Türkiye’de demokrasi kültürünün, seküler alanın ve farklı olana saygının gitgide daraldığı bu dönemde cinsiyetçi şiddetin de artışına tanık oluyoruz. Böylesi bir dönemde, şüphesiz en ağır darbeyi alan alanların başında kadın ve LGBTİ+ hakları geliyor. Şiddetin sıradanlaşması yeni değil elbet, kendine meşruiyet zemini bulması ise dönemin ruhuyla örtüşüyor. Giyim kuşamımız, oturup kalkışımız, yürüyüş biçimimiz, makyajımız ve de içtiğimiz sigara… her an herhangi bir erkeğin saldırısı için tahrik sebebi olabiliyor. Bu tahrik sebepleri hem toplumsal alanda hem de hukuk sistemi içinde kendine taraf bulabiliyor.
Sayı 33 – Ekim 2017
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından beri eğitimde birçok yapısal değişikliğe başvurmuş ve ciddi tartışmalara neden olan müdahaleler gerçekleştirmiştir. Tartışılan AKP eğitim politikaları arasında sınav sisteminden müfredat içeriğine, okul kıyafetlerinden eğitimin özelleştirilmesine kadar birçok konu yer almaktadır. Bu yazıda son 15 yılda gerçekleşen birçok değişiklikten biri olan değerler eğitimi mercek altına alınmıştır. Yazı, değerler eğitiminin uygulanma şekli ve konfigüre edilişi ile eğitimde dinin nasıl daha çok vurgulandığını ve toplumsal cinsiyetin bundan nasıl etkilendiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Yazı değerler eğitimi örneği üzerinden eğitimde pedagoji ve bilimsellikten uzaklaşıldığını göstermeyi hedeflemektedir.
Türkiye’de laikliğin belirleyici ilke olarak görünür bir şekilde eridiği, seküler alanların gittikçe daraldığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönemde, kadın ve LGBT+ hakları çok ciddi düzeyde darbe alıyor. Serpil Sancar ile yaptığımız bu söyleşide içinde bulunduğumuz siyasi konjonktürden hareketle, laiklik ve sekülarizm karşıtı politikalar ile cinsiyetçilik arasındaki ilişkiyi, dolayısıyla sekülarizm ve laiklik ile feminizm arasındaki ilişkiyi ele aldık. Söyleşide sekülarizm ve laiklik terimlerinin Türkiye bağlamında/tarihselliğinde ne anlama geldiğini, Batı’da din ile devlet, siyaset, kamusal arasındaki ilişkileri tanımlamak üzere ne tür tartışmaların yapıldığını, bu tartışmaların Türkiye’deki süreci analiz etmeye katkı sunup sunmadığını tartıştık. Son olarak, laiklik konusunun Türkiye’de kadın hareketi içinde nasıl gündeme geldiğine, ne tür bir gerilim hattı oluşturduğuna değindik.
Ülkemizde cinsiyetçi şiddetin ve kadına yönelik erkek şiddetinin hız kesmeden arttığı bir toplumsal ortamda kadınlar, LGBTİ+'lar giydikleri kıyafetler, oturuş kalkış biçimleri nedeniyle park, toplu taşıma araçları, okul gibi gündelik hayatlarımızın geçtiği mekânlarda pervasız bir şiddetin hedefi haline geliyor. Çocuklara yönelik cinsel istismar haberlerine her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bu cinsel şiddet iklimi yaygınlaşırken kadınları, çocukları ve LGBTİ+’ları ilgilendiren pek çok kanun maddesinde değişiklik yapılıyor. Bu hukuki düzenlemeler cinsel şiddeti geriletmek yerine daha da artıracağı tartışmalarıyla birlikte ilerliyor. Mor Çatı Kadın Sığınağı kurucularından avukat Canan Arın ile yaptığımız söyleşide cinsel suçlarda ve kadın hakları alanında yapılan kanun değişiklikleri ve bunların olası etkileri/sonuçları üzerine konuştuk.
Bu makalede 11 Eylül 2001 sonrası yürütülen “teröre karşı savaş” ile hem ABD’de hem de savaş sonrası yeniden yapılandırılan ülkelerde uygulanan neoliberal politikaların toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerinin yeniden inşasına etkisi tartışılmıştır. Analiz süresince esas olarak Afganistan (2001) ve Irak (2003) Savaşlarını kapsayan süreçler ile George W. Bush dönemine odaklanılmıştır. Bu süreçlerde kullanılan neo-oryantalist söylemlerin kadınlara ilişkin savaş retoriklerinin üretilmesini, Müslüman kadın imgelerinin yeniden inşasını ve çeşitli eşitsizlik eksenlerini nasıl şekillendirdiği üzerinde durulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme sürecinin milliyetçilik aracılığıyla işlemeye başladığı aşamada oyunculuğa başlayan Afife Jale, Müslüman Türk kimliğini gizlemeden sahneye çıkan ilk kadın oyuncudur. Sahneye çıktığı yıllarda, Müslüman kadınların tiyatrocu olması kabul görmediği için resmi kovuşturmalara maruz kalmıştır. Afife Jale’nin kısa süren sanat yaşamı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına kadar uzanmış, fakat bu yeni dönemde Türk kadın oyuncular desteklenirken Afife Jale göz ardı edilmiştir.
Bu makale Afife Jale’nin sanat yaşamını ağırlıklı olarak modern milli tiyatronun kurumsallaşma hamleleri bağlamında ele almakta ama bu hamlelerle eş zamanlı işleyen kimlik –özellikle de ulusal kimlik ve kadın kimliği– inşa süreçlerine özel bir yer ayırmaktadır. Çünkü kendisine sırt çevrildiği dönemde Afife Jale, inşa edilmeye çalışılan modern kadın kimliği ile tam bir uyum içinde değildir. Bu anlamda Afife Jale’nin sanat hayatı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında inşa edilmeye çalışılan tiyatrocu kadın kimliğinin niteliklerinin ve kadın özgürlüğünün sınırlarının görünür kılınmasına da katkıda bulunmaktadır.