Türkiye artık yeni bir döneme girdi. Tüm ülke üzerinde kendini hissettiren uygulamalar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, tek bir inanç biçiminin yaşam tarzı olarak dayatılması ve Ortadoğu ve Türkiye’deki savaşın yarattığı şiddet ortamı kadınların hayatını da yeniden şekillendiriyor. Yirminci yüzyılın başından beri kadınların cesur mücadelesi, eril tahakkümü gerileterek kadınlara pek çok kazanım getirmişti. Bugün dünyanın dengeleri ve eril tahakkümün biçimleri giderek değişiyor, şiddeti her geçen gün artıyor. Kadın hareketinin kazanımları tehdit ediliyor. Ülkemizde de bu gelişmeleri uzun zamandır görebiliyoruz. Kadın-erkek eşitliğine inanmadığını dile getiren siyasetçiler, kadınların nasıl doğurup doğurmayacağını söyleyenler, kadınları aile içinde annelik rolünde görenler, vatanın annesi olarak tanımlayan politikalar son hızla devam ediyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen şehirlerde çıplak kadın cesetleri basına servis ediliyor. Kadın cinayetleri her geçen gün daha da vahşi bir hâl alıyor. Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından onların koyduğu kurallara uymadıkları için öldürülüyor. İstanbul’un seçkin bir caddesinden Kayseri’nin bir lisesine kadar korkunç bir baskı, hayatlarımızı şekillendiriyor. Siyasetçilerse bu şiddet ikliminin önüne geçmek yerine şiddeti ve korkuyu daha da yaygınlaştıran politikaların altına imza atıyorlar. Kadına yönelik şiddet uygulayan erkeklere ceza indirimi veren ya da onları serbest bırakan yargı mensuplarına yönelik yaptırımlar uygulanmıyor. Kadın haklarını en fazla savunması beklenen bakan, kadına yönelik şiddetin algıda seçicilik olduğunu, asıl olarak toplumsal şiddetin var olduğunu söylüyor.