En umulmadık ve katlanılmaz şeyler, insanın kafasına balyoz gibi iner. Ülkede Balyoz Operasyonu’nun başladığı sıralarda benim kafama balyoz gibi inen başka bir gelişme vardı. Pınar’ım, uyanıkken gördüğü bir kâbusu andıran ‘Mısır Çarşısı Davası’nın içine çekilmeye çalışılıyordu bir kez daha. On iki yıl ve iki beraat sonrası bir kez daha. Sayısız rapor “bomba değil, gaz kaçağı” demişken, Pınar bomba ya da gaz kaçağı olmasıyla bile ilgisi olmayacak bir yerde başına örülen bu komployu televizyon ekranlarında izlemişken bir kez daha.
Bu yazıda, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve barışın inşa edilme sürecinin toplumsal cinsiyete duyarlı hale getirilmesi gerektiği ve kadınların söz konusu sürecin aktif özneleri oldukları öne sürülmektedir. Milliyetçilik, militarizm ve bizzat savaşın kendisi cinsiyetlendirilmiş süreçlerdir. Dolayısıyla savaşa yol açan koşulların ortadan kaldırılması ve barışı inşasını mümkün kılacak süreçlerin hayata geçirilmesinin de toplumsal cinsiyete duyarlı olması gerekir. Milliyetçiliğin, militarizmin cinsiyetlendirilmiş süreçler olması sadece algı dünyalarıyla ya da kültürel süreçlerle sınırlı etkide bulunmaz; savaşın tahribatlarından kadınlarla erkeklerin farklı şekillerde etkilenmelerine de yol açar. Dolayısıyla savaşın etkilerinin cinsiyete göre de ayrıştırılması önem taşır. Öte yandan kadınların sürece özneler olarak katılmalarının tek gerekçesi savaşın tahribatının kadınlar açısından da saptanması ve bunları telafi edecek politika ve programların oluşturulması ile ilgili değildir. Barış, yeni ve farklı bir toplum tahayyülünü gerektiriyorsa, kadınların özneler olarak katılımı zorunludur. Kaldı ki kadınların devletle, milliyetçi kurgu ve projelerle, militarizmle ilişkilenme biçimleri erkeklerden farklıdır ve sürece farklı bir bakış açısı sunabilirler. Nitekim, ülkemizde de durum budur. Bugün kadınların barış sürecine eklemlenmeleri ulusal popüler düzlemde esas olarak annelik söylemi üzerinden yürütülüyor olsa da gerçekte 1990’lı yılların sonlarından bu yana yaklaşık on yıldır kadınlar yoğun bir şekilde bir araya gelmenin koşullarını yaratıyorlar. Bu buluşmalar önemli bir deneyimin birikmesine yol açtı.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözüm olanakları tartışılırken cinsiyetçilikle kendini besleyen militarist yapının geriletilmesinde ve barışın toplumsal olarak inşa edilmesinde feministler olarak nasıl bir rol oynayabiliriz? Savaşa ve militarizme, doğamız gereği barışçıl olan kadınlar olarak değil de Türkiye’de yaşanan savaşı göç, tecavüz, şiddet ve ölüm olarak tecrübe eden kadınlar olarak karşı çıktığımızı ve çıkmamız gerektiğini nasıl daha yüksek sesle dillendirebiliriz? Bu sorulara yanıt ararken feminist akademisyen ve barış aktivisti Nazan Üstündağ ile son dönem yürütülen tartışmalar ekseninde barış sürecinde muhalif hareketlerin ve kadınların rolü üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşinin kadınlar arasında yürütülen tartışmalara katkı sunmasını umuyoruz.
Bu yazı, yirminci yüzyıl başı Osmanlı toplumundaki barış hareketinin tarihine mütevazı bir adım; daha doğrusu, bu alanda yapılacak çalışmalar için bir eylem çağrısıdır. Yazıda, Zabel Yesayan’ın çoğunlukla göz ardı edilmiş bir eserini, Pavagan E’yi (Yeter!), onun militarizm ve ırkçılık karşıtı duruşunun bir manifestosu olarak okumaya çalışacağım. Pavagan E ilk kez 1922 yılında Viyana ve Berlin’de Arek (Güneş) dergisinde tefrika halinde basılmış daha sonra 1925’te İstanbul’da yayınlanan Yerp Aylevıs Çen Sirer, Koğı, Vebı derlemesinin ikinci baskısında yer almıştır. Muhtemelen 1912 yılında kaleme alınmış olan bu hikâyede Zabel Yesayan, Birinci Balkan Harbi özelinde savaşa ve militarizme karşı tepkisini dile getirmiştir. Bu yazıda Pavagan E’yi Yesayan’ın yaşamöyküsü, eserleri ve barış aktivizmi bağlamında okuyarak, Yesayan’ın feminist antimilitarist düşünce ve hareketin öncülerinden bir Osmanlı Ermeni aydını olduğunu göstermeye çalışacağım.
Mirjam Hader Meerschwam, bu makaleyi kendisinden Gazze saldırısı ve İsrail-Filistin sorunu üzerine fikirlerini içeren bir yazı talep etmemiz üzerine kaleme almıştır. İsrailli feminist yazar bu yazıda İsrail’deki politik ve askeri gelişmeleri toplumun militer yapısı içinden anlamlandırmakta; üyesi olduğu New Profile örgütünün bu gelişmelerle ilgili yorum ve bakış açısını iletmektedir.
Yazar, İsrail’in militer ortamında ordunun ve askerlik görevinin “topluma bir katkı” olmadığını düşünmenin zorluğundan bahsetse de gün geçtikçe daha çok İsraillinin vicdani/ideolojik/ekonomik nedenlerle askeri görevin gerekliliğine inanmadığını belirtmektedir. Bir İsrailli olarak İsrail’in baskıcı politikalarına karşı durmayı içinde bulunulan kültürü eleştirel olarak algılayabilmeye bağlar ve “herkesin kendisi hakkında düşünmesi, masum olmayabileceğini öğrenmesi” gerektiğini vurgular.
Rela Mazali “Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm” adlı makalesinde İsrail’de bir Yahudi olarak kendi gözlemlerinden ve deneyiminden yola çıkıp kendisinin de bir parçası olduğunu söylediği egemenliği sorguluyor. Yahudilik kimliğinin nasıl karmaşık ve çelişkili süreçler içinde kurulduğunu ve militarizmin nasıl bu kimliğin kurucu unsurlarından biri olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bunları yaparken ise okurla gerçekten ve herkes için özgür bir dünya kurmanın yollarını ve kendi feminist antimilitarist bakışını paylaşıyor.
Şair ilk kitabı Rüzgâr Dolu Konaklar’da,
Mavi dövmeleri
Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle
Durup ateşe bakıyorlar
Rüzgâr estiğinde hepsi ürperiyor
Göğüsleri değiyor toprağa… diye anlatıyordu kadınları
O ilk kitaptan bugüne uzun zaman geçti, başka kitaplar, başka şiirler ve o başka şiirlerden başka kadınlar geçti.
Tanrı Görmesin Harflerimi, Onun Çölünde, Ayın Büyüttüğü Oğullar kitaplarında, çocuk, tanrıça, eş, şair, anne, ölüm, kız, kız kardeş ve tanrının duvarında bir harf oldu kadınlar.
Hangi surette olursa olsunlar, o kadınlar hem bu andan ve bu yerden seslenen, hem de çok uzak bir başlangıçtan bilgece fısıldayan kadınlardı.
Geçtiğimiz günlerde son kitabı İbrahim’in Beni Terketmesi gelince, Hacer’den bir sesleniş aradık dizelerde. Duyduğumuz dinsel olmaktan uzak bir ayinin ritmi oldu, aracısız bir hac, kendine ait bir miraç…
…
Gece bir sesin çağırdığı kadın
Göğe çekilmek için yürüdüğünde
Onu ezecek olan dişleridir zamanın
Onu ezecek olan duanın ve tapınmanın
Yaklaştırdığı Tanrıdır
…
Bejan Matur’la şiir, kadın, dil ve militarizm üzerine konuştuk.
Handan Coşkun “Her Şeye Rağmen Umut” başlıklı denemesinde, kişisel deneyiminden yola çıkarak, güncel siyasi olaylar ile militarizm ve savaşa ilişkin görüşlerini dile getiriyor. Kadınların, baskı, savaş ve militarizm koşullarında güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini söyleyen Handan Coşkun, her şeye rağmen umut taşımanın önemli olduğunun altını çiziyor.
Kadın savaşçılar, geçmişte ve günümüzde istisna olarak karşımıza çıkarlar. Bu makalede, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin çesitli dönemlerinde kadınların savaşta yer almasına ilişkin olarak kurulan söylemlerin analizi üzerinden, bu istisnanın anlamı ve içeriği üzerine yoğunlaşılmaya çalışılacaktır. Makale boyunca, 1806’nın, Kırım Savaşı’nın, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ve Milli Mücadele Dönemi’nin Kara Fatma(lar)’ı üzerine yoğunlaşılıyor. Kara Fatma(lar)’a ilişkin söylem savaşları bugün hala devam etmektedir. Bu nedenle, Kara Fatma(lar), yalnızca geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemindeki toplumsal cinsiyet sistemini anlamak için değil, güncel politikaların toplumsal cinsiyetle ilgili meselelere ilişkin farklı konumlanışlarını anlamak için de zengin bir alan oluşturmaktadır.
Militarizmin gündelik hayattaki tezahürlerini feminist bir perspektiften ele alan çalışmalarıyla tanıdığımız Cynthia Enloe ile Ocak 2007 tarihinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsünde gerçekleştirilen “Uluslararası Vicdani Ret Konferansı” öncesinde görüştük. Militarizmi anlamanın feministler için neden önemli olduğunu, antimilitarizmin feminizme neden muhtaç olduğunu ve militarizmin kadınların hayatlarına erkeklerinkinden farklı olarak nasıl etki ettiğini konuştuk; kadınların militarizm karşısında alabilecekleri çeşitli pozisyonlar konusunda tartıştık. Kendisine Amerika’daki savaş karşıtı hareketin durumunu ve Türkiye’deki antimilitarist hareketi nasıl değerlendirdiğini, bu bağlamda bir feminist