Eleştirel ve feminist akademisyenlerin coğrafya, mimarlık ve şehir planlaması ile tarih alanlarında yaptıkları disiplinler arası çalışmalara dayanan bu makale, sosyal hizmetin birey-çevre düzenlemesinin toplumsal cinsiyeti ve bunun imlediği gerçeklikleri de içerecek biçimde daha bütünsel olarak yeniden incelenmesini amaçlamaktadır. Bu bağlamda iç içe geçmiş üç alan ele alınmaktadır: a) kadınların gündelik çevrelerinde yaşadıkları öznel deneyimler; b) bu çevresel deneyimlerle kadınların hayatlarının coğrafyası ve ırk/etnisite, sınıf, cinsel yönelim gibi daha geniş sosyal kategoriler arasındaki bağlantılar; c) kadınların çevresel güçleri, kaynakları ve eyleyicilikleri.
Kentin ve toplumun biçimlenmesinde kadınların önemli bir rolü vardır. Oysa ataerkil sistem içerisinde konumu hep dezavantajlı olan kadının ihtiyaçlarına hassasiyet gösteren kentsel planlar yapılmamaktadır. Toplumun yaşam alanlarını hane ile sınırlandırdığı kadınlar ile işyerleri ve kamu kuruluşlarının oluşturduğu kamusal alanlarda hâkim olan erkekler arasındaki toplumsal ayrım, fiziksel mekânda, mekân tasarımında, mekâna yapılan müdahalelerde ve mekânsal ayrışmalarda, yani bir diğer değişle kentlerde de açıkça izlenebilmektedir. Bu makalede amaçlanan, planlama mesleğinin, kadını dezavantajlı konuma iten ya da onun dezavantajlı durumunu sürdüren zaaflarının sadece kadını ilgilendirmeyen kusurlar olduğunun gösterilmesi, kadının toplumun diğer yarısını oluşturan erkek gibi ihtiyaçları olduğunun ve bu ihtiyaçların mekânın diğer kullanıcılarınınkinden farklı olduğunun ortaya konmasıdır. Kişisel olan her şeyin politik olması gibi kadını ilgilendiren her şey toplumu ve kenti ilgilendirmektedir.
Iğdır, 1998 başlarında adını büyük mazot kaçakçılığı ve Ağca’yı İran’a kaçıran bir sağcı partinin il örgütü başkanının demeçleriyle duyurmuştur. Daha gizil olarak çevre kentlerde adı, Sovyet sisteminin çöküşüyle beraber, Kuzey Kafkas ülkelerinden inen kadınların en fazla “çalıştırıldıkları” ve geçimini “sınır ötesi fuhuş”tan sağlayan kentlerden birisi olarak da anılır. Bu çalışma, 2002 yılında Iğdır’da “ulusaşırı seks trafiği” (sex trafficking) üzerine ve bu olgunun “sınır”la nasıl bağdaşarak ilerlediğini anlamak amacıyla yapılmış bir alan araştırmasına dayanıyor. Çalışmanın denetimi, Ağrı ve Doğubayazıt’ta yapıldı. Ayrıca kent sakinleri, kanaat önderleri ve fahişelik yapan-yaptırılan-yaptıran kadınlarla görüşmeler; fuhuş sektörü içindekiler, kentin yerel yönetimi ve devlet görevlileriyle yapılan görüşmelerle beslendi ve sınandı. Çalışmanın temel sorusu, “bir kentin küresel kapitalizme, hangi birikim kalıplarını, hangi yolları kullanarak eklendiği ve kentin bu yeni geçim kalıplarını meşrulaştırıcı ideolojik değerleri nerelerden üretebildiği”dir. Çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi, Iğdır’ın bir sınır kenti olarak seçtiği özel milliyetçi, hatta zaman zaman ırkçı retoriğin, sınır ötesi fahişeliğin yapılmasını meşrulaştırıcı bir öğe olmasıdır. Beden ve kadın bedeninin aşağılanması, kadına -sadece fuhuş yaptırılan kadına değil ama kentin yerli kadınına- yönelik saldırılar, kadınların bedenleri ve bunu da aşarak milliyetleri üzerinden ilerletilmekte; bu yolla kentin iki kadın grubunun da birbiriyle dayanışması bedenlenmiş bir milliyetçilik üzerinden engellenmektedir. Iğdır, mazot kaçakçılığından geçinmeyi seçtiğinde, bu illegal geçimin birikimi ırkçı milliyetçi retoriği benimseyen bir birikim grubunun eline geçmiştir. Bu yeni geçim aracılığıyla kentin küresel kapitalizme eklenme yolu yine mazot kaçakçılığı ve sınır ötesi kadın satışıyla sürdürülmektedir. Kaçaktan pay almayı sürdürmenin en meşru yolu, hem milletin çoğunluk milliyetleri hem de yerelin ağırlıklı milliyetleri aracılığıyla, kadın bedenini aşağılama ve erkekliği yüceltmeyle sonuçlanıyor. Iğdır’da hem fuhuşun içine çekilen kadınlar hem de kentin yerli kadınları, bir pazarın ve bir haritanın kurbanıdır.