda bu şebekenin ilişkilerinin bu yerel üzerinden döndüğünü söylemiştik.
Sınır, devlet ve yolsuzluk üzerine yaptığı çalışmasında Gupta önemli bir saptama yapıyor: “Bu sorular ancak tarihsel olarak çeşitli düzeylerde konumlanmış aktörlerin devleti nasıl farklı biçimlerde yapılandırdığını göstererek yanıtlanabilir” diyor (Akhil Gupta, “Blurred Boundaries…” 375-402). Burada Gupta’nın bu tespitini izleyerek ve ilerleterek, yerel ulusal ve uluslararası aktörlerin sınıfsal yapılarla eklemlenme ve dönüşme/ dönüştürme biçimlerini izlemeye çalıştım. Sınırın karşı devletle ilişkisi ve devletlerarası süreçlere asıl olarak dışsal zamanlar olarak bakarsak; içerdeki sınıfsal dönüşümlerin zamanını da birikim zamanları olarak alabiliriz. Sınırlardaki ve sınırın kolaylaştırdığı bu birikimin en önemli özelliği, içerideki sınıfsal yapıların, yereli ulusala taşıması kadar; yereli ve ulusalı da uluslararasına taşımasıdır (H. Neşe Özgen, “Sınır Kasabaları Sosyolojisi” 122).
Bundan sonrası için ise örneğin özelinde düşünmek zorundayız: Gerek Polanyi, gerek Wolf, ekonominin sosyal içinde ne kadar içkin olduğunu anlatırlar (Karl Polanyi, The Great Transformation; J. Wolf). Burada önemli bir nokta vardır; küreselin şimdiki döneminde Iğdır gibi sınır boylarındaki bazı merkezler, hem yerelin ağırlıklı milliyetleri aracılığıyla hem de milletin çoğunluk milliyetleri aracılığıyla küresele başka başka biçimlerde eklenebilirler. Her durumda küreselin daha çok kazanmak için, kendisine hangi milliyeti seçeceği, günübirlik belirlenen bir kontrat eğrisi değildir. Bu eğri, daha uzun vadede belirlenmiş ve esas olarak küresel kapitalizmin çıkarlarını savunmaya odaklanmış; ancak stratejik bazı orta ve kısa vadeli çıkar hesaplarını da gözeten bir mekanizmadır. Ve aslında pek çok durumda da, rasyonel çıkar hesapları bu minvalde, yani bu denli rasyonel olarak işlemezler. Burada da, Iğdır’da, mazot ticaretinin ulusal ve uluslarası boyutu, şehri bu illegalitenin geçiş yeri olarak damgalamıştır.
Ancak bu geçişin yapılabilmesi için şehir aracılıklar yoluyla millileştirilmiş (Kasaba merkezi kent yapılarak; kentsel statünün diğer merkezlerden esirgenen ayrıcalıkları verilmiştir), ırkçı bazı kalıplar ayrıca desteklenmiş (1997’de yapılan anıt ve simgeleştirdeği ırkçı yaklaşım), bu ırkçılığın üzerinden buna paye verenlerin illegal gelirle desteklenmesiyle ortaya çıkan, yani bunun üzerinden edinilen illegal gelir küreselin illegalitesine eklemlenmiştir. Sonuçta ortaya çıkan, elbette sadece yerelin, ırkçılıkla yüceltilmiş, şişirilmiş kimliğinin küresel kapitalizme eklemlenmesi hali değildir. Aksine bu yerelin milli olanla da içten bir bağı, bir bedeni olmak (body of passage) zorundadır.
Mazot ticaretinin serbest bırakılması olarak adlandırılan durum, aslında bütünüyle uluslarası ve ulusal bir kaçakçılığın görmezden gelinmesi halidir. Bir yalan yaşanmaktadır: Mazot ticareti ve vatandaşlara bu ticaretin serbest bırakıldığı (yani vergisizve kayıtsız, herkesin sınırdan istediği anda, istediği gibi, istediği miktarda petrol türevlerini getirip satabileceğine, yani sınırın kurallarının ulusal ve uluslar arası hukukunun tamamiyle böyle bir kazanç için görmezden geleceğine izin verilmesi hali) aslında bütünüyle politik bir yalandır. Gerçekte, çeşitli yerel ve ulusal güç kalıpları küreselin hangi güç grubuna ekleniyorsa onun üzerinden kazanç sağlamaktadır. Tüm bunlar olurken, güçlerin birkaç tür diyalektik çatışmasından söz etmek gerekiyor. küreselin kendi içindeki güç çatışmaları, ulusalın kendi içindeki güç çatışmaları ve dahası yerlinin kendi içindeki güç çatışmaları. Hepsi de kadınların üzerinden geçen erkeklikle (masculinity) birleşmiş bir İslami-milli politikayla milletleşiyor:
KAYNAKÇA
Akhil Gupta ‘Blurred Boundaries: The Discourses of Corruption, The Culture of Politics, and the Imagined State’. American Ethnologist 22(2) (1995): 375-402
Ania Loomba. Kolonyalizm, Postkolonyalizm. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000.
Dennis Altman. Küresel Seks. İstanbul: Kitap Yayınları, 2003.
Donna M. Hughes “The ‘Natasha’ Trade: Transnational Sex Trafficking“. Journal of Intarnational Affairs, 53 (2), (Spring, 2000).
_____ve diğer. The Factbook on Global Sexual Exploitation. Coalition Against Trafficking in Women, 1999.
Ferhunde Özbay. “Evlerde El Kızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler”. Feminist Tarihyazımında Sınıf ve Cinsiyet. Yay. Haz. Ayşe Durakbaşa ve Leonore Davidoff. İstanbul: İletişim Yay, 2002.
Floya Anthias ve Nira Yuval-Davıs Racialized Boundaries: Race, Nation, Gender, Colour and Class and the Anti-Racist Struggle. Londra: Routledge, 1992.
Frantz Fanon.Yeryüzünün Lanetlileri. İstanbul: Birleşik Yayınları.
Geoffrey Batchen, “Kültür Kavramları: Antropoloji ve Fotoğraf”. Oryantalizm, Hegemonya, Fark, (der.) Fuat Keyman, Mahmut Mutman ve Meyda Yeğenoğlu. İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.
Gopal Balakrishnan. Der. Mapping the Nation. Londra: Verso.
Hastings Donnan ve Thomas M. Wilson. Sınırlar: Kimlik, Ulus ve Devletin Uçları. Antropoloji Dizisi. Ankara: Ütopya, 2002.
H.Neşe Özgen. “Sınır Kasabaları Sosyolojisi”. (Basılmamış Proje) TÜBİTAK, SBB 3006, 2004.
_____ “Sınırın İktisadi Antropolojisi: Suriye ve Irak Sınırlarında İki Kasaba”. Gelenekten Geleceğe Antropoloji. Der. Belkis Kümbetoğlu ve Hande Birkalan-Gedik. Epsilon Yayınları, 2005: 100-129.
J. WOLF. (1998) “Küresel ve Özgül: Çatışma Kültürü Kurumlarının Uzlaştırılması”. Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi. Ed. Anthony King. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
John Berger ve Jean Mohr. Yedinci Adam. Ankara: Verso Yayınları,1987.
_____ Görme Biçimleri. İstanbul: Metis Yayınları, 2003.
Karl Polanyi. The Great Transformation. Boston: Beacon Pres, 1944.
Kate Millett. Fahişelik Dosyası. İstanbul Kuraldışı Yayınları,1999.
Lewis Mumford. The City in The History; Its Origins, Its Transformations and Its Prospects. NewYork: Harcourt, Brace & World INC, 1961.
Mary Price. Fotoğraf: Çerçevedeki Gizem. Sanat ve Kuram Dizisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994.
Nigel Thrift “Capitalism’s Cultural Turn”, (in) Culture and Economy After the Cultural Turn, Ed. L. Ray ve A. Sayer. Londra, Kaliforniya ve Yeni Delhi: Sage Publications, 1999.
Nira Yuval-Davis. “Some Reflections on the Questions of Citizenship, Anti-racism and Gender Relations”. IWM WP 10 (2001).
Robert Young. Beyaz Mitolojiler. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2000.
Sema Erder. “Düzensiz Göç ve Kadın Ticareti: Türkiye Örneği”. IOM, Aralık 2003, Cenevre.
Susan Sontag. Başkalarının Acısına Bakmak. Agora Kitaplığı, 2004.
GSN (Global Survival Network) Crime and Servitude: An Exposé of the Traffic in Women for Prostitution from the Newly Independent States (1997).
IMADR (International Movement Against All Forms of Discrimination and Racism). Strengthening the International Regime to Eliminate the Traffic in Persons and the Exploitation of the Prostitution of Others. Tokyo: IMADR (1998).
IOM (International Organization for Migration). Information Campaign Against Trafficking in Women from Ukraine: Research Report. Geneva: IOM (1998).
Migration Information Programme: Profiles and Motives of Potential Migrants from Bulgaria. IOM (1997).
Oxford Dictionary of Sociology, Business Cyle, 1998: 50.
Protocol to Prevent, Suppress and Punish Trafficking in Persons, UN 2000.
Trafficking in Women for the Purpose of Sexual Exploitation. Human Rights Watch, Coalition Against Trafficking in Women (CATW) (1998).
Trafficking and Prostitution: The Growing Exploitation of Migrant Women from Central and Eastern Europe. IOM (1995).
Trafficking in Migrants: IOM Policy and Activities. Geneva: IOM (1996).
The Global Alliance Against Traffic in Women (GAATW)
www.selamnetwerk.nl/Igdir_centrum_Tamara/Hanim.html
www.state.gov/tiprpt/2003/21277.htm*turkey;
www.igdirli.com, Iğdır Güven Gazetesi, 5 Temmuz 2004.
Iğdır Valiliği web sayfası http://www.igdir.gov.tr/meridty.asp?id=85, 2006.
Özgür Politika, http://www.parkakaryakit.com/new/km.asp?db=kacak, 2004.
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/01/18/dizi/01diz.htm
21/09/2003 22:52 Turkish Daily News.
[1] J. Berger’e şükranlarımla: John Berger Jean Mohr, Yedinci Adam(Ankara:Verso Yayınları, 1987. Bu metin, fotoğraflar üzerinden bir metin örme olarak adlandırılabilir mi bilemiyorum. Bunu yapabilmeyi isterdim. Ancak ele geçirdiğim fotoğraflar, yani kadınların verdiği fotoğraflar, tamamiyle rastlantısal. Diğerleri de, yani Alp’in, Şebnem’in ve benim çektiklerimiz de kente dair fotoğraflardı. Çalışma, başlangıçta başka bir amaç taşıyordu; sonra fotoğraflarla beraber içeriği ve yönü de değişti. Fotoğrafın metne bağlanmasıyla ilgili tartışmalar için, Berger’i ve Edwards’ı takip edeceğim. Edwards için: Geoffrey Batchen. “Kültür Kavramları: Antropoloji ve Fotoğraf”. Oryantalizm, Hegemonya, Fark. Der. Fuat Keyman, Mahmut Mutman ve Medya Yeğenoğlu. (İstanbul: İletişim Yayınları, 1999) 213-35. Yani, fotoğrafın aslında birden çok bağlamı olduğunun ve esas olanın da bağlam olduğuna dair, bazıları için arkaik sayılan öğretiyi! Bu konudaki tartışmalar için: Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak (Agora Kitaplığı, 2004); Mary Price, Fotoğraf:Çerçevedeki Gizem (Sanat ve Kuram Dizisi. İstanbul:, Ayrıntı Yayınları, 1994).
[2] Bu çalışma süresince ve sonra da sevgili Şebnem Eraş’in ve Alp Buğdaycı’nın büyük emeği geçti. Alan çalışması ve fotoğrafların bir bölümü onlarındır. Ayrıca veri toplama ve tartışma kısmına da büyük oranda katkıda bulundular. Kendilerine teşekkür ederim.
[3] İran-Azerbaycan ve Türkiye’ye dağılmış olan Türkmen Azeriler kendi bulundukları yeri BuTay, karşısını ise OTay olarak adlandırır. O güzelim Azeri türküsü ne der: “OTay’da maral gezer, saçını tarar gezer…”
[4] Kondratiyef: Kısaca büyük teknolojik ve endüstriyel dalgalanmaların dönemsel adı olarak tanımlanabilir. Rus ekonomist Nicolai Kondratieff’in geliştirdiği bu analize göre ulusal piyasalar değil de uluslararası sektörler ve piyasalar incelendiğinde dünyanın yaklaşık 50 yıl süren yükselme ve durağanlaşma dönemleri yaşadığı görülür. 50 senede bir yaşanan durağanlık kısmında bir teknolojik devrim, ya da üretim sistemlerinde (ya da üretim maddelerinde) yapılan bir değişiklik yeni bir k-dalgasına geçişe neden olur. Buna göre, ilk dalga 1800’lerde başlar ve 1950 ile 1990 arası 4. Kondratiyef; 1990-2000 arası 5. Kondratiyef olarak adlandırılır: (Oxford Dictionary of Sociology, Business Cyle, 1998. 50).
[5] Bkz. Human Rights Watch; ayrıca Coalition Against Trafficking in Women (CATW). Buradaki tanımı CATW’dan kısmen geliştirerek aldım. Ayrıca bkz: Donna M. Hughes.”The ‘Natasha’ Trade: Transnational Sex Trafficking”. Journal of International Affairs 53 (Spring 2000):2. Ayrıca : Protocol to Prevent, Suppress and Punish Trafficking in Persons, UN 2000; Trafficking in Women for the Purpose of Sexual Exploitation, 1998; The Global Alliance Against Traffic in Women (GAATW), Bangkok, Thailand. www.state.gov/tiprpt/2003/21277.htm*turkey.
[6] Metin içindeki köşeli parantezler bizim sorduğumuz sorular. Bütün görüşmeler, Temmuz-Ağustos 2002 arasında Iğdır merkez, Ağrı merkez ve Doğubeyazıt’ta yapıldı.
[7] Şehrin geleneklerine Azeri Türklerinin, kırsal alanlara ise Kürtlerin geleneklerinin damgasını vurduğunu görüyoruz. Özellikle kadınlara yönelik gelenekler; kentsel alanda Azeri Türklerin gelenekleri ve dile getirilme biçimleri üzerinden yürütülüyor. Iğdır kent merkezinde, kadınların rahat ve kendine güvenli oluşları, şehrin hemen her yerinde var olabilmeleri, şehrin vatandaşlarının birlikte kullandığı kamusal alanların çokluğu, bakımlılığı, rahatlığı, çocuk yetiştirmede ve evlilikte kadına daha çok hak tanımaları; bu geleneklerin Azeri Türklerin gelenekleri olduğunu gösteriyor.
[8] 25 Mayıs 1992’de il statüsünü alan Iğdır, geçimini verimli sulak alanlarda yapılan tarımdan sağlamaktaydı. Nüfusu 170.000 civarında olan bu ilin, tarım arazileri parçalı ve dağınıktır. Köylünün arazisi oldukça küçüktür (ortalama 6-8 dekar); parseller dağınıktır ve tarım arazileri çok olan grup da (bütün çiftçilerin %1’ini oluşturmaktadır), tarımsal verimin yüksek olması nedeniyle, kentte gelir eşitsizliğine yol açmaktadır. Geçim, 1998 yılına kadar ağırlıklı olarak hayvancılık ve parçalı arazilerin işlenmesiyle sürmüştür. Iğdır Ovası, Batı Iğdır sulamasıyla birlikte, Doğu’nun Çukurovası olarak adlandırılır ve aslında yukarıda sayılan çiftçilik faaliyetlerinden, günümüzde de vazgeçilmiş değildir (H. Neşe Özgen, “Sınır Kasabaları Sosyolojisi”)
[9] Birden fazla şehre bu izin verilmiştir. Silopi, Cizre, İdil vb. Habur Kapı için, Doğubeyazıt Gürbulak için, Iğdır, Artvin Dilucu için vb. (Özgür Politika, http://www.parkakaryakit.com/new/km.asp?db=kacak, 2004)
[10] Doğubeyazıt ve Ağrı’dan, kendi kimliklerini öncelikle Kürt olarak tanımlamayı yeğleyenlerle yapılan görüşmelerden.
[11] Ağrı, Doğubeyazıt ve Iğdır’dan ve kimliklerini öncelikle Türk olarak tanıtmayı yeğleyenlerle yapılan görüşmelerden.