Feminist Yaklaşımlar'ın on sekizinci sayısını yayıma hazırladığımız şu günlerde, Türkiye'de 60'ın üzerinde cezaevindeki pek çok tutuklu ve hükümlünün açlık grevi bugün itibariyle 60. gününe girdi. Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması, anadilde savunma ve eğitim hakkı talepleriyle 12 Eylül'de başlatılan greve 600’ün üstünde kişinin katıldığı bildiriliyor ve eyleme katılanların sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. Ne yazık ki, geçmişteki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, hükümetin ve medyanın eylemi görmezden gelme tavrı büyük bir çabayla sürdü, kritik eşik diye belirtilen tarihler aşılana kadar sözkonusu eylemler haber niteliği görmedi. Sonrası ise şimdilik yine bilinen bir senaryonun tekrarı niteliğinde, hükümet yetkilileri eylemi bir “şov” olarak nitelemeyi tercih ediyor; Başbakan “herkes her şeyi yiyor” diyerek kin ve nefret kusuyor, “bizi bunlarla tehdit edemezsiniz” ifadesiyle çözümden, insan hayatından yana umut vermiyor. Açlık grevindeki ve ölüm orucundakilerin sesine ses katmak isteyen siyasetçi, akademisyen, sanatçı, öğrenci, sivil toplum aktivisti, gazeteci ve daha nicelerinin cezaevi dışındaki destek yürüyüşleri, eylem, etkinlik ve kampanyalarının da aynı umursamazlık ve hiddetle karşılık bulması bizleri şaşırtmıyor.
Sayı 18 – Ekim 2012
Toronto’da feminizm, feminist pratik ve bilgi üretiminin (coğrafi) siyaseti üzerine tartışmalar yürüten bir grup doktora öğrencisi olarak Richa Nagar’ın yürüttüğü akademik ve siyasi çalışmalar bizi oldukça heyecanlandırmıştı. 2011 yılının Şubat ayında Toronto’ya geleceğini öğrenince kendisiyle hemen iletişime geçtik. Söyleşiyi kolektif bir bilgi üretimi egsersizi olarak tasarladık ve söyleşi sorularını Richa Nagar’ın eserlerini tartışarak hep birlikte hazırladık. Richa ile akademi içerisindeki, alandaki ve gündelik hayatlarımızdaki ulusötesi ilişkilenmeler ve feminist pratikler üzerine konuştuk. Sohbetimiz süresince Toronto, Minneapolis, İstanbul, Sitapur ve dünyanın diğer yerlerini ilişkilendirmeye çalıştık. İşbirlikleri üzerine kurulan feminizmlerin ataerkinin yanında ırkçılığa, kolonyalizme ve kapitalizme karşı feminist pratikler için alanlar açacağına ve aynı zamanda teori ile pratik, akademisyen ile aktivist ve bireysellik ile kolektivizm arasındaki karşıtlıkları kıracağına inanıyor ve Richa ile yaptığımız sohbeti Feminist Yaklaşımlar aracılığı ile sizlerle paylaşıyoruz.
Samar Habib bu yazısında, 2008’de Aswat adlı Filistinli bir lezbiyen örgütün daveti üzerine gittiği Filistin’deki gözlemlerini, Filistin-İsrail sorununun genel siyasi ve tarihsel bağlamı ile ilişki içinde değerlendirerek aktarıyor ve queer politikaların bu genel bağlam içinde nasıl şekillendiğini tartışıyor. Filistinli kimliği hedef alan İsrail hegemonyası ve “pembeleme” faaliyetleri karşısında Filistinli lezbiyen aktivizmin ne tür stratejilerle kendini var ettiğini tartışıyor.
Türkiye’nin son yıllarına tutuklamalar furyası damgasını vurdu. Balyoz, Devrimci Karargah, Ergenekon, KCK operasyonlarıyla asker, bürokrat, gazeteci, siyasetçi, aktivist, feminist, sendikalı, sosyalist, öğrenci… binlerce kişiye cezaevi yolu gösterildi. Kadın hak ihlallerine ilişkin davalarda, özellikle tecavüz davalarında, sanıkların salıverildiği örnekleri kısa süre önce gördük. Biz bu çalışmalarımızı yürütürken Türkiye'nin pek çok cezaevinde Kürt tutuklular açlık grevlerine başladılar. Geçtiğimiz sayımızda, kadın tutuklular ve tutuklu yakınlarıyla söyleşiler yaparak, kadınların tutukluluk koşullarını, toplumsal cinsiyetin tutuklama süreçlerinde, tutukluluk halinde ve sonrasında nasıl etkili olduğunu gündeme getirmeye çalışmıştık. Bu sayımızda da İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ile Türkiye’de cezaevlerinin ve kadın tutukluların durumu ve koşulları üzerine konuştuk. Ümit Efe hem kendi kişisel deneyiminden hem de İHD’nin çalışmalarından hareketle Türkiye’de farklı dönemlerde kadınların yaşadıkları tutukluluk deneyimlerini ve bu konuda yürütülen çalışmaları bizlerle paylaştı.
Angela Davis, “Toplumsal Cinsiyet Cezaevi Sistemini Nasıl Yapılandırır?” başlıklı bu makalesinde, ABD’deki örnekleri üzerinden devlet cezalandırma sisteminin cinsiyetçi ve ırkçı pratiklerini tartışıyor. Cinsel şiddetin bu sistem içinde gizliden gizliye kurumsallaşmasını ve kurumsallaşmanın etkilerini anlatıyor. Cezaevi pratiklerine dair tarihselleştirilmiş bir çözümleme sağlayan bu çalışma, cezaevi-endüstri kompleksinin yaygınlaşmasının etkilerini ve bu etkilerin dikkate alınmasının önemini vurguluyor. Cezaevlerinde reformcu yaklaşımların şekilci bir eşitlik anlayışı ile işlediğinde nasıl daha baskıcı bir cezaevi ortamına yol açtığını gözler önüne sererken ceza pratiklerinin ırksal, sınıfsal ve toplumsal cinsiyet açısından ayrımcı sonuçlarını da yansıtıyor.
Yağmurun altında renkler birbirine girmiş olsa da
mesaj açıktı.
Armagh hapishanesinde kadınlara
çıplak arama yapılıyor.
-Christy Moore (şarkıcı), On the Bridge
Kötü bir rüyadan uyanmak seni ille de avutmaz. Az önce rüyanda gördüğün dehşetin ve hatta o dehşetin altında yatan gerçekliğin tamamen farkına varmana da yol açabilir.
-Bernhard Schlink, The Reader
Bu makale tutukluların siyasal kimliğinin direncini kırma amacı güden ve şiddet içeren bir kontrol teknolojisi olarak, Kuzey İrlanda’daki kadın siyasi tutuklulara yönelik çıplak arama uygulamasını ele alıyor. Makale 1992’de gerçekleştirilen ve tartışmalara yol açan bir toplu çıplak arama vakasına odaklanarak, rasyonel görünümlü bu kontrol teknolojisine nüfuz etmiş olan fantazmatik* yatırımları inceliyor. Bu makale fanteziye yönelik psikanalitik bir yaklaşımı Foucaultcu bir iktidar kuramı çerçevesinde kullanarak, çıplak aramaların, cinsiyetçi bir siyasal tahakküm biçimi olduğunu ve bu tahakküm biçiminin fantazmatik bir cinsel şiddet senaryosu tarafından yönlendirildiğini ve onun dahilinde sahnelendiğini iddia ediyor. Bu senaryoda eril bir siyasal yapı olarak hareket eden devletin iktidarı, tutukluların hem siyasal hem de cinsiyet kimliklerine kazınır. Bu makale rasyonel kontrol teknolojilerinin sağladığı fantazmatik desteğin, tahakkümün olumsal ve değişken karakterini açığa çıkardığını iddia ediyor.
Sadece zor değil ayıp zamanlardan geçiyoruz. Ne zamandır tamamen çıkışsızlığa terk edilen Kürt Sorunu’nda insanların canları pahasına hak talep etme noktasına geldik dayandık. Zaten memleketin en köklü halklarından birini önce hiç tanımaz sonra da zorla ancak ‘sorun’ diye kodlarsan, işin içine türlü çeşit dış aktörün dahil olacağı kadar uzun zaman hiçbir meseleyi çözmez, savaşı durduramazsan, irade koyabileceğin ânı çoktan kaçırmışsındır demektir.