Hayatta Kalanların Hikayeleri, Hayatta Kalan Hikayeler: Kuşaklar Boyu Otobiyografi, Hafıza ve Travma
Farklı zamanlardan, farklı coğrafyalardan, farklı savaşlardan hayata tutunan hikâyeler… Bir kısmı yaşanmış, bir kısmı duyulmuş, bir kısmı kaydedilmiş ama hepsi gerçek. 1915 soykırımında yaşadığı yerden ailesiyle birlikte sürülüp Der Zor çöllerinden geçen Pergruhi'nin anlattıkları; Beyrut’ta büyümüş, çocuklukları boyunca o ölüm yürüyüşlerini yaşamış büyüklerinden şiddet ve acı hikâyeleri dinledikten sonra 1975'te başlayan Lübnan iç savaşına tanıklık eden Hermig ve Hourig'in hafızaları ve hatıraları… İç içe geçen ama kendi tınısını koruyan sesler, açık kalmış yaraları iyileştirmese de, nesilden nesile aktarılmış yükleri sırtından atmasa da acıyı ve ağırlığı hafifletme çabası olarak kağıda dökülür.
Bağdat Uluslararası Havaalanı’nın yanındaki aşırı kalabalık mülteci kampının taş yığını ve sefalet dolu yollarından geçtikten sonra, Filistin halk şarkıları geleneğinin yaşayan hazinesi Umm Muhammad ile olan görüşmeme yarım saat gecikmeli de olsa ulaştım.
Yerinden edilme/zorunlu göçün, kadınlar ve erkekler için farklı deneyimleri ifade ettiği söylenebilir. Özellikle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç vakalarında kadınlar -sosyoekonomik olarak daha da güçsüzleşmenin yanı sıra- hukuk ve düzenin yerle bir olması nedeniyle daha fazla cinsel şiddete maruz kalma ihtimali ile karşı karşıyadır. Bu nedenle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç sürecinde yaşanan hak ihlallerinin tazminine ilişkin hukuki mekanizmaların ve sosyoekonomik yapının yeniden tesisini amaçlayan hükümet politikalarının toplumsal cinsiyet bileşenini dikkate alması gerekmektedir. Bu makale çerçevesinde, Türkiye’de ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerde özellikle 1990’lı yıllarda meydana gelen zorunlu göç süreçlerine ilişkin olarak 2001 sonrasında hükümet tarafından geliştirilen yasal ve idari mekanizmalar, toplumsal cinsiyet perspektifinden ele alınmaktadır. Ülke içinde yerinden edilme ile ilgili mevzuatın oluşumuna kaynaklık eden tarihsel arka plan değerlendirilmekte, feminist hukuk metodolojileri ekseninde Türkiye’deki yasal ve idari mekanizmaların, toplumsal cinsiyet adaletini sağlama potansiyeli tartışılmaktadır.
1990’lı yıllarda güvenlik güçleri ile PKK arasındaki “düşük yoğunluklu savaş” 1,2-3 milyon arasında kişinin zorunlu olarak yerinden edilmesiyle sonuçlandı. Çok ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı bu dönemin geride bıraktığı sorunları çözme yönünde, son birkaç yıldır askıya alınan “demokratikleşme süreci”nde birtakım adımlar atılmış olsa da, Kürt sorununun kalbinde yatan bu meseleye kalıcı, adil, eşitlikçi ve demokratik bir çözüm oluşturmanın hâlâ çok uzağında olduğumuz ortada.
Bununla birlikte yakın dönemde K. Irak’a askeri operasyon ihtimalinin gündeme gelmesi, “terörle mücadele söylemi” altında, aslında kozmetik olan ama ileriye dönük olarak umut veren reform sürecinin kızağa çekilmesi ve hatta tersyüz edilmesi, son derece kaygı verici gelişmeler olarak kaydedilebilir. OHAL’i yeniden hatırlatırcasına Siirt, Şırnak ve Hakkari’nin “Özel Güvenlik Bölgesi” ilan edilmesi, köy korucularının sayısının 30 binden 40 bine çıkartılması ve ek haklar getirilerek özendirilmesi, şehit cenazeleri üzerinden operasyona zemin hazırlanması ve etnik ayrımcılığın toplumsal olarak kışkırtılması maalesef verilebilecek sayısız örnekten birkaçını oluşturuyor.
Biz de zorunlu göç ve çatışma süreçlerinin kadınları nasıl mağdur ettiğini tartışmaya açmak üzere DİKASUM (Diyarbakır Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi) koordinatörü Handan Coşkun ile aralık ayında yaptığımız ve mayıs ayında internet üzerinden güncellediğimiz söyleşiyi sayfalarımıza taşıyoruz. DİKASUM, Diyarbakır Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren ve kadınların bu süreç içinde ortaya çıkan gereksinimlerine ve taleplerine yanıt oluşturmaya çalışan bir kadın kuruluşu. Bu söyleşiden de çıkarsanabileceği gibi, zorunlu göç sürecinin geride bıraktığı yaralar henüz bu kadar tazeyken, son dönemde yaşanan kaygı verici gelişmelerin bu kez ciddi bir kırılmaya yol açacağı gerçeğinden hareketle barışa kadınlar olarak sahip çıkmamızın daha da önem kazandığı söylenebilir.