Türkiye’de yine zorlu bir sınavdan geçtiğimiz günler yaşıyoruz. PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında son haftalarda artan çatışmalar ve yapılan eylemlerle beraber pek çok insan yaşamını yitirdi. Yitip giden bu yaşamlardan bazıları ana akım medya organları tarafından manşetlerden, büyük puntolarla verilirken diğerleri makbul ölümler olarak kabul edilmeyerek derin bir sessizliğe gömülmeye devam ediyor. Çatışmalar süredursun, köşeyazılarında, televizyonların ana haber bültenlerinde ya da radyolarda savaş çığırtkanları birbiri ardına açıklamalar yaparak daha büyük savaşlara davetiye çıkarmakla meşguller.
Sayı 11 – Haziran 2010
doğum sancısı çekerdi annem
bana her baktığında
gönlünün bağında gökkuşağını
arardık her sabah
…
Akademik özgürlük, sık sık üniversite üyelerinin kabul görmüş haklarının ihlallerini kınamak için başvurulan, anlamı aşikâr bir terim olarak görünse de, aslında uygulaması sınırlı ve anlaşılması zor bir kavramdır. Yüzyılın başında Birleşik Devletler’de akademik özgürlük yalnızca kamu yararı için gerekli bilgiyi üreten ve aktaran fakülte üyelerine ilişkin olarak kullanılıyordu. O zamanlar bu pratik hemen hemen hiç bilinmediğinden, yalnızca kadrolu fakülte üyelerini ilgilendiren bir konu değildi. Akademik özgürlük; iktidar ile bilgi, siyaset ile gerçek, eylem ile düşünce arasındaki çatışmaları bunlar arasına keskin bir ayrım çizerek -ki bu ayrımı korumak hep güç olmuştur- çözmeyi amaçlıyordu. Bu noktada, basmakalıp bir tanım vermektense, bir akademik hak teorisi olarak ve bunları koruyabilecek bir pratik olarak akademik özgürlük kavramını zora sokan bazı sorunlara değinmek istiyorum.
1982 Anayasası’nın bazı maddelerinde yapılmak istenen değişiklikleri kapsayan 17. paket tartışmaları, 2010 Mart ayı sonlarında hız kazanmaya başladı. Anayasa değişikliği konusunda sert kutuplaşmaların yaşandığı bir dönemde; Anayasa yapım sürecinin nasıl olması gerektiği, bu değişiklik paketinin kadınlar açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı ve dünyadaki Anayasa yapım örneklerini Anayasa Kadın Platformu’ndan Av. Hülya Gülbahar ile konuştuk. Hülya Gülbahar, anayasaların toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılmış, kabullenilmiş, akılcı, ileriyi gören kurallar getirmesi gerektiğine, Anayasa yapmanın doğasında uzlaşma ve mutabakat olduğuna, Güney Afrika, İspanya, Brezilya, Finlandiya gibi dünyanın birçok ülkesinde yeni anayasa yapım süreçlerinin uzun yıllar süren tartışmalarla sonuçlandırıldığına ilişkin örnekler sunuyor.
Eylül 2010’da referanduma sunulmak üzere gündeme gelen anayasa değişikliği oldukça yoğun tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu tartışmalar ağırlıklı olarak referandumda karşımıza gelecek olan değişikliklere onay verip vermemek noktasında yoğunlaştı. Oysa bu tartışmanın en kritik ayağını, anayasa değişikliğinin toplum tabanında, farklı kesimler arasında ne kadar gündem olabildiği, buralarda gündeme gelen noktaların anayasal değişiklik sürecine ne kadar yansıdığı konusu oluşturuyor. Bu noktadan hareketle Ayşen Candaş ile anayasal siyaset üzerine bir söyleşi yaptık. Kendisiyle, uluslararası örneklere referansla, anayasa yapım süreçlerinin demokratik bir şekilde işleyebilmesi için sürecin nasıl şekillenmesi gerektiğini, tartışmanın toplum tabanına yayılabilmesi için ne tür mekanizmalara ihtiyaç duyulduğunu, toplumun farklı kesimlerinin süreçteki temsiliyetlerini ve son aşamada toplumun tüm kesimlerinin üzerinde uzlaşabildiği bir anayasanın nasıl ortaya çıkabileceğini konuştuk.
2007 Genel Seçimleri sonrasında sivil anayasa tartışmaları gündeme geldiğinden beri, LGBTT örgütleri Anayasa’daki eşitlik maddesine "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi için mücadele ediyor. Daha önce 2003 yılında yapılan Türk Ceza Kanunu değişim sürecinde de ayrımcılık maddesine “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ifadelerinin konulması talep edilmiş; ancak maddede geçen “cinsiyet” kelimesinin eşcinselleri de kapsadığı ileri sürülerek bu talep reddedilmişti. Her alanda ayrımcılığa uğrayan, toplumsal dışlanmaya ve nefret cinayetlerine maruz kalan lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellerin varlıklarının ve haklarının tanınması anlamına gelecek bu talebe, Anayasa’da kısmi değişiklik öngören son pakette de yer verilmiyor. Yasemin Öz, bu yazısında son anayasa değişiklik paketinin olumlu yanları olmakla birlikte yüksek siyasete endekslendiğini, kadınlar ve LGBTT bireylerle ilgili acil ve hayati konuları tali duruma düşürdüğünü belirtiyor. LGBTT örgütlerin anayasal hak mücadelesinde yaptığı çalışmaları hatırlatırken paketin toplumsal olarak dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarını karşılamadığının, temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almadığının, işçi ve azınlık haklarına dair de yenilik getirmediğinin altını çiziyor.
AKP Hükümeti tarafından gündeme getirilen ve 23 Madde’de değişiklik talep eden Anayasa paketi, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran madde haricinde Mayıs ayında parlamentoda onaylandı. CHP'nin Anayasa değişikliği paketinin iptal edilmesine ilişkin açtığı davayı kabul eden Anayasa Mahkemesi dava sonunda bir itiraz geliştirmezse, ilgili maddeler toplu olarak 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümünde referanduma sunulacak. Feminist Yaklaşımlar içinde yürüttüğümüz tartışmalardan yola çıkarak Esra Aşan’ın kaleme aldığı “Anayasa Değişiklikleri Türkiye’nin İhtiyaçlarını Karşılıyor Mu?” isimli yazı anayasa tartışmalarında 2007’den itibaren gelişen süreci değerlendirirken anayasa değişiklik paketinde yer alan bazı somut örnekler üzerinden yapılması planlanan değişikliği ve bu değişikliğin olası sonuçlarını yorumluyor.