1990’ların başlarında filizlenen LGBT hareketi, mücadele pratiğine farklı yöntemleri katarak ilerleyen bir toplumsal hareket oldu. 1990’larda devlet ve medya, aile vb. heteroseksist kurumlar ile ilişkilenmeyi reddeden birçok aktivist, 2000’lerle beraber, devlet ile anlaşmayı kabul eden, hak ve vatandaşlık düzleminde bir politikayı benimsediler. Bu yazı, LGBT hareketinin politik perspektif ve taleplerindeki değişimi inceleyerek, hem bugünkü haklar söyleminin bir tarihselliği olduğunu söylüyor hem de başka alternatifleri ve bunların sınırlarını düşünüyor. Haklar söyleminin temelinde, harekete katılan bireylerin mücadele pratiklerini zenginleştirmesinin, devletin LGBT derneklerine açtığı davaların hareketteki izdüşümünün, Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık sürecinin ve aktivistlerin mücadele pratiklerini performatif bir alanda konumlandırmalarının yattığını savunuyor.
Giriş
1990’ların başında bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaki aktivistin başlattığı LGBT mücadelesi şu an hem nitelik hem de nicelik bakımından azımsanamayacak boyutlara geldi. Birkaç inisiyatifin yerini kurumsallaşmış ve üye sayıları artmış örgütler aldı; ülkenin birçok yerinde ve çeşitli üniversitelerinde LGBTİ inisiyatifleri örgütlendi; Haziran 2013’de yapılan LGBTİ Onur Yürüyüşü on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşirken, CHP, DSP ve HDP belediye meclis adayları olarak LGBT bireyleri listelerine aldılar. Peki, bu süreç boyunca LGBT aktivistlerin devlet algısı ve devlet kurumları ile ilişkileri nasıl evrimleşti? Hareketin örgütlendiği 1990’ların başındaki tartışmalar neydi; bu tartışmalar hangi dönemlerde, ne şekilde biçimlendi? Bu yazıda, yukarıdaki soruları, 1994’ten bu yana yayımlanan Kaos GL dergisini tarayarak, Kaos GL, Lambdaistanbul ve Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Araştırmaları (SPoD) derneklerinin söylem ve pratiklerini inceleyerek ve çeşitli aktivistlerle görüşmeler yaparak cevaplamaya çalışıyorum. Kaos GL ve Lambdaistanbul, 1990’lardan bu yana mevcudiyet ve etkinlik bağlamında hareket için önemli iki dernek oldu. SPoD ise, yeni başlamakla birlikte, eskiden beri hareket içerisinde olan pek çok aktivist tarafından kuruldu ve meclis görüşmeleri, yerel yönetim ve siyaset akademileriyle devlet ile ilişkilenme bağlamında ayrı bir etki yarattı. Bu sebepler nedeniyle metni bu üç derneği ele alarak yazıyorum.
1990’larda her ne kadar LGBT hareketinin devleti dönüştürmeyi hedeflemesini savunan kişiler vardıysa da, önemli bir sayıda aktivist anarşist ve liberter bir çizgide, devlet kurumlarının bir parçası olmayı reddetme eğilimindeydi.[ii] 2000’ler ile beraber hareket hak ve vatandaşlık söylemini daha baskın bir şekilde kullanmaya başlıyor ve devlet kurumlarını, kanun ve düzenlemeleri dönüştürmeye çalışıyor. Yani, aktivistler politik bir mücadele hattı olarak devlet ile ilişkilenmeyi benimsiyor. Bu eklemlenme 1990 başlarında devleti reddeden bir çizgide olan birçok aktivist tarafından da kabul görüyor. Bu dönüşüm, hareketin daha fazla kişi ve talebi kapsaması, devletin harekete karşı tepkileri, Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası dinamikler ve aktivistlerin performatif mücadele perspektiflerini benimsemesi ile gerçekleşiyor.
1990’lar LGBT’lerin bir yandan kendilerine olan güven ve saygısını geliştirmeye, bir yandan da bir aradalık duygusunu pekiştirmeye çalıştığı bir dönem. Aktivistlerin farklı hareket ve derneklerle inşa etmeye çalıştıkları anlaşmalar ve koalisyonlar zayıf ve kırılgan. Yine de, bu dönemde yapılan toplantılar ve daha fazla bireyin bir araya gelerek sorunlarını tartışmaya açması, hareketin farklı mücadele pratiklerini eksenine katmasını sağlıyor. 2000’lerde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday ülke konumuna gelmesi ve bu doğrultuda demokratikleşmeyi hedefleyen yasa ve düzenlemelerin gerçekleşmesi, LGBT aktivistlerin kurumsallaşması için ufak da olsa bir alan açıyor.[iii] Son dönemde queer tartışmaların gündeme girmesi, mücadele perspektifi olarak tektip bir aktivizmin başarı sağlamayacağının düşünülmesine önayak oluyor. LGBT hareketi, giderek “biraz hegemonik, biraz yıkıcı”, performatif bir pratik olarak görülüyor. Aktivistler yapıbozumunu yaptıkları hegemonik güç ilişkilerinin hiçbir zaman dışında olmadıklarını; aksine, onların içinde çalışarak kurumları belirli bir dönüşüme uğratabildiklerini düşünmeye başlıyorlar.
“Devlet ile ve/veya devleti reddeden bir politik mücadele” sorunsalının, hegemonik güç ilişkilerinin LGBT’ler tarafından ne şekilde dönüşüme uğratılabileceğini tartışmaya açması nedeniyle önemli bir yerde durduğunu düşünüyorum. Bu tartışma, aynı mücadele alanında faaliyet gösteren aktivistler ve derneklerin kendi içlerinde fikirsel, pratik ve örgütsel olarak farklılaşmalarına neden oluyor. Bu soruyu tartışmak, LGBT aktivizminin süregelen toplumsal süreçler ile ne şekilde dönüştüğünü, bu süreçlere nasıl eklemlendiğini ve hareketin dinamizmini görmemiz açısından da yararlı. Bu sorunsala verilen farklı cevaplar, LGBT hareketinin sadece haklar temelinde bir söylem ve pratiğe sahip olmadığını ve bu söylem ve pratiğin belirli bir tarihselliği olduğunu görmemizi sağlıyor. Böylece haklar vurgusunun sınırlarını ve farklı mücadele pratiklerinin bu söylem ve pratiğe alternatif oluşturup oluşturamayacağını düşünmemiz açısından da önemli bir alan açılıyor.
Tarihsel Süreç
Türkiye’deki LGBT aktivizminin ilk adımları 1993 yılında İstanbullu bir inisiyatif olan Lambdaistanbul grubunun düzenlemeye çalıştığı uluslararası cinsel özgürlük etkinlikleri ile başlıyor. Fakat LGBT bireylerin sorunlarını Türkiye gündemine getirme amacı ile düzenlenen etkinlikler, İstanbul Valiliği tarafından iptal ediliyor. Bu süreçten kısa bir süre sonra LGBT bireyler arasında dayanışmayı yaygınlaştırmak için İstanbul’da Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği kuruluyor. İstanbul’daki oluşumu 1994 yılının Eylül ayında Ankara’da gey ve lezbiyen bir dergi yayımlamaya başlayan Kaos GL grubu izliyor. Kaos GL ve Lambdaistanbul grubu faaliyetlerini sırasıyla 1999 ve 2002 yıllarında kültür merkezlerini açarak geliştiriyorlar. Birer inisiyatif olarak faaliyet gösteren bu gruplar 2000’lerden sonra devlet tarafından tanınan derneklere dönüşüyorlar. 2005’te Kaos GL Derneği ve 2010’da, kapatılma davasının ardından, Lambdaistanbul yasal olarak tanınan dernekler oluyor. Şu an Pembe Hayat, Siyah Pembe Üçgen İzmir ve İstanbul LGBTT, Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Araştırmaları (SPoD) dernekleri ve birçok ilde ve üniversitede inisiyatifler cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerine çalışıyor.
1990’lar boyunca LGBT bireylerin düzenlediği birçok etkinlik ve toplanma belediyeler ve valilikler tarafından yasaklanıyor. Bu nedenle, 1996’da Kulüp Prive’de gerçekleşen ilk onur gecesi gibi, etkinlikler ve toplanmalar LGBT bar ve kulüplerinde gerçekleşiyor. Bu süreç, bireyler arasındaki bir aradalığı pekiştirerek, bu kişilerin 2000’lerde daha yerleşik topluluklar olarak ortaya çıkmalarına önayak oluyor. Bir araya gelme ve tartışma LGBT’lerin ihtiyaçlarının ve devletten taleplerinin 2000’lerde daha da belirginleşmesine yol açıyor. AB temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları (ILGA-Europe, COC, vb.) ile yapılan görüşme ve projeler kapasite inşası için önemli bir alan açıyor. LGBT bireyler, grup olarak, ilk kamusal eylemleri 1996’da Ankara’da yapılan 8 Mart Kadınlar Günü yürüyüşünde gerçekleştiriyor. 2001’de ise Kaos GL aktivistleri Ankara’da düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına kendi pankart ve sloganlarıyla katılıyorlar. 2003 yılında yaklaşık elli kişinin katılımıyla İstanbul’daki ilk onur yürüyüşü düzenleniyor. Onur yürüyüşleri her yıl haziran ayında düzenli olarak yapılmaya devam ediliyor ve her geçen yıl daha da kalabalıklaşıyor. Gezi Parkı protestoları sonrasında İstanbul’da düzenlenen 2013 LGBTİ Onur Yürüyüşü yaklaşık elli bin kişinin katılımıyla gerçekleşti. Şu an her yıl Ankara’da Kaos GL grubu tarafından Homofobi Karşıtı Buluşma ve İstanbul’da, Lambdaistanbul ev sahipliğinde, bağımsız bir grup tarafından Onur Haftası Etkinlikleri düzenleniyor.
İlk Dönem Devlet Eleştirisi
1990’larda LGBT örgütleri örgütsel, finansal zorluklar ve kapasite problemleri ile karşılaşıyor. Aktivistler, küçük bir grup olduklarını ve maddi ya da manevi olarak kendilerini ülke gündemini dönüştürebilecek aktörler olarak görmekte zorlandıklarını belirtiyor. Faaliyetler ve toplanmalar devlet kurumlarının sert tepkileriyle sonuçlanıyor. Örneğin, 1993 yılında Lambdaistanbul tarafından yapılması planlanan Cinsel Özgürlük Etkinlikleri İstanbul Valiliği’nin tepkisini çekiyor. Devlet görevlileri faaliyetin amacını eşcinselliği yaygınlaştırma ve normalleştirme olarak tanımlayıp kamu ahlakına ve geleneklere aykırı buluyor. Etkinlik kamu düzenini bozacağı gerekçesiyle iptal ediliyor. Organizatörler gözaltına alınıyor ve yurtdışından gelen katılımcılar sınır dışı ediliyor Harekete karşı negatif tepki sadece devlet kurumlarından değil, insan hakları alanında çalışan bazı dernekler, bazı feminist gruplar, sendikalar ve sol siyasetler tarafından da geliyor. Örneğin, İnsan Hakları Derneği Ankara ofisinde 1994 yılında toplanmaya başlayan GL aktivistlerin kurduğu Gey ve Lezbiyen Komisyonu dernek idaresi tarafından onaylanmıyor.[iv] Benzer bir şekilde, 1 Mayıs’taki LGBT varlığı bazı sosyalistler ve sol gruplardan zamanlı ve gerçek bir problem olmadığı ve politik olmadığı gerekçesiyle tepki topluyor.
[v]
Böyle bir ortamda, Kaos GL aktivistleri gey ve lezbiyenlerin devlet ve medya, aile vb. heteroseksist kurumlar ile ilişkilenmek yerine kendilerine güvenmeleri ve kendi alanlarını yaratmaları gerektiğini savunuyor. Örneğin, nefret suçlarına karşı yasa çıkarılması şu an devletten istenen bir talep olsa da, 1990’larda Kaos GL dergisindeki birçok yazar yaşanan ihlallere karşı öz-savunma birimlerinin kurulmasını ortaya koyuyor[vi]:
Eşcinsellerin örgütlenme sürecinde hayat bulabilecek öz-savunma komiteleri ve farklı yapılanmalar üzerine ayrıca düşünülebilir ve düşünülmeli! Bilinç en iyi öz-savunma aracınızdır. […] Kendine güven. Zaten bireysel olarak başka seçeneğin bulunmuyor. Başını eğme ve teslim olma. […] Güvenini dışarıya yansıt. Kolay bir hedef izlenimi verme. Birçok sitreyt kendi yaşı ve gücü ne olursa olsun, kafasındaki toplumsal ibne imajından yola çıkarak, senin yaşın ve gücünü hiç düşünmeden rahatça saldırı girişiminde bulunabilir. Kolay lokma olmadığını göster. Eğer istersen yaparsın. Unutma senin de kolların bacakların var. Sana saldıranlara sen de karşılık verebilirsin. Neden savunma tekniklerini öğrenmeyi denemiyorsun? Sinema ve parktan senin arkandan çıkanlara dikkat et. […] Yalnız çıkma! […] Laki (ahlâk polisi) ya da paparon (polis) sizi almak isterse mümkünse kesinlikle hızlıca koşun ve kaçın. […] Bir saldırının kurbanı olursanız, bunu bildirebilirsiniz! Ama kime, saldırının resmi kaynağına mı? Eşcinsellere yönelik suçlar, eşcinsellerin polise ya da resmi kuruluşlara şikayette bulunarak haklarını istemeyeceği inancıyla desteklenmektedir. Maalesef doğru. Bildiren, bir şey elde edemeyeceği gibi üstüne bir de hakaret ve aşağılanmaya maruz kalır. O zaman ne yapılabilir? Bireysel gücün varsa teşhir et. Unutma, eşcinsellik yasalara göre suç değildir. En iyisi kendi işini kendin gör. Kendini sev, kendine güven. Tek başına karşı duramıyorsan, kendin gibi olanları ara, bul. Birlikte karşı dur! Örgütlen! Örgütlen! Örgütlen! (Kaos GL, 1998, No. 51, s. 5)
O dönemde dergide çıkan yazılar üzerinden, öz-savunma vurgusunun, devlet ile anlaşmayı reddeden bir mücadele istemi ve devletin heteroseksist bir yapı olarak gayri meşrulaştırılması ile paralel ilerlediğini söyleyebilirim. Nitekim Kaos GL iktidarla ortaklaşma odaklı bir politikayı benimsemediğini açık bir şekilde belirtiyor: “Politik politika bağlamında, Kaos GL, ‘politik’ değil! Yani, parlamento ve iktidarla bir işi yok. İktidar perspektifi olmadığı gibi, varolan heteroseksüel erkek iktidarını da istemiyor. Politika, bir duruş, bir bakış olduğu ölçüde hayatın her alanında ve anında bir gerçekliğe tekabül eder. Kaos GL, heteroseksüel male power‘ın çizdiği bütün kategorileri reddeder: Kabul etmek gerekir ki bu politikadır.” (Kaos GL, 1994, No. 3, s. 20) Okul, aile, hastane vb. kurumlarıyla heteroseksizmi topluma aşılayan bir kurum olarak görülen devlet, aktivistler tarafından LGBT’ler için meşru bir anlaşma partneri olarak görülmüyor. Demokrasinin gelişmesinin yapısal ve kurumsallaşmış heteroseksizmin ortadan kalkacağı anlamına gelmediğini düşünen aktivistler, devleti dönüştürmenin ötesinde bir noktaya işaret ediyor:
“Feminizmin atağı karşısında geç kalan devlet kadın kurtuluş hareketi sonucunda ‘kadın realitesini’ kavradı ve iş, kadın bakanlığına kadar vardı. Heteroseksist devlet bir gün bize de sahip çıkarsa hiç şaşırmayacağız doğrusu! Biz eşcinselleri de doğrudan ilgilendiren durgunluk sürecinde, kadın hareketi, kendi önünü açamayınca (bu sorunun tartışması ayrı bir konu) Devlet Bakanı Alpago’yu savunma durumuna geldi. Rant peşinde koşan soytarılarla beraber kendilerine vatandaş arayan sivil toplumcular, birilerinin ‘allı, yeşilli, morlu’ geldiklerini söylüyorlardı. Oysa ne gelen vardı ne giden. Söz konusu olan, yanılsama ve sözde uzmanlarla sözcülerin pragmatizmleriydi. Lezbiyen ve gay bilincine sahip özgür bireyler ancak bir atılım gerçekleştirebilirler.” (Kaos GL, 1994, No. 1, s. 3)
Yukarıdaki yazı, bazı aktivistlerin, devletin LGBT birey ve örgütleri tanıyabileceğini düşündüğünü gösteriyor. Fakat bu tanınma ile grupların içerisinde yapısal, söylemsel ve pratik değişiklikler olacağı düşünülüyor. Aktivistler, devletin devamını sağlayan sivil toplum yapıları hâline dönüşmenin, devletin ötesinde bir dönüşümü sağlayabilmek için yeterli olmayacağını savunuyor. Benzer bir perspektiften, Batı deneyimi üzerine yazılarda, bazı aktivistler devlet ile anlaşmayı hedefleyen bir politikanın, hegemonik toplumsal cinsiyet ve sınıf normlarına uyum sağlandığı ölçüde bir alan açacağını ve bunun gettolaşmayı beraberinde getireceğini belirtiyor.[vii] Nitekim bazı yazarlar, evlilik ve askerlik hakkı gibi dönüşümleri, eşcinselleri heteroseksüel topluma asimile eden neoliberal stratejiler olarak düşünüp reddediyor.[viii] Devlete olan yaklaşım aile ve medya gibi kurumlara karşı da söz konusu. Bu kurumlar heteroseksist yapılar olarak tanımlanıyor ve mücadelede kullanılabilecek kanallar olarak düşünülmüyor.[ix]
Diğer taraftan, farklı LGBT mücadele pratiklerini savunan kesimlerin varlığını, 1996 yılında dergide çıkan “nasıl bir eşcinsel hareket” konulu tartışma ile görebiliyoruz. Bazıları anarşist ve özgürlükçü fikirlerden yola çıkarak, Marksist ve/veya liberal çerçevede yapılacak bir hak arayışını reddediyor.[x] Bu kişiler, devletten hak talep etmenin devletin bireyler arası ilişkiler üzerindeki otoritesi için meşru bir zemin yarattığı savunuyor. Bir başka grup ise Stalinist-Leninist pratikten uzak bir sosyalist ajandayı öne sürüyor.[xi] Bunların yanında, devletle anlaşmanın, onu ele geçirmenin ve siyasi partilerle çalışmanın gerekli bir mücadele pratiği olduğunu dile getiren kişiler de var.[xii] Bu son bakış açısı, 1990 sonları ve 2000 başlarında, aktivistlerin Türkiye’deki ve dünyadaki dinamikleri yorumlayıp pratiğe geçirmesiyle gerçekleşiyor.
Kaos GL dergisinin 1990’larda yayımlanan sayılarında, bazı aktivistlerin devlet ve iktidar yapılarıyla anlaşma, onlarla birlikte hareket etme ve devleti dönüştürme gibi mücadele pratiklerini reddettiklerini söyleyebilirim. Bunun yanında sosyalist ve liberal düzlemde bir politika yapılması gerektiğini düşünen birçok aktivist de var. Benim bu yazıdaki amacım, anarşist bir devlet kritiği yapan ve devleti dönüştürmekten öte bir politikayı savunan kişilerin 2000’lerden sonra liberal düzeyde bir hak ve vatandaşlık söylemini pratiklerine katmalarını anlamaya çalışmak. Ben, bu dönüşümü hareketin daha fazla kişi ve talebi kapsamasına, devletin derneklere ve etkinliklere karşı yürüttüğü davaların hareketi biçimlendirmesine, Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası dinamiklere ve aktivistlerin giderek performatif mücadele perspektiflerini benimsemesine dayandırıyorum.
Vatandaşlık ve Hak Söylemlerinin Gündeme Girişi
1990’ların sonuna doğru hak söyleminin Kaos GL dergisinde daha fazla yer aldığını görüyoruz. 1998’de yayımlanan 41. sayıda LGBT bireylerin haklarını demokratik rejimlerin vazgeçilmez bir parçası olarak gören Uluslararası Lezbiyen ve Gey Derneği (ILGA) Bülteni dergi sayılarında yer alıyor.[xiii] Benzer bir şekilde, çeşitli Kaos GL yazarları da haklar söylemini yazılarında görece daha fazla kullanmaya başlıyorlar.[xiv] Bir kitle hareketi olmak için yasalar tarafından tanınmanın ve kurumsallaşmanın önemine vurgu yapılıyor. Dernekleşmenin LGBT bireyleri aynı çatı altında toplayıp kurumsal bir kimlik kazanmakta önemli bir adım olacağı düşünülüyor.[xv]
Bu tartışmalar 1999 Helsinki Zirvesi’yle yeni bir ivme kazanan Türkiye’nin AB uyum sürecinde şekilleniyor. Kurumsallaşma ve yasal olarak tanınmak için devlet ile ilişkilenme, AB uyum sürecindeki hükümetlerin yasaları daha demokratik yapma arayışına paralel ilerliyor. Tabii bu süreç, LGBT’lerin devlet görevlileri tarafından denetim altına tutulmaya başlamasına da tekabül ediyor. Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Basın Ofisi’nin, Kaos GL dergisinin ofise bağlı olmamasından dolayı dava açması bu denetime güzel bir örnek. Dava nedeniyle, o zamana kadar fanzin şeklinde basılan dergi, yayın hayatına devam edebilmek için, Basın Ofisi’ne kaydını yaptıyor.[xvi] Kayıtlara geçen dergi, Başbakanlığa bağlı, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından sakıncalı olarak görülüyor. Bunun üzerine, 16 Şubat 2000 tarihinde, kurul derginin “küçüklere zararlıdır” ibaresi ile siyah plastik torba içerisinde satılmasına karar veriyor.[xvii] Derginin, ulusunu ve ailesini seven sağlıklı ve dengeli çocukların yetişmesini olumsuz etkileyeceğine kanaat getiriliyor. Kaos GL aktivistleri bu sebeplere, derginin pornografik bir yayın olmadığını ve eşcinselliğin sadece eşcinsel cinselliğinden ibaret olmadığını söyleyerek karşı çıkıyorlar. “Kendi cinsini sevmekten başka farkları olmayan bu ülkenin eşcinsel vatandaşlarının böyle bir ithamı hak etmediklerini düşünmekteyiz” diyerek kendilerinin de bu ülkenin vatandaşı olduğunu ve ülkede eşcinselliği suç olarak sayan yasaların olmadığını savunuyorlar.[xviii] LGBT aktivistlerin devlet ile karşılaşmaları ve yasal düzlemde belirli bir denetime tabi tutulmaları hareket içerisinde şekillenen hak ve vatandaşlık söylemini pekiştiriyor.
2000’lerle beraber hak taleplerinin eylemler ile kamusallaşmaya başladığını da görüyoruz. 2001 yılında Kaos GL aktivistleri 1 Mayıs gösterilerine kendi pankartları ile katılıp, Anayasa’nın 10. Maddesine cinsel yönelim ibaresinin girmesini talep ediyor. 2000 yılında Ankara’da toplanan LGBT aktivistler Batı deneyimini masaya yatırıp, Türkiye’de de LGBT derneklerinin ayrımcılık karşıtı yasalar için mücadele etmesi gerektiğini vurguluyor. Tabii bu yasal dönüşümlerin toplumsal düzlemde de karşılığını bulması gerektiği konusunda hemfikirler.[xix] Yıllık toplanmalarda, devlet kurumları ve Anayasa tarafından LGBT varlığının tanınmasına yönelik istekler sunuluyor. 2002’de yapılan 8. LGBT Buluşması’nda bir araya gelen kişiler devletten, evlilik hakkından çocuk evlat edinmeye, iş hayatında ayrımcılığa karşı yasalardan “genel ahlak” ve “yüz kızartıcı suç” gibi LGBT’lere karşı kullanılan yasaların kaldırılmasına kadar, birçok hak talebinde bulunuyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eşcinselliği psikoseksüel bir bozukluk olarak tanımlaması ifşa ediliyor ve askerlik hizmetini yapmak istemeyen kişilere sivil hizmet yapma hakkının tanınması talep ediliyor. Devlet tarafından tanınmış yasal derneklerin ve kurumsallaşmanın LGBT hareketi için önemi ele alınıyor.[xx] Bu tartışmalar Kaos GL ve Lambdaistanbul gruplarının dernekleşmesine giden yolda önemli süreçler olarak ele alınabilir ve LGBT’lerin kurumsal olarak devlet tarafından tanınma ve hak talep etme sürecine giriyorlar. Kaos GL ve Lambdaistanbul sırasıyla 2005 ve 2010’da resmi olarak tanınan dernekler oluyorlar.
LGBT bireylere karşı yasalarda kullanılan muğlak terminoloji eleştiriliyor, birçok kapatılma davasına dernekleşme özgürlüğü kapsamında karşı çıkılıyor ve cinsel yönelim ile cinsiyet kimliğinin Anayasa ile güvence altına alınması talep ediliyor. Taleplerin şekillenişi, LGBT hareketinin giderek vatandaşlık eksenini de bünyesine alan bir mücadeleyi pratik etmeye başladığını gösteriyor. LGBT’ler, gerek örgütsel gerekse bireysel olarak, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri farklı olsa da, heteroseksüel bireylerle eşit bir kapasite, yetenek ve failliğe sahip olduklarını savunuyor. Türkiye Futbol Federasyonu tarafından -askerlikten eşcinsel olduğu için muaf olan- Halil İbrahim Dinçdağ’a yapılan ayrımcılığın toplumsallaştırılması ve davanın LGBT dernekleri tarafından sahiplenilmesi, farklı ama eşitiz algısının politikleştirildiğine işaret ediyor. Tüm bunlara ek olarak, aktivistler Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, Nursuna Memecan ve Mehmet Sevigen gibi, parlamentodaki politik figürlerle iletişim hâlinde olup, nefret suçlarına karşı soru önergelerinin meclise sunulmasına önayak oluyorlar. SPoD, yerel yönetim ve parlamentoda LGBT bireylerin yer alabilmesi için Politika Akademisi seminerleri düzenliyor. Bu ve benzeri pratikler LGBT aktivizminin 2000’lerle beraber hak ve vatandaşlık söylemini mücadele pratiğine aldığını gösteriyor. LGBT aktivizminin tarihine baktığımızda, bu söylemin farklı kişilerin hareketi biçimlendirmesi, Türkiye’nin AB adaylık süreci ve devletin LGBT dernek ve dergilerine karşı tutumundan etkilendiğini söyleyebiliriz. Bunlara ek olarak, 2000’lerin sonlarına doğru, queer tartışmaların aktivistler arasında giderek daha fazla yaygınlaşmasının LGBT mücadelesini performatif bir pratik olarak düşünmeyi de beraberinde getirdiğini düşünüyorum.
“Biraz Yıkıcı, Biraz Hegemonik” Bir Mücadele Pratiği Olarak LGBT Politikası
1990’lar ve 2000’lerdeki çabalar, 2000’lerin sonuna doğru LGBT hareketinin daha da toplumsallaşmasını sağladı. Kendilerini sol ve sosyal-demokrat olarak tanımlayan politikacılar, meclis tartışmalarında LGBT bireylerin sorunlarına değinmeye başladılar. Bu süreçte en büyük ivme Gezi Parkı protestoları sırasında yaşandı. Futbol fanları, Antikapitalist Müslümanlar gibi gruplar ve protestolara bireysel olarak katılan kişiler ile diyaloglar, parklarda gerçekleştirilen forumlara aktif katılım ve protestolar boyunca LGBT bireylerin kalabalık içerisinde yer alması hareketin birçok anlamda önünü açan ve koalisyonlarını genişleten bir aşama oldu. Protestolar boyunca -her ne kadar süregelen parlamenter sistemin ve temsili demokrasinin eleştirisi yapılıyorsa da- LGBT aktivistler politik parti ve gruplardaki LGBT temsiliyetini artırmak için çaba gösterdi. Bu süreçteki ve önceki çabalar sonucu 30 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, HDP, DSP ve CHP, belediye meclis üyesi adayları olarak LGBT bireyleri listelerine aldılar. SPoD, belediye başkan adaylarının imzalaması için LGBTİ dostu belediye protokolü geliştirdi.[xxi]
Tüm bu gelişmeler LGBT aktivistler tarafından hoş karşılandı. 1990’larda devlet ile ilişkilenmeyi reddeden aktivistler bile politik partiler ve yerel yönetimler gibi çeşitli devlet kurumlarının LGBT bireylerle birlikte çalışmalarını memnuniyetle karşıladılar. Devlet kurumlarının yapıbozumunu yapıp reddeden aktivistler, kurumlar içerisinde LGBT varlığının oluşturduğu mücadele alanını daha çok kullanmaya başladılar.
Bana göre bu durum, hareket içerisinde LGBT aktivizminin giderek “biraz hegemonik, biraz yıkıcı” bir mücadele pratiği olarak görüldüğünü gösteriyor. Birçok aktivist devlet ile anlaşma ve onu eleştirme üzerine kurulan pratiğin bir yandan süregelen iktidar ilişkilerini yeniden üretmesine rağmen, bir yandan da bu ilişkileri dönüştürdüğünü düşünüyor. Queer tartışmalarının da giderek daha yaygınlaştığı son dönemde LGBT gündemi, aktivizmi performatif bir direniş alanında konumlandırmaya başladı. Önceden düşünülen, sistem içi-sistem dışı gibi ikilikler, queer tartışmalar üzerinden, reddedilmeye başlandı. Birçok aktivist, sistemin içinde ve dışında olma ikiliğinin problematik olduğunu vurgulamaya başladı. Nitekim bir LGBT aktivisti Gezi’nin böyle bir ikiliğin mevcut olmadığını göstermek için güzel bir örnek olduğunu savunuyor: “İnsanlar ilk başta politikaya yön vermek ve dönüştürmek için sokaklara çıkmasalar da [çıkış sebeplerini orantısız polis gücü olarak tanımlıyorlar] bağımsız ve spontane eylemlerinin politika yapımına direkt etkisi olduğunu gördü,” diyor. 1990’larda devlet, aile ve diğer kurumların eleştirisini yapan ve bunları heteroseksist yapılar olarak reddeden bir LGBT aktivisti bu dönüşümü şu şekilde açıklıyor:
“Mesela fon alma almama tartışması var ya… Sanki fon alma homojen, tektip bir şey ve alıyorsun; hemen başına bir şey geliyor; ilkelerine aykırı oluyor gibi düşünebilirsin. Ve bir kurum o fonu alınca sistem içi diyebilirsin ama o kurum o fonu nasıl alıyor; nerelerden alıyor; nasıl kullanıyor; yönetirken n’apıyor? Onların detaylarına girdiğinde gayet sisteme aykırı bir tavırla yapılabiliyor. […] Kendi kendimize biz sistemin dışındayız desen de, onlar seni tanıyor. Tamam mı? Bak gel, diyor. [Kaos GL dergisi] Matbaadan dağıtılmaya başlandı ve devlet senle ilişkilendiriyor. Hiçbir şey yapmazsan, gelecek seni cezaevine atacak, sen istemesen de. Yokmuş gibi davranamazsın bu ilişki. O ilişki içinde, sistem içi tartışmanın üretebileceği neler varsa, faydalanabileceğin, o ilişkiyi o faydalanacağın argümanlarla dönüştüreceksin. Ben anarşizmden uzaklaşma gibi görmedim hiçbir zaman. LİSTAG bunu gösteriyor. […] Aile kurumunu reddedelim derken, LİSTAG ortaya çıktı ve aile kurumunun dönüşen bir yer olduğunu gösterdi. Orada ‘reddediyoruz, hayır bizim için örgütlenmesin’ mi diyeceğiz? Zamanında bu tür tartışmalar yoktu ki, ben nereden bileceğim. O kadar dışındasın ki her şeyin; zaten içinde olabilir hâlini hayal edebileceğin bir şey yok. Hayat daha detaylı bir şey ve o detayları kalabalıklaştıkça, güçlendikçe, tartıştıkça buluyorsun. O zaman söylemsel düzeyde bir şey söylüyorsun. […] Ben radikal söylem yapacağım diye insanların başına geleceklerin sorumluluğunu almak saçma.” (Görüşme, Ses Kaydı, 21 Mart 2014)
Yukarıdaki anlatı, haklar söyleminin limitlerini gören ve liberal bir hak talebi mücadelesinin yapıbozumunu yapan bir aktivistin, bu hakların LGBT bireylere sağlayacağı imkânları göz ardı etmediğini gösteriyor. Aynı zamanda, performatif mücadele pratiklerinin aktivistler tarafından politik bir alan olarak kullanıldığını ortaya koyuyor.
Sonuç
1990’larda çeşitli topluluklarla başlayan LGBT hareketi, hiçbir zaman tektip bir hareket olmadı. Nitekim ideolojik zemindeki farklılıklar aynı örgüt içerisinde ayrık görüşlerde ya da dernekler/gruplar arası farklılaşmalarda görülüyor. Bu farklılaşmalar devlet ile ilgili algıların da farklılaşmasına neden oluyor. Bunların tartışılması LGBT hareketinin yelpazesini göstermesi açısından önemli olduğu hâlde, bu yazıya dahil etmedim. Bu yazıda, LGBT hareketini tarihsel bir perspektifte inceleyip, 2000’ler sonlarına doğru hareketin, “devlet ile ya da devleti reddederek bir mücadele” ikiliğinin ötesinde bir noktada konumlandığını savundum. Bu süreç, 1990’lardan bu yana LGBT bireylerin arasındaki tartışmalar, devlet kurumlarıyla yasal düzeyde yaşanan problemler, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ile şekillendi ve dönüştü. Devleti reddeden bir perspektife sahip bireyler, faillikleriyle bu kurumları değiştirebileceklerini, bu gelişmeleri yorumlayarak edindiler. Diğer taraftan, bu algılayış hak ve vatandaşlık düzleminde bir mücadele pratiğinin sınırlarını görmeyi yok etmedi. Bir yandan devletten hak talep etme mücadelesi içerisinde bulunma, diğer yandan da bu hakların eleştirisini yapma durumunu, eşcinsel evlilik ile ilgili tartışmalarda görüyoruz. Evliliği kurum olarak reddeden aktivistler, evlilik hakkının mücadelesini verebilecek bir hissiyatta olduklarını belirtiyor ama burada kalmıyor ve ekliyorlar: “Biz evliliği reddetme hakkımızı istiyoruz!”
[i]LGBT aktivistleri ve örgütleri politikalarını ve derneklerini tanımlamak için farklı kısaltmalar – LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel), LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel ve trans) veya LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) – kullanıyorlar. Bu yazıda dernek, toplanma gibi isimleri kişilerin dönemsel olarak kullandıkları şekliyle bırakıyorum. Yazının genelinde hareket için şu an baskın olarak kullanılan LGBT kısaltmasını kullanıyorum.
[ii] Bununla beraber, hareket içinde bulunan herkesin aynı istek ve taleplere sahip olduğu tek parça bir LGBT hareketinin olduğu söylenemez. Devlet ile ilişkilenme ve ilişkilenmeme konusunda farklı görüşler gerek örgütler içerisinde gerekse örgütler arasında süregelen bir durum. Örneğin, Gökkuşağının Kızılı ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi LGBT birimleri gibi oluşumlar sosyalist bir perspektifte devleti tanımlayıp ona göre politikalar üretirken; anarko-queer çizgiye daha yakın duran aktivistler de var. Tüm bu kişilerin görüş ve pratiklerini ele alan bir çalışma, LGBT aktivizmi ve devlet ilişkisini daha kapsamlı bir şekilde ele alabilecekse de, bu yazının sınırları dışarısında. Bu yazı yukarıda bahsedilen dernek ve yayınlar üzerinden yapıldı.
[iii] Diğer taraftan bu kurumsallaşmayı ve söylemsel ve pratik düzlemdeki değişimi Avrupa Birliği sürecine bağlamak belirli bir düzeye kadar açıklayıcı olsa da, bizi, LGBT bireylerin failliklerini yapısal gelişmelerin altında sessizleştiren ve önemsiz hâle getiren bir bakış açısına götürmemeli. Tam tersine, LGBT aktivistler 1990’lar boyunca sorun ve mücadele pratiklerini tartışan ve Türkiye’nin AB sürecine aktif bir şekilde dahil olup, süreci çözümleyip dönüştüren özneler olarak politika yapıyor.
[iv] İHD’de Neler Oluyor? İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu, Kaos GL, No. 6. s. 14, 1995.
[v]
Yalçınkaya, M. (2001) Kabahatlerimiz Ortaya Dökülürken: 1 Mayıs, Ceviz Kabuğu ve Tarkan, Kaos GL, No: 70, s.3-4
[vi] Bununla beraber bu durum sadece aktivistlerin devleti dışlayan bir politik mücadele hattı yaratmak istediklerinden dolayıdır denmeyebilir. Bir yandan da LGBT bireylere karşı polis teşkilatı gibi devlet kurumlarının kurumsallaşmış şiddeti de öz-savunma isteklerini belirleyen bir etkendir: “Eşcinsellerin maruz kaldıkları terör olaylarında belki de asıl önemlisi gayri resmi güçlerden, polis olmadığı halde kendini polis olarak tanıtan, tanıtma gereği ve rahatlığı duyabilen kişilerin gösterdiği şiddet olmalı. Nasıl olsa polis de aynısını yapıyor diyerek, polis kimliğinin arkasına sığınan bu insanların gücü nereden aldıkları anlaşılmakta. Bu durumda bu insanları polise şikayet etme olanağı ve anlamı da kalmıyor. Şu aşamada heteroseksist teröre karşı eşcinsellerin (özellikle eşcinseller olayın ört-bas edilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar) ve travestilerin öz-savunma birimleri oluşturmaktan (bu konunun açılımları ileriki sayılarda yapılacak) başka bir seçeneklerinin olmadığını düşünmekteyiz.” (Kaos GL, 1994, No. 1, s. 9)
[vii] Gay’e Efendisiz (1997), Daha Ne Zamana Kadar Seyredeceğiz, Kaos GL, No. 29, s. 3-4.
[viii] Başaran, Y. (1996) İp Cambazı Eşcinseller, Kaos GL, No. 18, s. 12-13. Özalp, Y. (1996) Moda Sendromları, Kaos GL, No.18, s.20; Gay’e Efendisiz, 1996, Kaos GL, No. 21, s. 4; Kaos GL, 1996, No. 29, s. 3.
[ix] Lambdaistanbul grubu devlet ve medya ile çalışmaya görece daha açık. Bu kurumların heteroseksist söylem ve pratikleri reddedilmiyor; fakat kullanılmaları, LGBT bireylerin daha geniş bir şekilde toplum tarafından tanınması için gerekli bir pratik olarak düşünülüyor. Diğer taraftan, bir Lambdaistanbul aktivistinin dediğine göre, insanlar küçük bir grup olmanın limitlerini biliyor ve bu kurumları değiştirebilecek güce sahip olmadıklarını düşünüyor.
[x] Evrim (1996) Gey Lezbiyen Hareketi Üzerine Düşünceler, Kaos GL, No.24, s.12; Özalp, Y. (1996) Belirleyici olan yaşam, Kaos GL, No. 25, s. 9.
[xi] Emil (1996) Düşünceler, izlenimler, göndermeler, taşlamalar, Kaos GL, No.25, s.12-14.
[xii] Güngör, 1994, Kaos GL, No.4, s.3-5; Kaos GL (1995) Yeni bir oluşuma doğru-Herkese merhaba, No. 10, s. 18; Barış Evren (1996) Nasıl bir eşcinsel hareket tartışmasına benden fikirler, Kaos GL, No. 24, s. 10.
[xiii] Kaos GL, 1998, No. 41, s. 30.
[xiv] Derya, G. (1998) Politik Düzlemde Eşcinsel Bilincin Genişletilmesi, No. 49, s.3.
[xv] Şakir (1999) Kitleselleşelim mi, Kurumsallaşalım mı?, No. 56, s. 9.
[xvi] Dergi yazarlarından biri, bu durumu Türkiye’deki eşcinsel hareketin ve demokrasinin bir zaferi olarak karşılamaktadır.
[xvii] Kurul, eşcinselliğin psikolojik hastalıklar listesinde olmadığını kabul etse de, normal bir eğilim olmadığını dile getiriyor. Eşcinsel aşkı romantik ve erotik bir biçimde tasvir eden fotoğrafların demokrasi kisvesi altında toplumda eşcinselliği doğal bir ilişki biçimi olarak meşrulaştırıp yaygınlaştıracağını savunuyor. Dergideki bazı yazıların heteroseksüel ilişkileri, Türk evlilik kurumunu aşağıladığı ve ülkenin dini, ahlaki ve tarihi geleneklerine uymadığı belirtiliyor. Derginin tanınmış tarihi ve popüler figürleri ve ulusal kahramanları cinsel eğilimlerinin ifşası ile aşağıladığı kurul tarafından savunulan bir diğer durum. Küfür ve eşcinsel cinselliğini anlatan yazılar da zararlı olarak düşünülüyor. Bu sebeplerden dolayı, derginin siyah bir poşet içerisinde satılması, çocukların Türk ulusunun ulusal, ahlaki, insani ve maddi kültürel değerleri doğrultusunda yetiştirilmesini sağlayacak bir gelişim olarak görülüyor. (Kaos GL, 2000, No. 66, s. 8-10)
[xviii] Kaos GL, 2000, No. 65, s. 5.
[xix] Kaos GL, 2000, No. 66, s. 2.
[xx] http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=798
[xxi] http://www.SPoD.org.tr/siyasi-temsil-calismalari/?p=54