Muhtıranın gölgesinde yapılan 2007 genel seçimleri, seçim öncesi işletilen antidemokratik sürece de tepki olarak algılanabilecek bir biçimde, CHP-MHP ve ordu ittifakının yenilgisiyle sonuçlandı. Seçimlerin ardından gündeme gelen anayasa değişikliği de demokratikleşme yönünde adım atmak isteyen kesimler için bir tartışma zemini yarattı. Bu zeminin gerçekten ne kadar verimli ve tartışmalara katkı sunacak şekilde kurulduğuna dair ciddi soru işaretleri halihazırda mevcut. Öte yandan, Kuzey Irak’a askeri operasyon düzenlenmesinin gündeme alınması, demokratikleşme yönündeki beklentilerin kırılmasına yol açarken ciddi bir baskı sürecinin de işaretlerini taşıyor.
Sayı 04 – Ekim 2007
Kamala Visweswaran, bu makalede feminist teorinin, cinsiyet temelli sığınma vakalarının değerlendirilme biçimine yönelik eleştirilerini ele alıyor. Visweswaran’a göre Güney Asya insan hakları izleme raporları, cinsiyet temelli sığınma talepleri değerlendirilirken kültürün ataerkil özellikleri ile sabitlenmesine ve böylece müdahaleci bir savunuculuk anlayışının geliştirilmesine temel oluşturuyor. Yazara göre, kültürel pratiklerin kadınların toplum içerisindeki statülerini yansıttığı söylenebilir; ancak cinsiyet temelli sığınma vakalarının değerlendirilmesinde, sadece kültüre odaklanmak yerine kadın haklarının yok sayılmasına neden olan siyasi sistemlerin ve siyasal sistemler ile kültür arasındaki ilişkinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Moderatörlüğünü Prof. Dr. Nükhet Sirman’ın (Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü) yaptığı “Kampanyaları ve Tartışmaları ile 2007 Genel Seçimleri ve Sonrası” başlıklı sohbetimize Av. Fatma Benli (Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği- AKDER), milletvekili Sabahat Tuncel (DTP), Av. Eren Keskin (Gözaltında Cinsel ve Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu), Av. Hülya Gülbahar (Kadın Adayları Destekleme Derneği – KADER), Ayşe Tükrükçü (2007 genel seçimleri bağımsız milletvekili adayı) ve Zeynep Kutluata (Feminist Yaklaşımlar) katıldı. Seçim sürecinin ve sonrasının kadınlar açısından değerlendirildiği sohbette, ağırlıklı olarak seçim sürecinde kadınlar tarafından yürütülen kampanyalar ve yeni mecliste yer alan kadın milletvekillerinin birbirleriyle ve kadın hareketiyle ilişkisi üzerinde duruldu.
Yerinden edilme/zorunlu göçün, kadınlar ve erkekler için farklı deneyimleri ifade ettiği söylenebilir. Özellikle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç vakalarında kadınlar -sosyoekonomik olarak daha da güçsüzleşmenin yanı sıra- hukuk ve düzenin yerle bir olması nedeniyle daha fazla cinsel şiddete maruz kalma ihtimali ile karşı karşıyadır. Bu nedenle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç sürecinde yaşanan hak ihlallerinin tazminine ilişkin hukuki mekanizmaların ve sosyoekonomik yapının yeniden tesisini amaçlayan hükümet politikalarının toplumsal cinsiyet bileşenini dikkate alması gerekmektedir. Bu makale çerçevesinde, Türkiye’de ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerde özellikle 1990’lı yıllarda meydana gelen zorunlu göç süreçlerine ilişkin olarak 2001 sonrasında hükümet tarafından geliştirilen yasal ve idari mekanizmalar, toplumsal cinsiyet perspektifinden ele alınmaktadır. Ülke içinde yerinden edilme ile ilgili mevzuatın oluşumuna kaynaklık eden tarihsel arka plan değerlendirilmekte, feminist hukuk metodolojileri ekseninde Türkiye’deki yasal ve idari mekanizmaların, toplumsal cinsiyet adaletini sağlama potansiyeli tartışılmaktadır.
Cynthia Cockburn geçtiğimiz aylarda, From Where We Stand: War, Women’s Activism & Feminist Analysis başlıklı son kitabını yayımladı. Metis Yayınları tarafından Türkçeye de çevrilmekte olan kitap, dünyanın çeşitli yerlerinde çatışma bölgelerinde yaşayan ya da bu bölgelerdeki kadınlara destek veren diğer kadınların savaş karşıtı eylemleri üzerine yoğunlaşıyor. Kitabının ilk bölümünde aktivist kadınlarla yapılan görüşmelerden oldukça zengin metinler sunan Cynthia Cockburn, ikinci bölümde bu görüşmelere dayanarak kadınların aktivizmlerinin politik ve teorik çerçevesini aktarıyor. Örgütlenme modellerinin yanı sıra, milliyetçilik, militarizm ve pasifizm gibi dünyanın hemen her yerinde kadın hareketlerinin tartıştığı temel konularda görüşme yaptığı kadın gruplarının duruşlarını anlatıyor. Tüm bu tartışmalar, Türkiye kadın hareketi açısından da önemli bir yerde duruyor.
Cynthia Cockburn’le yeni çıkan kitabı vesilesiyle, kadın hareketi açısından oldukça çetrefilli olan bu konular bağlamında, internet üzerinden yaptığımız söyleşiyi aşağıda yayımlıyoruz.
Terörle Savaş, “İslamcı Öteki’nin nefreti ve şiddetiyle tehlikeye attığı Batı” tanımı aracılığıyla beyazlığı oluşturan pratikleri yeniden şekillendiriyor. Eleştirel ırk kuramcıları ve feminist kuramcılar uzunca bir süredir, “beyazlık”ı toplumsal olarak inşa edilen ve tarihsel bir bağlamı olan, doğası gereği istikrarsız bir öznellik biçimi olarak tanımlıyor. Beyazlığın, Batı’nın sosyopolitik kategorisi ile toplumsal bir kimliğe eşitlenmesi, bilhassa sömürgeci ve emperyalist projelerdeki uygulamaları nedeniyle sorunlu bulunmuştur. Bu kuramcılar, Batı’nın ekonomik ve politik gücünün, beyaz öznelerin Öteki’nin doğasını tanımlamaya çalışırken dahi kendilerini yüceltmelerini olanaklı kıldığını da belirtirler. Bu makale, üç feminist metnin; Terörle Savaş’ın hâkim söyleminin ve onun beyazlığı (yeniden) yapılandırmasının nasıl değerlendirildiğini incelemektedir.
Geçtiğimiz seçim döneminde ve sonrasında, kadınlara siyasi alanda “pozitif ayrımcılık” yapılması ve kota meselesi çok tartışıldı. Nazik Işık “Siyasette Eksik Temsil Krizini Çözmeye Yönelik Bir Adım: ‘Pozitif Ayrımcılık’ Değil ‘Geçici Özel Önlem’ Olarak Kota” başlıklı makalesinde, kota konusunu politik olarak kavramsallaştırırken, farklı söylemler içinde olumsuz bir anlam yüklenebilen “Pozitif Ayrımcılık” yerine “Geçici Özel Önlem” şeklindeki kavramsallaştırmayı öneriyor: Cinsiyetçiliğin erkekler lehine işleyen mekanizmalarına kadınlar lehine bilinçli politik müdahale gereklidir ve bu müdahale de çeşitli alanlarda alınacak önlemlerle şekillenebilir. Kadınların siyasi alanda temsilini artırmak üzere alınan “geçici özel önlemler”in de bu çerçeveden değerlendirilmesi gerekir.
“Öyle mıncır mıncır tabağındakilerle oynaşarak, peçeteleri konfeti yaparak geçmez bu hayat…”
Sigara katranı sesiyle böyle buyurdu masanın karşısındaki kadın. Kaçın kurası kadın. Zamansızdı ifadesi, mürdüm rengine boyalı dudakları, kalın sürmeli gözleri, pırltılarla ve tabaka tabaka boyaylı kaplı cildiyle her çağa ait olabilirdi. Kimseye müdana etmemekle kazanılmış tek kişilik bir özgürlüğe sahipti ne de olsa. Yıllanmış yalnızlığına kimseleri buyur edemeyecek kadar bencil, ölüme yakın duran yanıyla da hayata fazlasıyla sakildi.