2008 yılının son aylarında alevlenen İsrail-Filistin Savaşı ya da İsrail’in Gazze çıkartmasıyla birlikte 2000’li yılların ileri teknoloji savaş takımlarıyla birkaç saniyede nasıl milyonlarca hayatın yok edilebileceğini ve yine ileri teknoloji haberleşme imkânları ile bu birkaç saniyelik yok etme eyleminin nasıl tüm dünyaya seyirlik bir malzeme sunabileceğini birkez daha görmüş olduk. Yirmi iki gün süren saldırılarda bin üç yüzden fazla kişi öldürüldü; on binlerce kişi evsiz kaldı; dört bin bina yıkıldı. Geride kalanlar için ise hayatın nasıl devam edeceğini zaman gösterecek. Savaşın kendisi kadar savaşı lanetleme girişimleri de üzerine düşünülmesi gereken konulardan birisi. Hele söz konusu kınama kampanyaları, İsrail’e savaş tatbikatları konusunda lojistik destek sunan Türkiye’de olunca bu konu ister istemez dikkatleri üzerine çekiyor.
Sayı 07 – Mart 2009
Yazıda, Türkiye’de popüler müzikte ‘kadın’ müzisyen olma durumu ele alınıyor ve aslen cinsiyetçi algıların ve müdahalelerin kadınların bu alandaki varoluş biçimlerine getirdiği sınırlar üzerinde duruluyor. Kadın enstrüman icracılarının erkeklere oranla çok daha az oluşunun nedenleri, kadın grubu oluşumları, kadın müzisyenlerin sadece kadınların icracı olduğu müzik gruplarında çalmayı tercih etmeleri, bu çalışma kapsamında yapılan görüşmelerde öne çıkan tartışma noktalarını oluşturuyor. Bunun yanı sıra, şarkıların ve video kliplerin analizleri doğrultusunda, kadın müzisyenlerin toplumsal cinsiyet kalıplarının dışına çıktıklarında ya da ataerkil normları ve davranış biçimlerini sorguladıklarında karşılaştıkları sansür ve yasaklamalara dikkat çekiliyor.
Belki de her şey bu havanın yüzündendi. Üniversiteye gitmek üzere koyulmuştu yola. Adımları otomatikleşmiş bir düzende o bildik rotada kendince ilerliyordu. Derken köşeyi döndü ve bahara çarptı. Dalında yeni açmış çiçekleri, tatlı güneş ışınlarına karşı mayışmış kedileri, ışıltılı denizde bata çıka ilerleyen balıkçı teknelerini, her şeyi aynı anda fark etti. Baharı her hücresinde bildi. Derken köşeyi dönünce mevsimin müdavim çiçekleri alacalı bir selama durdular. “Adaların mimoza” bir yanda, “Mor sümbüle gel” diğer yanda. Kırlardan koparılmış kılıklı papatyaların sevimli cazibesindense bahsetmeyelim bile.
Bu yazı, yirminci yüzyıl başı Osmanlı toplumundaki barış hareketinin tarihine mütevazı bir adım; daha doğrusu, bu alanda yapılacak çalışmalar için bir eylem çağrısıdır. Yazıda, Zabel Yesayan’ın çoğunlukla göz ardı edilmiş bir eserini, Pavagan E’yi (Yeter!), onun militarizm ve ırkçılık karşıtı duruşunun bir manifestosu olarak okumaya çalışacağım. Pavagan E ilk kez 1922 yılında Viyana ve Berlin’de Arek (Güneş) dergisinde tefrika halinde basılmış daha sonra 1925’te İstanbul’da yayınlanan Yerp Aylevıs Çen Sirer, Koğı, Vebı derlemesinin ikinci baskısında yer almıştır. Muhtemelen 1912 yılında kaleme alınmış olan bu hikâyede Zabel Yesayan, Birinci Balkan Harbi özelinde savaşa ve militarizme karşı tepkisini dile getirmiştir. Bu yazıda Pavagan E’yi Yesayan’ın yaşamöyküsü, eserleri ve barış aktivizmi bağlamında okuyarak, Yesayan’ın feminist antimilitarist düşünce ve hareketin öncülerinden bir Osmanlı Ermeni aydını olduğunu göstermeye çalışacağım.
Leyla Neyzi ile yaptığımız söyleşide, sözlü tarih çalışmalarından yola çıkarak, Türkiye’de Yahudilik ve Sabetaycılık üzerine konuştuk. Yahudilerin ve Sabetaycıların Cumhuriyet projesine nasıl eklendikleri, bu proje tarafından ne kadar kapsanıp ne kadar dışarda bırakıldıkları konusundan hareket ederek, bugün Yahudilerin ve Sabetaycıların kimliklerini nasıl görünür kıldıkları noktasına değinmeye çalıştık. Yahudiler için “kapalı” bir cemaat olmanın ve Sabetaycılar için kimliğini yok saymak zorunda kalmanın hangi tarihsel ve sosyal koşullar bağlamında gerçekleştiği sorusunu açmaya çalıştık.
Beki Luiza Bahar, 1926’da İstanbul’da doğdu. 11 yaşındayken ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti. T.E.D. Ankara Koleji’ni bitirdi. 1948 yılında evlendi. Üç çocuğu oldu. 1980 yılında ailece İstanbul’a taşındılar; halen İstanbul’da yaşıyor.
Şair, araştırmacı ve oyun yazarı olan Beki Bahar’ın ilk yazısı 1958’de Haftanın Sesi’nde, ilk şiiri 1959’da Varlık Yeni Şiirler Antolojisi’nde, ilk öyküsü 1964’de Çağdaş dergisinde yayımlandı. İlk oyunu Alabora, 1970’de Ankara Devlet Tiyatrosu Yeni Sahne’de sergilendi. Pek çok dergide ve gazetede (Şalom, Eflatun, Tiryaki, Göztepe, vb.) denemeleri, araştırma yazıları, gezi notları, şiirleri ve tiyatro eserleri yayımlandı. Kendisinin ayrıca, şiir, oyun ve araştırma kitapları da bulunuyor.
Yaptığımız söyleşide, Beki Bahar’ın hayat hikâyesinden yola çıkarak, Türkiye’de Yahudi bir kadın olma deneyimini nasıl yaşadığı ve bu deneyimin tarihsel olarak nasıl şekillendiği üzerine konuştuk.
Mirjam Hader Meerschwam, bu makaleyi kendisinden Gazze saldırısı ve İsrail-Filistin sorunu üzerine fikirlerini içeren bir yazı talep etmemiz üzerine kaleme almıştır. İsrailli feminist yazar bu yazıda İsrail’deki politik ve askeri gelişmeleri toplumun militer yapısı içinden anlamlandırmakta; üyesi olduğu New Profile örgütünün bu gelişmelerle ilgili yorum ve bakış açısını iletmektedir.
Yazar, İsrail’in militer ortamında ordunun ve askerlik görevinin “topluma bir katkı” olmadığını düşünmenin zorluğundan bahsetse de gün geçtikçe daha çok İsraillinin vicdani/ideolojik/ekonomik nedenlerle askeri görevin gerekliliğine inanmadığını belirtmektedir. Bir İsrailli olarak İsrail’in baskıcı politikalarına karşı durmayı içinde bulunulan kültürü eleştirel olarak algılayabilmeye bağlar ve “herkesin kendisi hakkında düşünmesi, masum olmayabileceğini öğrenmesi” gerektiğini vurgular.
Rela Mazali “Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm” adlı makalesinde İsrail’de bir Yahudi olarak kendi gözlemlerinden ve deneyiminden yola çıkıp kendisinin de bir parçası olduğunu söylediği egemenliği sorguluyor. Yahudilik kimliğinin nasıl karmaşık ve çelişkili süreçler içinde kurulduğunu ve militarizmin nasıl bu kimliğin kurucu unsurlarından biri olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bunları yaparken ise okurla gerçekten ve herkes için özgür bir dünya kurmanın yollarını ve kendi feminist antimilitarist bakışını paylaşıyor.