Charlotte Perkins Gilman “Sarı Duvar Kağıdı” adlı öyküsünde doğum sonrası depresyonu geçiren genç bir kadının, kadın cinsiyetine yönelik önyargılı tutumlar etkisiyle oluşturulmuş tedavilerle giderek kötüleşmesini ve akıl sağlığını kaybetme noktasına gelişini anlatır. Bilim ve teknolojideki gelişmeleri takiben gelen Sanayi Devrimi’nin de etkisiyle, ev ve iş alanları kesin sınırlarla ayrılır; toplumsal cinsiyet normları yeniden şekillenir. Egemen güç erkekleri işe gönderirken kadınları eve hapseder. Kadının yazmaması, üretmemesi, mümkünse düşünmemesi “normal”dir. Bu toplumsal kabul ve kalıpların sınırları dışına çıkan kadınlar kolaylıkla “deli” olarak etiketlenir, aynı durumda erkek cinsiyetinden bir bireye uygulanması uygun görülmeyecek tedavilere maruz kalabilir, akıl hastanelerine kapatılabilirler.
Edebiyatta mekân incelemeleri dualistik yapısı nedeniyle toplumsal cinsiyet kalıplarını çağrıştırmaktadır. Bu çalışmada, on dokuzuncu yüzyıl Amerika toplumunda, beyaz ırktan, orta-üst sınıftan eğitimli kadın grubunun, sosyal hayatta ve klinik ortamda maruz kaldığı toplumsal cinsiyet ideolojisinin, “Sarı Duvar Kağıdı” öyküsünde Gilman’ın mekânı kullanımıyla somutlaşması incelenecektir.*