1990’ların başlarında filizlenen LGBT hareketi, mücadele pratiğine farklı yöntemleri katarak ilerleyen bir toplumsal hareket oldu. 1990’larda devlet ve medya, aile vb. heteroseksist kurumlar ile ilişkilenmeyi reddeden birçok aktivist, 2000’lerle beraber, devlet ile anlaşmayı kabul eden, hak ve vatandaşlık düzleminde bir politikayı benimsediler. Bu yazı, LGBT hareketinin politik perspektif ve taleplerindeki değişimi inceleyerek, hem bugünkü haklar söyleminin bir tarihselliği olduğunu söylüyor hem de başka alternatifleri ve bunların sınırlarını düşünüyor. Haklar söyleminin temelinde, harekete katılan bireylerin mücadele pratiklerini zenginleştirmesinin, devletin LGBT derneklerine açtığı davaların hareketteki izdüşümünün, Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık sürecinin ve aktivistlerin mücadele pratiklerini performatif bir alanda konumlandırmalarının yattığını savunuyor.
Devamını Okuyun