Beşinci yılını geride bıraktığımız Feminist Yaklaşımlar’ın on altıncı sayısında, tüm olumsuzluklara rağmen ilk sayımızdan itibaren olduğu gibi, yine umut dolu bir “Merhaba” diyor ve tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.
Sayı 16 – Şubat 2012
2001 yılından beri Doğu Karadeniz müziği alanında yaptıkları derleme ve icra çalışmalarıyla tanıdığımız Helesa projesinin solistlerinden Ayşenur Kolivar’ın ilk solo albümü “Bahçeye Hanımeli” dinleyicilerle buluştu. Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde öğrencilik döneminde edindiği birikimini mezuniyet sonrasında özellikle Doğu Karadeniz kadın kültürü konusunda alan araştırmaları, çeşitli sanatçıların albümlerinde vokalistlik, ayrıca film ve belgesel müzikleri yaparak profesyonel hayatına taşıyan Kolivar, albümünde, Doğu Karadeniz coğrafyasında yaşayan pek çok kültüre ait şarkıyı bir çiçek bahçesinin rengârenk çiçekleri gibi derliyor. Bu anlamda “Bahçeye Hanımeli” adı, hem albümdeki kadın emeğinin bir sembolü hem de albümün genel çiçek konseptinin özeti gibi.
Bir “kültürler bahçesi” olarak tasavvur edilen Doğu Karadeniz’e özgü çiçek adlarıyla yedi bölüme ayrılan albüm, bu yönüyle şarkıları bütünlüklü bir bağlama oturtarak sunuyor. Manuşak (menekşe) ve Loresima (papatya) bölümleri, bu coğrafyadaki “kadınlık hâlleri”ni; Gastumra (güz çiğdemi), Seteney (düğün çiçeği), Mekhak (karanfil), Tsifin (ormangülü) ve Vargel (bahar çiğdemi) bölümleri ise Doğu Karadeniz’de yaşanmış göçleri, gurbetçiliği, sürgünü, tehciri, mübadeleyi konu alan şarkılardan oluşuyor.
Ayşenur Kolivar’la “Bahçeye Hanımeli” üzerinden müzik çalışmaları, alan araştırmaları, bu çalışmalarda karşılaştığı kadınlık durumları, bu durumların onun müziğiyle etkileşimi ve müziğini üretip sunarken üzerine kafa yorduğu toplumsal cinsiyet ilişkileri hakkında sohbet ettik.
Cynthia Cockburn bu yazısında, savaş karşıtı mücadeleler için örgütlenen yapılarda kadınların sıklıkla karşı karşıya kaldığı bir tartışmayı ele alıyor. Kadınların yer aldığı örgütleri tercih eden kadınlar ve/veya karma örgütlerde mücadele vermek isteyen kadınlar “barış”ın ve “toplumsal cinsiyet dönüşümü”nün çifte hedeflerine kendilerini adamış olabilirler. Esas tartışılması gereken mesele ise, kadınların bazen birbirlerini iki hedeften birini üstün tutmakla suçlamaları, bölünmeleri ve hatta birbirleriyle çatışmaları. Farklı ülkelerde barış hareketleri ve barış aktivistleri üzerine çalışmalar yürütmüş olan Cynthia Cockburn, asıl önemli olanın örgütlenmenin alternatif modellerinin barış hareketinin gücüne güç kattığının görülmesi ve dayanışmamızın bozulmasına izin verilmemesi olduğunu belirtiyor.
Bu yazı, Türkiye’de boşanmış kadınlarla yapılan bir araştırmanın bulgularından hareketle, kadınların boşanma sonrası karşı karşıya kaldığı sorunları ele alıyor. Türkiye’deki refah rejiminin kamu, aile ve piyasadan oluşan üç bileşeninin boşanmış kadınlara karşı ayrımcı ve eşitsiz tutumu nasıl yeniden ürettiğini tartışıyor. Yazıda, mevcut refah rejiminin boşanmış kadınlara insanca bir yaşam sürmeleri için destek olmak bir yana, kadınlar arasında kategorik farklar yaratarak geçim sıkıntılarını derinleştirebildiği vurgulanıyor.
Mübarek rejiminin devrilmesinden bu yana Mısır, Müslümanlar ile Kıptiler arasındaki dinler arası mezhep çatışmalarını deneyimlemeye devam ediyor. İki toplum arasındaki şiddetin tırmanmasına katkı sunan faktörler devrim sonrası Mısır’ında da etkinliğini sürdürüyor. Mezhep çatışmasının önemli mevzilerinden biri, iki toplumda da hiddet ve kızgınlığı ateşleyen dinler arası evlilik ve din değiştirme konusu. Her ne kadar bu çatışmaların merkezinde cinsellik ve toplumsal cinsiyet bulunsa da din temelli aile hukuku da bu konuda tehlikeli bir rol üstleniyor. Bu makalede, hem Mısır aile hukukunun ortaya çıkışının hem de din ve cinselliğin modern dönemde eşzamanlı olarak özel alana hapsedilmesinin tarihini inceleyerek aile hukuku, toplumsal cinsiyet ve mezhep çatışması arasındaki bağı yeniden tartışıyorum.
Bu metin, New York’ta 23-24 Eylül 2011 tarihlerinde Bernard Kadın Araştırmaları Merkezi’nin (Bernard Center for Reseach on Women) 40. yıldönümünde düzenlenen, 23 Eylül 2011 tarihli “Aktivizm ve Akademi: Feminist Akademi ve Eylemin Kırk Yılını Kutlamak” isimli söyleşinin gözden geçirilmiş versiyonudur.
Haber bültenlerinin iddianameler ve mahkeme tutanakları şeklinde aktığı bugünlerde yargı kavramı soyut bir şey olmaktan çıkıp koca bir maddi boşluk olarak uğulduyor sürekli. Yargı sanki sahip olamadığımız, bizden ısrarla esirgenen iç huzurunun, ruh dinginliğinin adı. Hrant Dink davasından KCK operasyonlarına, 12 Eylül davasından şike duruşmalarına; yargı ile adaletin bir türlü karşılıklı kefelerde buluşamadığı bir ortamda, bir filmin düşündürdükleri üzerinden yargıya başka bir yönden bakarken buldum kendimi. İnsan gerçeğinin çelişkileri üzerinden öğrettikleriyle çarptı ve ülke içi girdaptan bir süreliğine de olsa özgür kıldı beni. “Beyaz Şeytan” adıyla çevrilen Blow, başrollerinde Johhny Depp ve Penelope Cruz’un oynadığı 2001 ABD yapımı bir Ted Demme filmi. Üzerinde, tür olarak biyografi, dram, macera–aksiyon ibaresi yer alıyor ve bu karma tür, filmin aynı zamanda hayata bu denli yakın durmasının da sırrını oluşturuyor.