Skip to main content

Sayı 24 – Ekim 2014

Merhaba

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Barışa giden yol savaş suçlarıyla yüzleşerek yaşanan acıların sonuçlarının hafifletilmesinden ve adalet duygusunun tesis edilmesinden geçiyorsa bunun ilk duraklarından biri Cumartesi Anneleri’nin adalet arayışıdır. Cumartesi Anneleri, 1995 yılından beri gözaltında kaybedilen ya da faili meçhul cinayetlere kurban giden yakınlarının hesabını sormaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde İstiklal Caddesi Cumartesi Anneleri’ni 500. kez ağırladı. Onlar adalet ararken katiller ve cinayetleri azmettirenler aramızda yaşamaya devam ediyor. Devleti yönetenler bu katilleri açıklamayı reddediyor ve savaş suçları karşısında kendilerini korumayı sürdürüyorlar.

Devamını Okuyun

“Türkiye Artık Bir Göçler Ülkesi”: Nurcan Baysal’la Savaş Mağduru Göçmenler Üzerine Söyleşi

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Suriye iç savaşının yarattığı yıkım ve tahribat Türkiye’deki yaşamın da önemli bir parçası. Çünkü savaştan kaçan yüzbinlerce Suriyelinin yaşadığı ülkelerden biri de Türkiye. Devletin resmi kampları, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde belediyelerin açtığı kamplar Suriyeli, Şengalli, Kobaneli savaş mağdurlarına tesis edildi. Kamplarda kalamayan insanlar ise Türkiye’nin pek çok iline dağılmış durumda. Savaşın neden olduğu tahribat, psikolojik yıkım ve yoksulluk karşısında geliştirilen dayanışmanın güçlenmesi ve sürdürülebilirliği göçmenlerin hayatlarına devam edebilmeleri için oldukça önemli bir yerde duruyor. Araştırmacı, yazar Nurcan Baysal, göçmenler üzerindeki savaşın etkilerini hafifletmek için mücadele eden aktivistlerden biri. Ağırlıklı olarak Diyarbakır ve Urfa’daki belediyenin açtığı kamplarda çalışma yürüten Nurcan Baysal ile Türkiye’deki Ezidi ve Kobanêli göçmenlerin durumu, yaşam koşulları üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide Nurcan Baysal, savaş mağdurlarının yaşamlarına devam edebilmeleri için toplumsal dayanışmanın gerekliliğinin altını çiziyor ve Türkiye’de sivil toplumun ve resmi kurumların geliştirdiği politikaları eleştirel bir gözle değerlendiriyor.

Devamını Okuyun

Filistinli Erkekler Kurban Olabilir mi? İsrail’in Gazze Savaşının Cinsiyetlendirilmesi

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılar anaakım medyada özellikle sivillerin ölümü üzerinden gündem oldu. “Siviller” kategorisi ise ağırlıklı olarak “kadınveçocukları” tarif etmek üzere kullanıldı. Maya Mikdashi bu yazısında, sivilleri, erkekleri dışarıda bırakarak, kadınlar ve çocuklar üzerinden tanımlamanın Filistinli erkekleri nasıl öldürülebilir kıldığını, hatta erkek çocukların bile öldürülebilir kategorisine sokulabildiğini anlatıyor. Bu noktayı bir adım daha ileri götürerek, İsrail’in cinsiyetçilik karşıtı söylemi kendi savaş politikaları lehine nasıl araçsallaştırdığını açığa çıkarmaya çalışıyor.

 

Devamını Okuyun

Üreme Politikaları

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Bu yazı kadın emeğini, bedenini ve cinselliğini denetleyen pronatalist -yani doğum yanlısı ya da doğurganlığı ve çocuk sayısını artırmayı hedefleyen- söylem ve politikaların sağlık kurumlarına nasıl yansıdığını tartışmayı hedefliyor. Sağlık sisteminin içinden geçtiği neoliberal reform süreçlerini de göz önünde bulundurarak, devletin çoğunlukla doğurganlığı kontrol etmek ve yeniden düzenlenmek amacıyla vaat ettiği ya da bazen bizzat kadınlar tarafından talep edilen üreme sağlığı hizmetlerine odaklanıyor. Yazar saha çalışmasındaki gözlemlerine ve görüşmelerine dayanarak hem hizmetlerinin yapısındaki ve dağılımındaki hem de sağlık çalışanı ile hizmetleri kullanan kadınlar arasındaki ilişkilerdeki değişimleri aktarıyor. Özellikle hamile kadınların tespit ve takip edilmesi için kullanılan elektronik sağlık kayıt sistemlerinin nasıl uygulandığını inceleyerek pronatalist politikaların sağlık alanındaki izdüşümleri üzerine bir tartışma başlatmayı hedefliyor.

Devamını Okuyun

Özgüvenli Hermafroditler

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Bo Laurent bu makalede zoru başarıyor ve interseks sorunlarını queer teorinin alanına taşıyor. Doğuştan muğlak cinsel organlar ile ortaya çıkan interseks durumların tıbbi yönetiminin genel bir değerlendirmesini sunuyor, kendi interseks otobiyografisini anlatıyor, Intersex Society of North America’nın [Kuzey Amerika İnterseks Topluluğu] ortaya çıkışını inceliyor ve “kadın sünneti” üzerine Batılı feminist söylemleri analiz ediyor.

Laurent, kişisel etik tercih ve kişinin kendi bedeni üzerindeki kontrol hakkının korunmasına yaptıkları özgürlükçü vurguda ortak olmaları sebebiyle interseks, trans ve cinsel yönelim aktivizmlerinin çok yakından bağlantılı olduğunu iddia ediyor. Her iki bin bireyden birinin çeşitli derecelerde interseks olarak doğması gerçeğine rağmen, interseksüelliği hemen hemen görünmez ve büyük oranda bilinmez kılan kültürel süreçleri etkileyici bir şekilde gözler önüne seriyor. Chase, kendileri adına karar vermek için henüz çok küçük olan interseks çocuklara yapılan rızaya dayalı olmayan genital ameliyatların sonlandırılmasına dair gerekçelerini ikna edici bir şekilde ortaya koyuyor. Bu ameliyatların neredeyse her zaman tıbben gereksiz olduğunu, genellikle cinsel fonksiyonlara zarar verdiğini ve büyük oranda “kız” ya da “erkek” olarak sınıflandırılamayan bebek bedenlerin insanlığını kabul edemeyen veya onlarla bağ kuramayan aileleri ve doktorları rahatlatmak için yapıldığını savunuyor. Ayrıca, bugün var olan tıbbi uygulamaların cinsiyetli beden şekillerinin doğal çeşitliliğini tamamen ortadan kaldırdığı ve kültürel olarak inşa edilmiş erkek/dişi ikiliğini dayatmak için bir neşterin sivri ucunu kullandıklarını söylüyor. Ardından, “Afrikalı” genital kesmeye ilişkin feminist öfkenin çoğu ırkçı ve sömürgeci temellerini açığa çıkararak, interseks bireyler üzerinde uygulanan tıbbileştirilmiş genital kesme hakkındaki sağır eden sessizliğe dair çok ciddi bir eleştiri getiriyor.

Laurent’in makalesinde değinilmeyen tek bir soru interseksüelliğin, eğer tıbbi müdahale olmaksızın var olmasına izin verilseydi, yeni bir azınlık kimliği formunu doğurup doğurmayacağı ya da cinsel kimlik kategorilerini tümden alaşağı etmesine katkı sunup sunmayacağıdır.

Devamını Okuyun

Samimi Bir Sohbet ya da Bir Muammanın Analizi

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Gündelik yaşamda kendi pratiklerimize uzak kavramlara bakışımız, örtük olarak bize dayatılanlardan ne kadar bağımsızdır? Taleplerimizi toplum hayatında herkesin yer bulabilmesi için, "her şeye rağmen" istemekte miyiz yoksa düşünce dünyamızı geleneksel düşünce kalıpları içinde şekillendirip önyargıları ve yadsımayı yeniden ürettiğimizin farkına dahi varmadan sorgulanmamış aktivizmimizle, ne idüğü belirsiz bir özgürlüğü herkes için istediğimizi mi iddia ediyoruz?

Elinizdeki yazı, toplumun çoğunluğunca inkar edilen, kabul edenlerince makbulleştirilmeye çalışılan LGBTI bireyleri anlamak adına yazılmış, öznel bir sorgulama, sesli bir düşünce jimlastiğinin metinleştirilmiş halidir.

Gündelik hayatımızda LGBTI bireylere dair tanıklıklarımız son derece kısıtlı ve gerçekliğinden oldukça koparılmış halde. LGBTI bireylerle toplumsal alanda hiç temas etmemiş biri için LGBTI olmak ya köklü bir nefret ve homofobi duyacak şekilde kodlanıyor ya da LGBTI olmak tüm zorluğundan koparılarak karikatürize ediliyor. 

Bu sebeple bu yazı kendi tanıklığımdan yola çıkarak; yadsıdığımız, kabul etme cesaretini gösterdiğimizde ise oldukça samimiyetsiz davrandığımız LGBTI bireyleri anlamak adına, hataları ve iyi yanları ile ve halen sorgulamaya devam ederek geliştirilmeye çalışılan bir empatiyi iddiasız ve içten bir dille dile getirmiştir.

Devamını Okuyun

Küreselleşme ve “Enkazda Yaşamak” Üzerine

Yazar: Sayı 24 | Ekim 2014 No Comments

Çevre ile ilgili problemler hem küresel hem de yerel olarak gündemimize girmiş durumda. Küresel bağlamda iklim değişikliği meselesi, yerel bağlamda ise yükselen ekoloji mücadeleleri Türkiyeliler için çevre meselesini ikincil bir gündem olmaktan çoktan çıkardı. Kentlerdeki beklenmedik hava olayları ve su sıkıntısı iklim değişikliği meselesini gündelik karşılaşmaların en popüler sohbet konularından biri hâline getirirken, daha fazla büyüme şiarıyla derelerin HES yapımı için özel sektöre verilmesi, santraller için ağaçlık alanların yok edilmesi, kentlerde bir elin parmaklarını geçmeyen yeşil alanların betonlaştırılması karşısında verilen mücadeleler de ekoloji mücadelesini önemli bir vatandaşlık pratiğine dönüştürdü. Kalabalık, gürültülü, bol trafikli kentler artık sürdürülebilir olmaktan çıkarken daha yaşanabilir tabiatlar için fikir yürütmenin zamanı geldi. Anna Tsing tabiatla insan arasında bazen yaratıcılık, bazen de yıkıcılık barındıran etkileşimleri inceleyen antropologlardan biri.  Tsing, çalışmalarında tabiatın nasıl kurulduğuna ve temsil edildiğine, üzerinde kimler tarafından hak talep edildiğine dair eleştirel incelemelerde bulunuyor. Feminist Yaklaşımlar olarak Tsing’in Endonezya’daki yağmur ormanlarını incelediği Friction adlı kitabını tartıştık ve kendisiyle bu kitapta kullandığı temel kavramlarla ilgili bir söyleşi yaptık. Söyleşinin ilerleyen safhalarında ise hem sedir mantarı üzerine yazdığı son kitabından hem de Aarhus Üniversitesi’nde "Living in the Anthropocene: Discovering the Potential of Unintended Design on Anthropogenic Landscapes" (Antroposen’de Yaşamak: İnsan Kaynaklı Tabiatlarda Öngörülmemiş Tasarımların Potansiyelini Keşfetmek) ismiyle başlattığı programdan konuştuk. Çalışmalarını yaparken feminist kuramdan da faydalanan Tsing’le feminist çalışma ile kadın çalışmasının ayrıştığı ve kesiştiği noktalar üzerine de fikir yürüttük.  

Devamını Okuyun