Bu makalede 11 Eylül 2001 sonrası yürütülen “teröre karşı savaş” ile hem ABD’de hem de savaş sonrası yeniden yapılandırılan ülkelerde uygulanan neoliberal politikaların toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerinin yeniden inşasına etkisi tartışılmıştır. Analiz süresince esas olarak Afganistan (2001) ve Irak (2003) Savaşlarını kapsayan süreçler ile George W. Bush dönemine odaklanılmıştır. Bu süreçlerde kullanılan neo-oryantalist söylemlerin kadınlara ilişkin savaş retoriklerinin üretilmesini, Müslüman kadın imgelerinin yeniden inşasını ve çeşitli eşitsizlik eksenlerini nasıl şekillendirdiği üzerinde durulmuştur.
11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında özellikle de “teröre karşı savaş”ın başlamasıyla beraber Ortadoğu dünyanın gündemine oturdu. Bu makalede esas olarak inceleyeceğimiz Afganistan (2001) ve Irak (2003) Savaşlarını kapsayan dönem, Doğu ile Batı arasındaki iktidar ilişkilerinin yeniden şekillenmesinde rol alması bakımından ve özellikle bu süreçte kullanılan söylemlerin Doğulu kadın imgelerinin Batı tarafından yeniden inşasında etkin bir şekilde araçsallaştırılması bakımından önem arz etmektedir. 11 Eylül 2001 sonrasında ABD tarafından gerek yerel gerekse küresel ölçekte izlenen toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerine dair politikaların günümüzde de etkisini sürdürmesi nedeniyle konu güncelliğini korumaktadır.[i] 11 Eylül saldırılarının akabinde sadece İslamcı patriarkanın mağduru olarak gösterilen kadınların haklarına ilişkin söylemlerin, “teröre karşı savaş”ı meşrulaştırmak ve savaşın politik ve ekonomik nedenlerinin örtülmesi için sık sık kullanıldığı görülmektedir. Amerika ve Avrupa basınlarında sıklıkla yer alan burkalı ve çarşaflı kadın imgeleri bu bakımdan dikkat çekmektedir. Ancak bu dönem sadece Müslüman (olduğu düşünülen) kadınların ötekileştirilmesini anlamak için değil, aynı zamanda dünya genelinde kadınlara karşı uygulanan ve onları ikincil plana iten politikaları da anlamak için kullanılmalıdır. Zira Batılı ve Ortadoğulu[ii] erkeklikler arasında gerçekleşen “teröre karşı savaş” sırasında ABD’de ve dünyanın küresel ekonomiye aktif olarak katılan diğer ülkelerinde 1980’lerden beri etkisini yoğun olarak gösteren neoliberalizm[iii], Amerikalı siyasetçiler tarafından Ortadoğulu ve Müslüman olduğu kabul edilen kadınları özgürleştirecek tek ekonomik sistem olarak sunulmuştur. Müslüman toplumlardaki kadınlara olan bu ekonomik ve politik ilgi hem Doğu’da hem de Batı’da toplumsal cinsiyet ve iktidar ilişkilerinin yeniden inşasında önemli bir rol oynamaktadır.
Bu süreçte savaşa dair resmi anlatılar, kadınlık ve erkeklikle ilgili gelenekselleşmiş toplumsal cinsiyet rollerine dayandırılmış; “korunmaya muhtaç kadın”-“kurtarıcı erkek”, “agresif erkek”-“barışçıl kadın” gibi özcü klişelere dayanarak savaşçı/cengaver erkek ve bakım görevini üstlenen anaç kadın yurttaş imgeleri Amerika özelinde yeniden inşa edilerek erkekler savaş meydanına, kadınlar ise daha pasif bir yurt savunması için evlere itilmişlerdir. Bu dönemde kadınlığa ilişkin olguların değersizleştirilerek yeniden inşa edilmesi ve kadınların zayıf, korunmaya muhtaç, pasif, ekonomik ve politik açıdan yetersiz; erkeklerin ise güçlü, rasyonel, koruyucu, ekonomik ve politik olarak daha ileri olarak yeniden kodlanması tesadüf değil, aksine uygarlığı parola olarak kullanıp, ilkel, disiplinsiz ve yetersiz olarak tanımlanan “Öteki” üzerindeki tahakkümü gerçekleştirmeye yönelik politikaların bir parçası olarak ele alınabilir. Buna istinaden, bu makalede 11 Eylül 2001 sonrasında Batılı ve Müslüman toplumlar arasında ikilik oluşturan neo-oryantalist söylemlerin ve neoliberal politikaların toplumsal cinsiyet ve ırk[iv] ilişkilerinin yeniden şekillenmesindeki rolü üzerinde duracağız. Bu farklı eşitsizlik eksenlerini bir arada düşünürken öncelikle dönemin sosyopolitik bağlamını, ikinci olarak neo-oryantalizm kavramını ve bu kavram üzerinden üretilen savaşa ilişkin retorikleri, son olarak da neoliberalizmin bu süreçte söz konusu inşalar üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. 2016 yılı Ocak ayında USPC-Paris 7 Diderot Üniversitesi’nde savunduğum doktora tezimin teorik kısmı üzerine temellenen bu makale, konuya ilişkin literatürün gözden geçirilmesini ve söz konusu dönemin sosyolojik bir incelemesini yapmayı amaçlamaktadır.
11 Eylül Saldırıları ve Dönemin Sosyopolitik ve Sosyoekonomik Bağlamları
11 Eylül saldırıları Dünya Ticaret Merkezi’ni (İkiz Kuleler) ve Pentagon’u, yani Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve askeri güçlerinin sembollerini hedef almıştır. Olay anından birkaç dakika sonra tüm dünyaya yayılan ve günlerce tekrarlanan saldırı anına ilişkin görüntüler, ABD’nin ekonomik gücünü gösteren İkiz Kuleler’in çöküşü ile fallik sembolünün[v] kesildiğine ve ABD’nin demaskülinize edildiğine dair mesajı tekrar tekrar dünya kamuoyuna iletmiştir. Unutmamak gerekir ki bu olaylar küreselleşmiş bir dünyada gerçekleşmiştir. Her ne kadar küreselleşme oldukça tartışmalı bir kavram olsa da en azından ne tamamen ekonomik ne de tamamen kültürel bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Aksine, Carla Freeman’ın da belirttiği gibi, küreselleşme ekonomik ve kültürel güçler arasında karşılıklı bağımlılığı ifade eder.[vi] Üzerinde uzlaşılmış tek bir küreselleşme tanımı olmamasına rağmen, araştırmacılar bu kavramın, mekândan bağımsızlık (bireylerin, metaların, fikirlerin ve bilginin dolaşımının önündeki engellerin zayıflaması anlamında) ve devletlerin hem halkları üzerinden hem de ekonomik açıdan birbirlerine karşılıklı bağımlılıkları gibi bazı özellikleri hakkında hemfikirdir.[vii] Genellikle küresel kapitalizmi işaret etmek için kullanılan[viii] küreselleşme kavramı, dünyada yoksulluğun ve bu yoksulluktan en çok muzdarip olanlar üzerindeki baskının artma ihtimalini ortaya çıkarır. Ancak yine aynı küreselleşme fenomeni diyalektik bir sürecin sonucu olarak bu baskılara direnme şekillerini de ortaya çıkarır.[ix] Bu açıdan, ABD’nin ekonomik ve askeri gücünü simgeleyen yapılara karşı gerçekleştirilen saldırılar küresel anlamda etkili olmuştur.
Her ne kadar 1812’den beri kendi toprakları üzerinde hiçbir saldırıya uğramamış[x] ve Soğuk Savaş sonrası ayakta kalmış bir süper güce emperyal üstünlüğü nedeniyle saldırılması tek kutuplu olduğu düşünülen bir dünyada beklenmedik olsa da saldırı sonrası verilen karşılığın bu saldırının ürettiği “zayıflığı” silmeye yönelik olması çok da şaşırtıcı değildir. Susan Faludi’nin de belirttiği gibi 11 Eylül saldırıları ABD’ye ilişkin bazı mitleri yıkmıştır, özellikle de güvenlikle ilgili mitleri.[xi] Bu konuyu Faludi şu şekilde ifade etmektedir: “Kendi güvenliğimizin efendisi olduğumuza, gücümüzün vatanımızı zapt edilemez kıldığına, ailemizin halkın kollarında, kadınlarımızın ve çocuklarımızın da erkeklerimizin kollarında güvende olduğuna ilişkin mitler yıkılmıştır. Bu sabah gerçekleşen olaylar bize koruyucularımıza güvenemeyeceğimizi göstermiştir. Kısacası Amerikan güvenliğine ilişkin bütün oluşumlar bugün bizleri korumakta başarısızlığa uğramışlardır.”[xii] Bu noktada, ABD’nin benlik duygusunu ve küresel ölçekteki gücüne ilişkin inancı sarsan 11 Eylül saldırılarına verilen cevabın, yani “teröre karşı savaş”ın da aynı derecede etkili olması ve ABD’nin ekonomik, politik, kültürel ve askeri hegemonyasını sağlamlaştırması hedeflenmiştir. Kısa sayılabilecek bir sürede Afganistan’da Taliban’ın Kasım 2001’de iktidardan indirilmesi[xiii], 20 Mart 2003’te başlayan Irak Savaşı’nın ardından Nisan 2003’te Saddam Hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılması[xiv] ve ilerleyen sayfalarda değineceğimiz ekonomik ve kültürel politikalar “teröre karşı savaş”ın etkililiğini artırmıştır.
Saldırılara verilen cevap Afganistan’da ve Irak’ta fiilen yürütülen “teröre karşı savaş” şeklini alırken, Amerika özelinde ve diğer ülkelere karşı ise ideolojik bir şekil almıştır. George W. Bush’un 21 Eylül 2001 tarihli konuşmasında geçen “… Şimdi dünyanın tüm bölgelerindeki tüm uluslar bir karar vermek zorundalar. Ya bizimlesiniz, ya da teröristlerin tarafındasınız. Bugünden itibaren terörizme yataklık etmeye ve terörizmi desteklemeye devam eden her ulus, Amerika Birleşik Devletleri tarafından düşman rejim olarak değerlendirilecektir.”[xv] gibi cümleler tüm dünyaya politik bir mesaj iletmekte ve yeni bir kutuplaştırıcı politikanın inşasına işaret etmektedir. Batı’da ise, özellikle de ABD’de güvenlikle ilgili gerek hakiki gerekse hayali endişelere neden olan 11 Eylül saldırıları ve “teröre karşı savaş”, Azadeh Kian’ın da belirttiği gibi ırksallaştırılmış ve cinsiyetlendirilmiş yan anlamlarıyla vatanın korunmasını kamu politikalarının merkezine koymuştur.[xvi]İslami köktendincilik, Sovyetlerin yerini alan bir numaralı düşman ilan edildiği andan itibaren[xvii], ABD’nin güvenliğine ilişkin söylemler bunun üzerinden tartışılmaya başlanmış ve çok geçmeden yurtiçinde Ulusal Güvenlik Bakanlığı kurularak ve Vatanseverlik Yasası çıkarılarak, yurtdışında ise “teröre karşı savaş” ile kurumsallaşmıştır.[xviii] “Teröre karşı savaş”, Bush hükümetinin neoliberal politikalarını hem dışarıda hem de içeride güçlendirmiştir. Dışarıda savaştan çıkan ülkelerin neoliberal ekonomik sisteme katılmasını sağlayarak yeni pazarlar oluşturulmuş, içeride ise savaşa fon sağlamak amacıyla devletin kamu harcamalarının bir bölümü, özellikle de kadınlar, gençler ve azınlıklar için kullanılan kaynakların bir kısmı, örneğin meslek edindirme kurslarına, nefret suçlarını önleme programlarına, aile içi şiddeti önleme programlarına ayrılan bütçelerin bir kısmı kesilerek, savaş bütçesine aktarılmıştır.[xix] Bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, Eisenstein’ın da belirttiği gibi, tüm gözler savaşa dönmüşken içeride de bir sınıf savaşı başlamıştır[xx] ve güvenliğe ilişkin uygulamalarla bireysel özgürlükler yara almıştır.[xxi] Güvenliğe ve gözetlemenin gerekliliğine ilişkin retorikler çok hızlı bir şekilde yayılmıştır. FBI tarafından 1956 yılında Soğuk Savaş koşullarında oluşturulan karşı istihbarat programının (COINTELPRO) yeniden aktive edilmesi insanların, özellikle de Müslümanların ya da dış görünüş olarak Müslümanlara benzeyenlerin potansiyel suçlular olarak gözetlenmesine neden olmuştur.[xxii]
Bu açıdan, ABD’nin bu saldırılara tepkisi, ABD toplumunda var olan toplumsal cinsiyet ve etnik gruplar arası ilişki pratiklerinde gizli halde bulunan bazı refleksleri de ortaya çıkarmıştır. Faludi’nin belirttiğine göre İkiz Kuleler’in çöküşünden çok önce ABD’de kadın haklarının kazanımlarının geri alınması yolunda muhafazakârların çabaları hız kazanmıştır. Muhafazakârların ve anti-feministlerin bu dönemde ana akım medyada sıkça yer almaları, kadın haklarının aleyhinde konuşmaları ve kadınların geleneksel rollerine dönmeleri gerektiğini dile getirmeleri kadınların eşit hak taleplerine karşı hissedilen fakat üstü örtülmüş bir memnuniyetsizliğin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır.[xxiii] 2001 yılının sonbahar ve kış aylarında, kadın hareketi ABD’li muhafazakârlar tarafından sadece toplumsal bir mesele değil, aynı zamanda neredeyse içerideki düşman olarak ilan edilmiştir.[xxiv] Mesela Amerikalı papaz ve televizyon programcısı Jerry Falwell 12 Eylül 2001’de Christian Broadcast Network’te “bunun olmasına siz yardım ettiniz, siz paganlar, kürtajı savunanlar, feministler, eşcinseller (gays), lezbiyenler…” demiş ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini değiştiren feministler ve onlarla benzer hak arayışları çizgisinde ilerleyenleri, tanrının 1812’den beri Amerika topraklarına saldırılmasını engelleyen korumasını kaldırmasına neden olmakla suçlamıştır. Çok geçmeden bu söylemler muhafazakârlar tarafından benimsenmiş ve feministler İslamcıların yanında yer almakla suçlanmıştır.[xxv] Yine aynı dönemde Amerikalı köşe yazarı John O’Sullivan Amerikan feminizminin çok kültürlülük eğiliminin İslamcılara aşırılık sergileyecek bir ortam hazırladığını iddia etmiştir.[xxvi] Her ne kadar bu şahıslar ve çalıştıkları kurumlar ABD’nin tamamını temsil gücünden uzak olsalar da ABD’den çıkan ve medyada kendilerine yer bulan seslere örnek teşkil etmektedir. Bu tepkiler göz önünde bulundurulduğunda Faludi’nin de belirttiği gibi 11 Eylül sonrası ortaya çıkan, yetenekli, becerikli, muktedir kadınların karalanması ya da yok sayılması, hegemonik erkekliğin yüceltilmesi, heteronormatif aile hayatının öneminin vurgulanması, savunmasız kadınların kutsanması gibi dürtüler muhafazakâr kesimin derin kültürel rahatsızlığının ifadesidir.[xxvii]
Saldırıların ardından korunmaya muhtaç kadın imgeleri üzerinden gerçekleştirilen ABD temsilleri, “teröre karşı savaş”ın başlamasıyla birlikte güçlü erkek imgeleri üzerinden var edilmiştir. Bu süreçte Amerikan erkeği gerek güçlü ve yapılı Amerikalı asker imgelerinin medyada yer almasıyla gerekse Bush yönetiminin Müslüman kadınları kurtarmaya giden ve Ortadoğu’ya barış götüren Amerikalıları ele alan söylemleri ile hiper maskülinize olarak yeniden inşa edilirken, Biz ve Öteki ayrımında düşman ise ABD’li siyasetçilerin söylemleri aracılığıyla avlanması[xxviii] gereken şeytan (evil) olarak betimlenmiştir.[xxix] Bu düşman, Amerikalıları sadece öfkelendirmesi değil aynı zamanda korkutması da beklenen bir tehlike[xxx] olarak insanlık dışı bir varlık olarak kurgulanmış, birkaç sene sonra ise Irak Savaşı sırasında gerçekleşen Ebu Gureyb işkenceleri ve onların basına yansıması ile demaskülinize edilmiştir.[xxxi] Faludi’nin tabiriyle “ulusun erkeği”, yani Amerikan ulusunun erkekliği bu şekilde yeniden inşa edilmiştir.[xxxii] Bütün bunlar birlikte ele alındığında tutarlı ve katı bir bütünü şekillendirerek ABD’nin yenilmezlik mitini dikkatlice tekrar inşa etmiştir.
Böyle bir sosyopolitik bağlamda, hem Amerikalı kadınlar hem de Afgan kadınlar bu cinsiyetlendirilmiş savaşın bir parçası olarak ortaya çıktılar. Öncelikle, Amerikalı pek çok kadın erkeklerin yanında, 11 Eylül saldırılarının mağdurları, mağdurların aileleri ve yakınları, siyasetçiler ve askerler olarak göründüler, hemen ardından ise Afgan kadınlar Taliban rejiminin mağdurları olarak medyada yer aldılar. Söz konusu Afgan kadınlar, farklılığın ve ötekiliğin sembolü, “biz” ve “onlar” arasındaki sınırı koruyan bekçiler, kültürlerinin taşıyıcıları, medeniyet eksikliğinin, barbarlığın ve de reforma uğramamış dinin simgeleri olarak bilindik görüntülerle tasvir edildiler. Afgan kadınlar Batı’da, neo-oryantalist söylem aracılığıyla yine tanıdık romantikleştirilmiş kurtarma hikâyelerine konu edildiler: “Bizim” erkeklerimiz “onların” kadınlarını “onların” erkeklerinden kurtarmaya gittiler…[xxxiii]
Bu söylem, sömürgeci dönemin uygarlaşmaya ilişkin söylemlerini hatırlatmaktadır. Klasik kolonyal dönemde de sömürgeci güçler, sömürge topraklarında meşruiyetlerini Doğu ile Batı arasında ikilik kuran oryantalist söylemler üzerinden ifade etmiştir. Bu bakış açısıyla, sömürgeleştirilmiş toplumların mutlak öteki olarak, medeniyet basamaklarında geride kalmış olarak inşası, insanlık içerisinde bir hiyerarşi kurulmasına yol açmıştır.[xxxiv] Medya, kültür ve sanat temsilleri ise bu ötekileştirme sürecinde sömürgeleştirilmiş toplumların da kendilerine ilişkin üretilen bu imgeleri içselleştirmelerini ve bu yeni doxa’nın[xxxv] yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. 11 Eylül’ün hemen ardından kullanılan neo-oryantalist söylem, savaş ve 11 Eylül saldırıları ile uygulanan şiddeti kültürel, ırksal, dini açıklamaları kullanarak yorumladığı için bu süreçteki eril şiddeti örtmüştür. Bu noktada neo-oryantalizm kavramına ve bu kavramın oryantalizmden farklılaştığı noktalara bakmak faydalı olacaktır.
Oryantalizmden Neo-oryantalizme
Edward Said oryantalizmi “Doğu ile Batı arasındaki ontolojik ve epistemolojik bir ayrıma dayanan bir düşünce biçimi”[xxxvi] olarak tanımlamaktadır. Oryantalizmi bir söylem tarzı ve siyasi bir ideoloji olarak gören Oliver Kontny’ye göre ise oryantalizmin temeli biz-onlar ikiliğine dayanır. Buna göre “oryantalizm, kendini Batı denilen bir siyasi-kültürel oluşuma ait hisseden birinin, Doğu olarak betimlediği bir oluşumun öğeleri hakkında konuşmasıdır.[xxxvii] Tanımlardan da görüldüğü üzere, oryantalizmden bahsetmek için öncelikle Doğu ile Batı arasındaki bir ayrım temel başlangıç noktası kabul edilmelidir. Oryantalist bağlamda Doğu ile Batı arasındaki ayrım gerçek ya da hayali bir coğrafyaya dayanır. Her ne kadar oryantalizm kolonyal dönem öncesinde ortaya çıksa da[xxxviii] kolonyalizmin ideolojisi olarak benimsenmiş, söz konusu dönemde koloni halklarının ötekileştirmesi ve kolonyal devletlerin kolonilerdeki varlığının meşrulaştırılması oryantalist söylem üzerinden yapılmıştır.
11 Eylül sonrasına baktığımızda ise “öteki” imgesinin üretilmesinin neo-oryantalist söylemler aracılığıyla gerçekleştiğini görüyoruz. 18. ve 19. yüzyılların klasik kolonyal dönemindeki iktidar ilişkilerinin günümüzde değişiklik göstermesi, oryantalist söylemi de değişikliğe uğratmıştır. Her ne kadar Said’in fikirlerinin ve analizlerinin çoğu günümüzde de geçerliliğini sürdürse de bu gözlemlerin 11 Eylül saldırıları ve onu izleyen dönem için güncellenmesi gerekmektedir. Günümüzde Batı denildiği zaman aklımıza genel olarak Avrupa, ABD ve Kanada gelse de küreselleşen kapitalizm ve kültürel hegemonya, coğrafi konulara ilişkin soruları karmaşıklaştırmaktadır. Bu bağlamda mekândan bağımsızlaşma ve karşılıklı ekonomik bağımlılıkların da etkisiyle, klasik oryantalizme göre medeniyetin en temel unsurlarından biri olan gerçek ya da hayali coğrafya, artık insan aktivitelerinin yer aldığı yegâne toplumsal alan değildir[xxxix]. Yine de oryantalizmin geçmiş bitmiş bir tarihi döneme ait bir ideoloji olduğunu söyleyemeyiz, zira 1970’li yıllardan beri her ne kadar yüz yıllar boyunca kurgulanan “Doğu” ve “Batı” ikiliğinin ortadan kalkacağını düşündüren olumlu değişiklikler olsa da bu ikiliğin kolayca kalkamayacağını gösteren olumsuz değişiklikler de meydana gelmiştir. Öncelikle olumlu değişimlere bakalım.
Bu dönemde çok sayıda Doğu kökenli birey Avrupa ya da Amerikan üniversitelerinde eğitim görmeye başlamış, bu sayede bu kişiler seslerini Batı’da duyurmuş, Doğu’nun Batı tarafından temsil edilme şekillerine ilişkin eleştiriler getirmiş ve kendi analizlerini yayımlamışlardır.[xl] Hatta bizzat Edward Said, Doğuluların kendilerini tanımlayacak kapasiteye sahip olmadığına[xli] dair son derece güçlü bir dogmayı yıkmıştır. Bu dönemde Batı’da yaşayan ve vatandaşlık hakkı almış Müslümanların olması, farklı kültürlerin bir arada yaşayabildiğini, aynı yerde çalışabildiğini, komşuluk yapabildiğini ve olası problemlerde ülke içinde savaş çıkarmadan çözüm yolları bulunabildiğini göstermiştir. “Biz” ve “Öteki” arasındaki ayrımın bu dönemde Amerika özelinde görece hafiflemesi, küresel çapta da benzer çözümlerin bulunabileceğine dair umutları güçlendirmiştir.[xlii] Öte yandan 20. ve 21. yüzyıllarda meydana gelen ulaşım ve iletişim devrimlerinin ve küreselleşmenin, karşılıklı anlaşmaya yönelik imkânları artıracağı oryantalizmin sonunun geldiğini düşünen araştırmacılarca ileri sürülmüştür. Oryantalizm sonrası/ötesi bir dönemde yaşadığımızı bu nedenle neo-oryantalizmden değil post-oryantalizmden bahsedilmesi gerektiğini düşünen araştırmacılar, gelişen ulaşım ve iletişim teknolojileri sayesinde ortaya çıkan küresel iletişim sistemlerinin küresel sosyoloji araştırmalarını mümkün kıldığına ve böylece Doğu ve Batı arasında kurgulanan zıtlığın giderek demode olduğuna değinmiştir.[xliii] Gerçekten de Batılı araştırmacıların, Doğu’da doğrudan gözlem yapabilecek duruma gelmesi Said’in bahsettiği ampirik gözlemin imkânsızlığını ortadan kaldırmıştır.[xliv] Ayrıca bilgi-iletişim sistemlerindeki gelişme karşımıza küresel ölçekte ulaşılabilir bir bilgi okyanusu çıkarmıştır. Bu durum bireylerin tek bir kaynağa bağlı kalmadan politik gündemle ya da herhangi bir olayla ilgili çok sayıda farklı görüşten kaynağa ulaşabilmesini ve aldığı bilgileri birbiriyle kıyaslayabilmesini sağlamıştır. Gelişen ulaşım ve iletişim teknolojileri sayesinde Doğu ile Batı arasındaki mesafe azalmış, bir zamanlar çok uzak gözüken Doğu artık Batılılar için, Batı da artık Doğulular için yakınlaşmıştır. Doğu ile Batı arasındaki coğrafi ayrım net olmaktan uzaklaşmıştır.
Ancak 1970’lerden beri Doğu ve Batı arasındaki ikiliği derinleştirecek gelişmeler de olmuştur. Bunları da şu şekilde sıralayabiliriz: 1979 İran Devrimi, 4 Kasım 1979–20 Ocak 1981 İran rehine krizi olarak bilinen ABD Tahran Büyük Elçiliği’ndeki 52 kişinin rehin alınması olayı, Humeyni’nin İslam’ı politik bir alternatif olarak sunması, ancak onun da ötesinde dünya ekonomik sisteminden uzaklaşması ve anti-Amerikan propaganda yapması, süregelen İsrail–Filistin çatışmaları, Irak ve ABD arasında 1990-1991 yıllarında meydana gelen Körfez Savaşı, 1995 Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması, 1989 Doğu Bloku’nun ve de 1991 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması…
SSCB’nin dağılması Batı Bloku’nun politik ve ideolojik açıdan tehdit eksikliğine yol açmış, tehdit eksikliği altında Amerikan hegemonyasının sorgulanabilirliğinden çekinen Bernard Lewis ve Samuel Huntington gibi ideologlar, Soğuk Savaş’ın hemen ardından aynı ikiliği medeniyetler çatışması üzerinden Batı ve İslam arasında oluşturmak için harekete geçmiştir.[xlv] Bunun dışında kapitalist sisteme karşı olan Kuzey Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkeler de muhtemel dış tehdit olarak değerlendirilmiştir.[xlvi] Ancak, birçok adaya rağmen stratejistler, 1990’lı yıllar boyunca tam olarak SSCB’yi hem ekonomik, hem politik hem de ideolojik açıdan ikame edecek bir blok oluşturamamıştır, ta ki 11 Eylül 2001 sabahına kadar. 11 Eylül saldırıları Batı ve İslam arasındaki ikiliğin derinleşmesine yol açmıştır. Hemen hatırlayalım, George W. Bush “teröre karşı savaş”ı ilan ederken bunun Stalinizm kadar tehlikeli ve acımasız yeni bir tür totalitarizme, İslamo-faşizme karşı çok uzun sürecek bir savaş olduğunu belirtmiştir.[xlvii] 1990’lı yıllarda ideoloji olarak gözükmeyen terörizm 11 Eylül 2001 sonrasında Ortadoğulu ve Müslüman ülkelerin bir ihracatı olarak temsil edilerek milliyetlendirilmiş, ırksallaştırılmış ve de ilerleyen sayfalarda üzerinde duracağımız diğer temsil şekilleriyle beraber cinsiyetlendirilmiştir.[xlviii] 11 Eylül sonrası dönemde Müslüman göçmenler sadece potansiyel suçlu gibi algılanmamış, aynı zamanda potansiyel teröristler olarak görülmüşlerdir.
Moustafa Bayoumi’nin de belirttiği gibi bu yeni bağlam artık fiziksel değil, kurgulanmış ontolojik bir uzaklıktan kaynaklanmaktadır.[xlix] Bu ontolojik uzaklığın derinleşmesi ise yalnızca Batılıların Batılılar için ürettiği İslam ve Müslümanlar ile ilgili bilgilerden değil, aynı zamanda Müslüman toplumlarda yetişen ve Batı’da Batılılar için bilgi üreten kişilerden kaynaklanmaktadır. Müslüman ülkelerden gelen aydınların kendi deneyimlerinden yola çıkarak İslam’a ilişkin monolitik imgeler üretmeleri ve Ayan Hirsi Ali gibi isimlerin bunu otorite konumundan yapmaları İslam ve Batı arasındaki ikiliği derinleştirmiştir.[l] Örneğin Hirsi Ali’nin yazdığı, Theo van Gogh’un yönettiği Submission (2004) filmi İslam yorumlarında baş gösteren mizojiniyi sorgulamaktadır, ancak bunu yaparken monolitik ve indirgemeci bir İslam anlayışı sunmuştur.
Bu dönemde medya temsilleri ve politik söylemler bir yandan oryantalizmin ürettiği klişeleri kullanırken, diğer yandan bu klişelere yenilerini eklemişlerdir. Bu dönemde Batı ve İslam arasında oluşturulan ikilik, neo-oryantalizmin önemli noktasını oluşturmaktadır. Bu durum 11 Eylül saldırıları sonrasında politikacıların söylemlerinde de gözlemlenebilmektedir. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un, “teröre karşı savaş”ın kötüye karşı yapılan kutsal bir savaş olduğunu öne sürmesi, haçlı savaşı ve şer ekseni gibi tabirler kullanması, Pentagon’un ilahi adaleti işaret eden söylemleri ve de düşmanın Green Front yani İslam’ın sembolik rengine ithafen Yeşil Cephe olarak tanımlanması[li] bunlara örnek olarak gösterilebilir. Böyle bir süreçte homojen bir Batı Bloku ve homojen bir İslami Blok kurgulanmıştır.[lii]
Neo-oryantalist kavramını ilk kez kullanan Dag Tuastad’a göre, Müslümanların uyguladıkları şiddet, Batı medyasında “yeni barbarlık” olarak temsil edilmektedir.[liii] Yeni barbarlık tezi, meydana gelen politik şiddetin politik ve ekonomik nedenlerinin göz ardı edilerek dolaysız bir şekilde yerel kültüre dayandırılması şeklinde tanımlanabilir.[liv] Neo-oryantalizm kavramını Tuastad’dan ödünç alan Christina Hellmich’e göre ise, bu kavramın en önemli özelliği bölgesel hareketlerin yerel ve spesifik özelliklerini göz ardı ederek homojen bir düşman, homojen bir terörist grup tanımlayıp, bu düşmanı yeniden inşa etmesidir.[lv] Örneğin bu modele göre, El-Kaide’nin Hamas’tan, Hizbullah’ın Işid’den bir farkı yoktur.[lvi] Bunlar her şeyden önce uygar dünyanın düşmanlarıdır. Bu nedenle, medyatik ve sinematografik temsillerde dahi doğuştan Müslümanların temsilleri ile sonradan İslamiyet’i kabul edenlerin temsilleri ve eylemlerinin motivasyonları arasında fark bulunmamaktadır.[lvii] Bu durum 11 Eylül sonrasında Öteki’nin hem ulusal sınırların içinde hem de dışında olacak şekilde yeniden inşa edilmesiyle alakalıdır. Öteki, kolonyal dönemdeki ya da Soğuk Savaş dönemindeki gibi sadece uzaktaki bir Öteki’ni değil, aynı zamanda yurttaşları ya da aynı ülkeyi paylaşan komşuları da işaret edebilmektedir. İşte günümüzde neo-oryantalizm bu şekilde kendini göstermektedir.
Bir ulusun diğerini boyunduruk altına almak için kullandığı oryantalist söylemin ötesine geçen neo-oryantalizm, askeri müdahaleleri insani müdahale şeklinde kamuoyuna sunar. “Teröre karşı savaş”ı meşrulaştırmak için kadın haklarını öne süren neo-oryantalist söylem iktidar içerir ve kendisine içkin olan bu iktidar ile politik bir işlev görerek bilgi üretimine katılır. Şimdi bu söylemin kadınlarla ilgili inşaları ne şekilde etkilediğine bakalım.
2001 Afganistan ve 2003 Irak işgallerine eşlik eden söylemler kolonyal dönemde üretilen fethe ilişkin cinsiyetlendirilmiş klişeleri almış ve üzerine yenilerini ekleyerek neo-kolonyal[lviii] dönemde yeniden inşa etmiştir. “Teröre karşı savaş” bu noktada, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ırksallaştırılması sürecine tanıklık etmiştir. Kendisini kadın-erkek eşitliğinin garantörü olarak ortaya koyan ABD, “Öteki”ni kendi zıddı olarak tekrar üretmiştir. “Öteki”ni yeniden kurgulamada kullanılan bu zıtlık, temelini oryantalizmin “uygarlaştırma misyonundan” almıştır. Oryantalizm, kolonyalizm, ataerki ve kadınların kurtarılmasına ilişkin söylemler arasındaki ilişkiyi inceleyen Lila Abu-Lughod, Leila Ahmed, Gayatri Spivak, Maryam Khalid ve Chandra Talpad Mohanty gibi araştırmacılar kadınlara ilişkin söylemlerin kolonyal ülkelerin politikalarında nasıl kullanıldığını ve nasıl içerideki eşitsizliklerin üstünün örtülmesini sağladığını ortaya koymuştur.[lix] Oryantalist söylemde yer alan, Batı’nın elde etmiş olduğu gelişmişlik düzeyine ulaşmak için Doğulu kadının kendini ezen kültürel pratiklerden kurtulması gerektiği yolundaki söylem ve Batılı kadın ile Doğulu kadının sürekli karşılaştırılması, Doğulu kadının çağdışı olarak nitelendirilmesinin yolunu açmış ve Batılı kadının, tartışmasız sessiz bir nesne olan Doğulu kadın karşısında, özne olarak kurulmasını sağlamıştır. Mervat Hatem’in de ileri sürdüğü gibi, Batılı kadın kendisini Doğulu kadına kıyasla özgür olarak konumlandırmış ve bu sayede kendi ülkesindeki ikincil konumuyla yüzleşmekten kaçınabilmiştir.[lx]
Benzer bir durum “teröre karşı savaş”ın hemen öncesinde de görülmektedir. Bu nedenle, daha önceki sayfalarda belirtilen muktedir kadın imgesinden rahatsız olan Amerikalı muhafazakârların söylemleri ile kendilerini “kurtaramayacak” Doğulu kadınları kurtarmaya gittiğini öne süren, Amerikalı kadınlar[lxi] gibi olmayı Müslüman toplumlardaki kadınların ulaşması gereken nihai hedef olarak gösteren ABD resmi söylemleri birbiriyle çelişmemektedir. Bu iki söylemin aynı anda ortaya çıkması çeşitlilik içeren yerlerde mümkün olabilmekte ve resmi söylem içerideki diğer olumsuzlukların üstünü örtebilmektedir. Maryam Khalid’in de belirttiği gibi, “teröre karşı savaş” süresince hem Batı’nın yardımsever, uygar, faziletli Batılı erkekliği ile “Öteki”nin geri kalmış, barbar, baskıcı, sapkın erkekliği arasında hem de Batılı “özgür” kadın ve baskı gören ezilmiş Müslüman kadın arasında ikilikler inşa edilmiştir ve bunlar arasında ırksallaştırılmış ve toplumsal cinsiyetlendirilmiş (gendered) hiyerarşiler kurgulanmıştır.[lxii] Bu hiyerarşinin en altında ise barbar erkekler ile ezilmiş kadınlar yer almıştır.[lxiii]
Mağarada yaşayan sakallı barbar adamlar ve burkalı kadınların imgeleri üzerinden gerçekleşen Müslümanlara ilişkin medya temsilleri ve Usame Bin Ladin’in ABD’yi tehdit videoları, İslam ve Batı arasında sadece ırksal, dini ya da toplumsal cinsiyete dair ayrımları değil, aynı zamanda ekonomik farklılıkları da derinleştirmiştir. “Teröre karşı savaş”ta ABD’nin müttefiklerinden biri olan dönemin Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair 28 Eylül 2001 tarihli konuşmasında göçmen kadınların, topluma hiçbir katkılarının olmadığını söylemiş, bu durumu da çalışmamalarına bağlamıştır.[lxiv] Kuşkusuz bu noktada, ekonomik sistemin dışında kalan kadınlar hedeflenmiştir. Bu temsiller ve videolar, öncelikle yeni düşmanın kimliğinin saptanması için, savaş sonunda ise Afganistan ve Irak’ın neoliberal ekonomilere dayalı şekilde yeniden yapılandırılması için araçsallaştırılmıştır.[lxv] 11 Eylül 2001 saldırıları üzerine hazırlanan ABD resmi raporu 9/11 Commission Report’un bundan sonra ne yapılması ve nasıl stratejiler izlenmesi gerektiği üzerine odaklanan 12. Bölümü Müslüman toplumlarda […] ekonomik ve siyasi açıklığın, kadınlar için fırsat eşitliğinin sağlanması gibi konularda ABD’nin desteğinin gerekliliği üzerinde durmaktadır.[lxvi] Söz konusu raporun bu önerisi Müslüman toplumların kendilerini geliştirecek stratejileri bulma yeterliliğinden yoksun olduğunu işaret eden neo-oryantalist söylemle etkileşim içindedir. Yeniden yapılandırılan ülkelerde uygulanacak neoliberal model, yalnızca ekonomiyi belirli çıkarlara ya da belirli pazar şekillerine göre yapılandırmakla kalmaz, aynı zamanda dünyayı ve toplumları da kendine özgü bir noktadan tahayyül eder.[lxvii] Bu süreçte kendi dünya görüşünü gittiği yerlere çeşitli kurumlar aracılığıyla empoze eder. Bu durum -Afganistan ve Irak- özelinde hükümetler, uluslararası sivil toplum kuruluşları, askeri kuruluşlar, özel şirketler, çeşitli Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşları ve uluslararası finans kuruluşları bu ülkeleri “terörizmden kurtarmak”, “demokratikleştirmek” ve bu ülkelerdeki “kadınları özgürleştirmek” amacıyla serbest piyasa ekonomisini sağlamak için bir araya gelmişlerdir.[lxviii] Örneğin savaşın hemen ardından Kabil’de beş yıldızlı bir otel ve bir alışveriş merkezi inşa edilmiştir. İçinde kafeler bulunan alışveriş merkezinde yabancı yatırımcılara, çalışanlara ve zengin Afganlara yönelik Apple teknoloji ürünleri ve son model televizyonlar ile cep telefonları satan mağazalar açılmıştır.[lxix] Alışveriş merkezinin hemen dışında ise STK’lardan ekmek alabilmek için bekleyen kadınlar[lxx] yeniden yapılandırılan Afganistan’daki sınıfsal zıtlık ve savaşla birlikte kurtarıldıkları iddia edilen kadınların durumuna ilişkin fikir vermektedir.
Kadınların Durumuna İlişkin Savaş Retorikleri ve Neoliberal Politikalar
18. yüzyıldan itibaren Batı’nın üstünlük iddiasının merkezinde yatan Batılı ve -hepsi Müslümanmış gibi homojenleştirilen- Doğulu kadınların toplumsal konumlarının karşılaştırılması 11 Eylül’ün hemen akabinde de gündeme gelmiş ve Bush hükümetinde görev alan üst düzey kadın yetkililer ile ABD ve Birleşik Krallık first ladyleri, Taliban’ın Afgan kadınlara uyguladıkları dehşet verici muamelelere dikkat çekerek muhafazakâr, neo-kolonyal ve küresel kapitalizmi besleyecek neoliberal bir gündem çerçevesinde kadın haklarına ilişkin söylemlerde bulunmuşlardır. Ortaya çıktığı dönemde özel alan ile kamusal alanı birbirinden keskin bir şekilde ayırarak toplumsal cinsiyet rollerinin derinleşmesine neden olan ve yeni bir kültürel, ekonomik ve toplumsal model sunan kapitalizmin ileri aşamalarında ortaya çıkan ve hayatın tamamını piyasa gibi düzenleyen ekonomik ve sosyal politikalar anlamında neoliberalizm[lxxi], bu dönemde toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerinin yeniden inşasında etkili olmuştur.
11 Eylül saldırılarının hemen arkasından dönemin first ladysi Laura Bush’un radyo konuşması, kadınların savaşa destek amacıyla harekete geçirilmesi için politik bir işlev üstlenmiştir.[lxxii] Lila Abu-Lughod’a göre, daha önce kadın haklarına ilişkin pek bir söylemde bulunmamış Laura Bush’un konuşması kötü beslenmenin, yoksulluğun, Taliban rejiminde kadınların çalışma hayatından ve eğitim olanaklarından vs. dışlanmasının nedenlerinin tam olarak anlaşılamadığını göstermektedir.[lxxiii] Konuşmasında bu olumsuzlukları geleneklere ve dini nedenlere bağlayan Laura Bush’un söz konusu radyo konuşması, “biz” ve “onlar”, “Afgan çocuklara ve kadınlara uygulanan bu baskı karşısında kalbi acıyan medeni dünyanın tüm halkları” ve “kendi dünyalarını bize empoze etmeye çalışan teröristler ve canavarlar” arasındaki ayrımı derinleştirmeye yaramıştır.[lxxiv] Dönemin Birleşik Krallık first ladysi Cherie Blair de Afgan kadınların durumuna dikkat çekmiştir. Savaşın tarafı liderlerin eşleri, bunu bir kadın meselesi olarak görüp, insan haklarını ilgilendiren bir mesele değilmiş de insan haklarına uzaktan ilişkilenen bir meseleymiş gibi ele almışlardır ve neticede Afgan kadınların durumu Batı’nın savaş çığlığı hâline bürünmüştür.
Ancak bu durumun tam da 11 Eylül saldırıları sonrasında gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Oysa Taliban 1996’dan beri iktidardaydı ve 1996’dan beri kız çocuklarına eğitim-öğretim yasakken, bu konu neden 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde gündeme gelmişti? Dahası, Taliban rejiminin ortaya çıkmasında Soğuk Savaş koşullarının etkisi göz ardı edilemezken ve ortaya çıktığı dönemde bu rejim ABD tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı desteklenmişken, ne değişmişti de oradaki kadınların yaşamlarına ilişkin bir endişe oluşmuştu? Biraz yukarıda da bahsettiğimiz gibi Soğuk Savaş koşullarının değişmesi ve Doğu Bloku’nun çözülmesi Taliban rejimi ve ABD arasındaki işbirliğinin de önemini kaybetmesine neden olmuştur. 11 Eylül’den önce de ABD’nin Taliban’ın kadınlara nasıl muamele ettiğini bildiği ve Taliban sonrası dönemde ABD’nin desteklediği Kuzey İttifakı üyelerinin de kadına yönelik şiddet uygulamakta olduğu göz önünde bulundurulursa, Afgan kadınlara olan bu ilgi ve endişenin dönemsel olduğu ve “teröre karşı savaş”ın kendine özgü bağlamından kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır.
Kadın haklarına ilişkin söylemler aynı şekilde George W. Bush tarafından da kullanılmış ve söz konuşu savaşın Taliban rejiminde yaşayan kadınların gururunun kurtarılması adına gerçekleştirildiği öne sürülmüştür.[lxxv] Cynthia Enloe bir röportajında, bu durumun cumhuriyetçiler ve demokratlar arasındaki kadın-erkek eşitsizliklerine ilişkin hassasiyet farkını azaltmak ve “teröre karşı savaş”a destek arayışında hem ulusal hem de uluslararası kamuoyu yaratmak için Beyaz Saray stratejistlerinden Karen Hughes’un talebi olduğunu belirtmektedir.[lxxvi] Bu durum küresel kapitalizm bağlamındaki toplumsal cinsiyet ilişkileri gerilimleri çerçevesinde kadınların politik imgelemde ve gerçeklikte anahtar konumda olduğunu göstermektedir.
Afganistan Savaşı süresince, hem Afgan hem de Amerikalı kadınlar bir dizi farklı rollerle aktüalite konusu olmuşlardır: burka giymiş “pasif” kadınlar, 11 Eylül katliamından kurtulan dullar, eşlerini 11 Eylül saldırıları sırasında kaybetmiş hamile kadınlar, savaş uçağı pilotları, dönemin ulusal güvenlik danışmanı Condoleeza Rice’ı protesto amaçlı pankart açan kadınlar… Bush yönetiminde yer alan diğer üst düzey kadın görevliler arasında, Pentagon sözcüsü ve hükümetin iletişim danışmanı, medyada sıkça yer alan ve bu sayede Irak ve El-Kaide arasında bir bağ olduğu konusunu gündemde tutarak Irak Savaşı’nı meşrulaştırmayı amaçlayan[lxxvii] Victoria Clarke, dışişleri bakanlığı müsteşarı ve 11 Eylül’ün hemen sonrasında çekilen mini-belgesellerle dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara, Amerikalı Müslümanların Amerika’da mutlu mesut yaşadıklarını gösteren yeni bir Amerika imajı vermeyi amaçlayan bir proje yürüten Charlotte Beers[lxxviii] ve ABD’nin Müslüman ülkelerde bozulan imajını düzeltmek için görevlendirilen, bu kapsamda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelere ziyaretlerde bulunan, gittiği yerlerde kadınlarla bir araya gelmeye çalışan, dünya kamuoyunu kadın ve insan haklarına ilişkin söylemler üzerinden Irak Savaşı’nın gerekliliğine ikna etmeye çalışan Beyaz Saray danışmanı Karen Hughes’u[lxxix] sayabiliriz.[lxxx] Etnik aidiyet bakımından çoğulluk gösteren bu kadın figürler sembolik güce ilişkin algıları çarpıtmışlardır. İktidarı “ırk” ve “cinsiyet” bakımından nötr olarak göstererek beyaz ve eril öznenin konumunu pekiştirmişlerdir. Buna rağmen, kadın haklarını araçsallaştırarak “teröre karşı savaş”a kamuoyu desteği bulma çabaları, yani feminizmin neo-kolonyalist amaçlarla sömürüsü işe yaramış gibi gözükmektedir. FMF (Feminist Majority Foundation) gibi bazı feminist örgütlerin, Afgan kadınların durumu nedeniyle savaşa destek vermesi[lxxxi] ilginçtir. Bu destek, kadın haklarına ilişkin söylemlerin, savaşın hangi bağlamda nasıl tanımlanacağını belirleme hususunda ve kişilerin savaşa destek verip vermemeleri konusunda karar verme süreçleri üzerinde ABD hükümetine kontrol sağlama gücü verdiğini göstermektedir. Afganistan’daki savaşa desteğini açıklarken FMF şu cümleleri kullanmıştır:
“ABD ve müttefikleri insanları, özellikle de kadınları ve çocukları kurtarmalı ve özgürleştirmeliler … Afgan kadınların ve kızların terörist Taliban milislerinden kurtulmaları ile Amerika’da ve dünyada demokrasinin ve özgürlüğün korunması arasındaki bağlantı hiç olmadığı kadar açıktır.”[lxxxii]
Khalid’in de belirttiği gibi Bush yönetiminin ve ana akım Amerikan medyasının yankısı gibi gözüken FMF açıklamaları, feminist bir örgüt olması itibarıyla kadın haklarına ilişkin söylemlerin hükümete verdiği bu iktidarı güçlendirmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, söylem ve iktidar arasındaki ilişki iyiden iyiye görünür olmaktadır. Neo-kolonyal bağlamda bu söylemler, Afgan kadınlara ilişkin neo-oryantalist bilgi üretimiyle savaşın meşrulaştırılmasında ve ırksal kimliklerin yeniden inşasında önemli rol oynamışlardır.
“Teröre karşı savaş”ı meşrulaştırmak üzere yapılan medya temsillerini time.com’da yayımlanan fotoğraflar üzerinden inceleyen Dana Cloud[lxxxiii] da Doğu-Batı arasındaki ikiliğin tanıdık Doğulu kadın temsilleri aracılığıyla derinleştirildiğini göstermektedir. Bu bağlamda, demokrasi götürme iddiaları ve Afgan kadınların uğradığı şiddetlere ait imgeler “rasyonel, kahraman Amerikalı ‘beyaz’ erkek özneler” ve “pis, irrasyonel, sakallı, vahşi, ümitsiz göçebeler” arasındaki ayrımı derinleştirmiştir.[lxxxiv] Afgan kadınlar ise, kendilerini bir yandan tamamen görünür kılan, öte yandan ise izleyiciye tamamen görünmez kılan burkalar üzerinden temsil edilmişlerdir. Burkanın arkasında sesi duyulmayan, yüzü görünmeyen kadın imgeleri sıkça medyada yer almıştır. Ses ve yüz arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çeken Judith Butler, yüze ve sese ilişkin temsiller aracılığıyla nesnelerin hem insani hem de insan dışı olarak kurgulanabileceğini işaret eder.[lxxxv] Butler’a göre bu kurgunun nasıl olacağı ise temsil gücünü elinde bulundurana kalmıştır.[lxxxvi] Derinlikten uzak temsiller, Afgan kadınları kültürel hegemonyanın bir nesnesi olarak tanımlamaktadır.[lxxxvii] Benzer bir eğilim 2003’te Irak’ın işgali sırasında da görülmüştür. Savaşın cinsiyetlendirilmiş ve ırksallaştırılmış söylemleri ve temsilleri dünya kamuoyunu ikna etmek için kullanılmıştır. Buna göre, bu işgalin temel hedefi Irak halkını acımasız ve kadın düşmanı bir diktatörden kurtararak özgürleştirmektir. Oysa Irak’ta kadına yönelik şiddet 2003’te ülkenin işgalinden beri artış göstermiştir.[lxxxviii] Kadın ölümleri, tecavüz, kaçırılma gibi olaylar da hak arama mekanizmalarının önündeki engeller ve güvenlikle ilgili problemler nedeniyle artmıştır.[lxxxix] Nadje Al-Ali, işgal kuvvetlerinin Iraklı kadınlara yönelik istismar, tecavüz ve işkence gibi suçlarının Irak genelinde meydana geldiğine, ancak bunların tepki çekmediğine ve medyada yer bulamadığına değinmektedir.[xc] Al-Ali, her ne kadar Saddam Hüseyin kadın dostu birisi olmasa da onun döneminde kadınların diğer Müslüman ülkelere kıyasla çalışma hayatı ve eğitimle ilgili daha az kısıtlamalarla karşılaştıklarını, oy verme haklarının olduğunu ve boşanma durumunda çocuklarının velayetini alabildiklerini ifade etmektedir.[xci] Bu hakların kısıtlanmasının Saddam Hüseyin ABD’ye karşı diğer İslam ülkelerinden destek almaya çalışırken ortaya çıkması[xcii] da bu hikâyenin ironik bir boyutudur.
Savaşın meşrulaştırılmasına yönelik olarak kadınları araçsallaştıran temsiller ve söylemler, Lila Abu-Lughod’un da belirttiği gibi, dikkatleri “Müslüman kadın” imgesine çekerek savaşın karmaşık tarihi, siyasi ve de ekonomik dinamiklerini kamufle etmektedir.[xciii] Bir başka deyişle, kadınların durumunun kültürel farklılıklar ve alışkanlıklar üzerinden tartışılması ve bunun “teröre karşı savaş”ı meşrulaştırmak amacıyla yapılması, sanki bu farklılıklar ya da kadınların giyimleri 11 Eylül saldırıları ve sonrasında yaşananların açıklamasıymış algısı yaratmaktadır. Bu durum, yani kadınların sadece İslamcı patriarkanın mağduruymuş gibi gösterilmesi ve bunun salt dinden kaynaklandığının ileri sürülmesi, bölgede yaşanan problemlerin gerçek nedenlerinin sorgulanmasının önüne geçmektedir. Bölgede ve dünyada hüküm süren baskıcı ve kadın düşmanı rejimlerin hangi politik, tarihi ve ekonomik süreçlerin sonucu olduğu ve bu konuda dönüşümlerin nasıl sağlanabileceği gibi soruların sorulması bu tarz söylemlerle engellenmektedir.
Oysa küreselleşmiş bir dünyada meydana gelen 11 Eylül saldırıları ve onu takip eden savaşta, “bölgesel” ve “küresel” aynı madalyonun iki farklı yüzünü oluştururlar. Bu açıdan, küresel bir tehdit oluşturan terörizm aynı zamanda yerelken, bunlara karşı uygulanan politikalar da hem küresel hem de yereldir.[xciv] Bu durum, Bush hükümetinin neoliberal ve militarist politikaları açısından da geçerlidir. David Harvey, küresel pazar üzerindeki hegemonyayı ve neoliberal politikaları devam ettirmek için devletlerin militarizm de dahil belirli bir güç uyguladıklarını ifade etmiştir.[xcv] 11 Eylül sonrası dönemde de bunun örneği görülmektedir. Bush hükümeti ulusal güvenliğe ilişkin söylemlerinde militarize olmanın önemini vurgulamış, çok geçmeden de hem bu konuda bir kamuoyu oluşturarak toplumsal olarak hem de özel askeri şirketler aracılığıyla somut olarak militarize olunmuştur.[xcvi] Bu bağlamda, kaynakları, pazarları ve üretici güçleri elde bulundurmak için son sürat süren bu yarış, Jules Falquet’nin de belirttiği gibi Birinci Dünya Savaşı ile sonuçlanan birinci küreselleşme dalgasını hatırlatmaktadır[xcvii], bu açıdan “teröre karşı savaş”ın neoliberal iktidar çatışmaları bağlamında olması anlam kazanmaktadır. Eğer kolonyal dönem bize kadınlar “fethedilemeden” toprakların fethedilemeyeceğini gösterdiyse[xcviii] 11 Eylül sonrası dönem de kadınlar “ele geçirilmeden” pazarın ele geçirilemeyeceğini göstermiştir.
“Teröre karşı savaş”a ilişkin resmi savaş anlatılarında, ülkenin neoliberal ekonomik sistemle yeniden yapılanması ve kadın özgürleşmesi arasında bir ilişki karşımıza çıkmaktadır. Birçok kadının iradesine rağmen bu söylemlerde ısrarcı olunması, bu dönemde sıkça kullanılan neo-oryantalizmin yansımasıdır. Zira savaşla kadınların “özgürleştirilmesi”, yakınlarını kaybeden, sefalet içinde kalan, güvenlik tehdidi nedeniyle evlerinden güçbela çıkabilen kadınlara değil, onlar tüketime başladıkları takdirde piyasaya yöneliktir. Bu bakımdan kadınlara götürülmesi istenen özgürlük tüketimle ilişkilidir. Aihwa Ong’un da belirttiği gibi neoliberal özneler için özgürlük, tüketme özgürlüğü üzerinden tanımlanır, tüketici mantığı da özgürlüğü tanımlamaktadır.[xcix] Bu açıdan, Afgan ve Iraklı kadınların önündeki en önemli engellerden biri, ülkenin ekonomik sistemi ve kadınların bu ekonomik sistemdeki konumu olarak ortaya çıkmıştır. Dönemin dışişleri bakanı Colin Powell, Bush hükümetinin Irak’taki ekonomik durgunluğun, kapalı ve katı siyasi sistemin, kısıtlı eğitim kaynaklarının değiştirilmesini hedeflediğini belirtmiştir.[c] Neoliberal küresel piyasaya bir pazar daha eklenmesi anlamına gelen bu söylem, aslında savaş mağdurlarının daha sonradan sömürüleceği bir ekonomik sistemin yerleşeceğinin habercisidir, özellikle de kadınlar açısından. Emek piyasası üzerinde devletin kontrolünün yok denecek kadar az olduğu neoliberal sistemlerde cinsiyet ayrımcılığından dolayı kadınların çalışma hayatına eşitsiz katılımları onları daha zor bir durumda bırakır. Başka bir deyişle, kadınların emek sektöründe yer alması sistematik olarak olumludur denemez, bunun olumlu sayılabilmesi için çalışma koşulları iyileştirilmelidir. Bunun en önemli nedeni bu kadınların güvencesiz koşullarda, gözden düşmüş sektörlerde düşük ücretlerle ve neoliberal değişimler sonucunda esnek saatlerle çalışmaya zorlanmalarıdır.[ci] Afganistan’da kadınları zora sokan başka bir özel durum ise özel sektörün büyük bir kısmının savaş süresince tecavüz, cinayet gibi suçlar işleyen ve insanları evinden eden savaş ağalarının elinde olmasıdır.[cii] Bu koşullarda Afgan kadınların özel sektöre girmesi daha da güç gözükmektedir. Laura Bush’un 2005’te Ürdün’de gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’ndaki konuşmasına bir de bunları göz önünde tutarak bakmak faydalı olacaktır:
“Özgürlük, özellikle kadınlar için özgürlük, baskının yokluğunun ötesinde bir şeydir. Özgürlük, konuşma, oy verme ve özgürce ibadet etme hakkıdır. İnsan hakları kadın haklarını gerektirir. Ve insan hakları, insan özgürlüğü olmazsa içi boş laflardan ibarettir. Son birkaç yılda Ortadoğu’da kadınlar, özellikle Afganistan’daki kadınlar, olağanüstü ilerleme kaydettiler. Taliban’ın, Afgan kadınları sessizce acı çekmeye terk eden acımasız ve insanlık dışı muamelelerini unutmamalıyız – ve bu muameleleri asla kabul etmemeliyiz. Taliban, kızların okula gitmesine izin vermeyi reddederek ve kadınların çalışmalarını yasaklayarak, hem kendilerine hem de ailelerine destek olmalarının önüne geçerek kadınların hayata katılmasını engellemeye çalışıyordu. Bu korkunç bir haksızlık ve hiçbir toplumda kabul edilemez. Bugün, Afgan kadınlar yeni özgürlüklerinden hoşnut görünüyorlar. İki milyondan fazla küçük kız okula geri döndü. Kadınlar sınıflara öğrenci ya da öğretmen olarak geri dönüyorlar. Yeni meslek/iş eğitimleri ile Afgan kadınlar kilim dokumacılığı gibi eski el sanatlarını gelir üreten girişimlere dönüştürüyor.”[ciii]
Laura Bush’un bu konuşmasında dile getirilen şey “teröre karşı savaş”la “kurtarılan” bu kadınların, kurtarıcıları tarafından uluslararası emek piyasasında yer almak ve neoliberal küreselleşmeye katkıda bulunmak için teşvik edildiğidir.[civ] Böylece, elindeki sosyal, kültürel ve ekonomik imkânların kısıtlılıkları nedeniyle sistemi sorgulamayacak, kolay ikame edilebilir düşük ücretli işçiler ortaya çıkacaktır. Bu durum küreselleşmiş kapitalizmin tam da ihtiyacı olan şeydir. Ayrıca ekonomik özgürlüklerini kazanıyor olmaları öne sürülerek, kadınlar, küresel neoliberalizmin meşrulaştırılmasında araçsallaştırılacaktır.[cv] Oysa Laura Bush’un da örnek olarak verdiği kilim dokumacılığı gibi işler çok efor gerektiren ancak genellikle düşük ücretli işlerdendir. Sonuç olarak Taliban rejiminden kurtulan kadınlar, neoliberalizmin yoksulluğun kadınlaşmasına neden olması ile başka bir şiddete maruz kalacaklardır.[cvi] Taliban rejiminde evden çıkmadan yapılabilecek kuaförlük gibi meslekleri icra etmeye zorlanan doktorlar, öğretmenler, Taliban sonrası dönemde ise yine kendilerini mesleklerini icra edemeyecek durumda bulabilmektedirler. Zira neoliberal ekonomik sistemle yeniden yapılandırılmış Afganistan’da kuaförler devlet memuru olan öğretmenlere ya da doktorlara göre daha iyi kazanmaktadır.[cvii] Böylece daha çok tüketebilmektedirler, bu da kadın özgürlüğünü tüketim üzerinden tanımlayan neoliberal özgürlük tanımına göre daha çok özgürleşmek demektir.
Özgürlüğe ilişkin söylemlerde Afgan kadınların kendilerine sunulan “özgür kadın modeli”ne ne kadar adapte olup olamadıkları üzerinde de durulmaktadır. Yalnız bu durum, yani kadınların hayatında meydana gelen değişikliklerin Batı eliyle ve savaş aracılığıyla gerçekleşmesi Afgan kadınları çelişkili bir bağlama yerleştirmektedir. Batı’nın Afganistan’a ihracatı olarak gözüken bir özgürleşme, İslamcı patriarkanın tepkisini çekmekte ve kadınlar üzerinde yeniden bir baskı oluşturmaktadır. Yine aynı kadınlar Batılıların gözünde ise neoliberal pazara katılmayıp, kılık kıyafetlerini değiştirmedikçe ve de kendilerini Amerikalı kadınlarla bağdaştırmadıkça özgürleşmiş sayılmamakta ve özne pozisyonu alamamaktadırlar. McLarney bu noktada, Afgan kadınların önemli bir kısmının hâlâ kendi adına konuşamadıklarının ancak yeni giyim tarzlarının onlar adına konuştuğunun altını çizer.[cviii] Peki özne konumuna gelmek için bu tarz bir bağdaştırma gerekli midir? Uluslararası kadın dayanışması için elzem midir? Bu durumda söz konusu olan, bazı kadınların bazı kadınlar tarafından “kurtarılma”sı mıdır?
Günümüzdeki eşitlik, özgürlük ve insan haklarına ilişkin söylemlerin, geçmişin kolonyal retoriği ile etkileşimine dikkat çeken Abu-Lughod, tüm dünya kadınları arasında var olan farklılıklara dair -farklı geçmişlerin ürünü, farklı durumların ifadesi ve farklı arzuların tezahürü olarak- ciddi bir anlayışın geliştirilmesi gerektiğini öne sürmektedir.[cix] Zira “kurtarmak” istemek bir üstünlük iddiasıdır ve çok yüksek ihtimalle şiddetle sonuçlanır. Bu tuzağa düşmemek için birlikte hareket etmek ve küresel ölçekte adaletsizliğe karşı mücadele etmek gerekmektedir. Aksi takdirde dayanışma girişimleri FMF örneğinde olduğu gibi eril iktidarı güçlendiren ulusal ve uluslararası politikalara ve neo-kolonyal amaçlara hizmet eder. McLarney’e göre söz konusu bağlamda, Afgan kadınların Batılı diye tanımlanan kadınlığa adapte olmaları ile ilgili dayanışma girişimleri, onların küresel ekonomiye aktif olarak katılmaları ile ilgili girişimlerle el ele gitmektedir. Bu açıdan bakınca, Afgan kadınların bedenlerinin neoliberal bağlamda, köktendinci rejimler ile neoemperyal rejimler arasında bir çatışma alanı olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Kadın bedenlerini tanımlamak, düzenlemek ve anlatmak için iki eril ideolojinin çatışması söz konusudur.[cx] Her ikisi de eril ayrıcalıklı temel unsurları benimserler ancak farklı terimlerle dile getirirler. İkisi de kadın ve erkek arasında ekonomik eşitliği, siyasi eşitliği ve cinsiyet eşitliğini savun-a-mazlar. Taliban’ın burka ısrarı da ABD’nin Afgan kadınlarına sunduğu neoliberal model de savaşın başlamasıyla ortaya çıkan mağdur ve korunmaya muhtaç Amerikalı kadın imgeleri de bunun örneğini teşkil eder. Bu nedenle 11 Eylül sonrası Doğulu ve Batılı eril iktidarların kazanımlarını ve ayrıcalıklarını belirlemek, bu dönemde meydana gelen toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerini anlamak açısından önem kazanmaktadır.
Sonuç Yerine
Bu makalede Doğulu ve Müslüman olduğu varsayılan kadınların haklarına ilişkin söylemlerle meşrulaştırılan “teröre karşı savaş” süresince toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerinin yeniden inşası incelenmiştir. Makale George W. Bush dönemi ile sınırlandırılmış, bu dönemi izleyen süreçte görev alan politikacıların söylemlerine ve eylemlerine değinilmemiştir. Yapılan analizlerde 11 Eylül sonrası dönemde kullanılan neo-oryantalist söylemler ve neoliberal politikaların etkili olduğu görülmüştür. Neo-kolonyalizmin ideolojisi olarak ele alının neo-oryantalizmin, oryantalizm ile ortaklaştığı ve farklılaştığı noktaların altı çizilmiştir. 1970’lerden beri Doğu-Batı ilişkilerinde meydana gelen olumlu ve olumsuz değişikliklerin oryantalist söyleme etkisi incelenmiş, Doğu-Batı arasındaki kurgulanmış ikiliği sürdüren tarihin eski şemalarının günümüzde küresellik çerçevesinde yeniden kurgulanmış ve düzenlenmiş bir hâlde varlığını sürdürdüğü ortaya konmuştur. Toplumsal cinsiyet, ırk kavramı ve neoliberal politikaların hem “teröre karşı savaş”ta hem de bu savaştan sonra Afganistan’ın yeniden inşasında merkezi konumda olduğu, aynı zamanda ABD’nin iç politikasında da etkili olduğu görülmüştür. “Teröre karşı savaş” ve 11 Eylül saldırıları, neoliberal politikalar eşliğinde militarizasyonla bağlantılı olarak eril olanın değer kazanmasına, feminen olanın ise değer kaybetmesine yönelik toplumsal inşalara neden olmuş ve “teröre karşı savaş”ın cinsiyetlendirilmesi ve ırksallaştırılması, sadece “kurtarılması gereken kadın mağdurlar”ı değil, aynı zamanda onların “aşırı eril kurtarıcıları”nı, “onlara zulmeden korkak barbarlar”ı ve “olmaları gereken kadın modeli”ni de inşa etmiştir.[cxi]
11 Eylül ile ilgili medya temsilleri ve siyasi söylemler, iyi-kötü, Doğu-Batı, medeniyet-barbarlık, biz-öteki arasındaki ikili zıtlığı derinleştirmiştir. Böylece Batılı ve Doğulu/Müslüman eril iktidarlar arasındaki savaş, kadınların konumu merkeze alınarak, medeniyet ile barbarlık arasındaki savaş olarak lanse edilmiştir. Oysaki iki taraf da bu süreçte kadınların sesini duymazdan gelmiştir. Savaşın başlatılmasından önce de sonra da kadınların yararına olabilecek noktalar göz ardı edilmiştir. 1977 yılında kurulan Afganistan’ın en örgütlü Feminist grubu RAWA (Revolutionary Association of the Women of Afghanistan) üyeleri bu süreçte Amerikalı hiçbir yetkilinin kendileriyle görüşüp fikirlerini almadığını belirtmiştir.[cxii] New York’ta toplantılara katılan RAWA üyeleri açıkça Afgan halkının barış, güvenlik ve meşru seçimler sonucunda oluşturulacak demokratik bir ülke istediklerini belirtmişlerdir.[cxiii] Taliban’ın yerini alan Kuzey İttifakı’nın en az Taliban kadar kötü olduğunu ve buna rağmen ABD desteği gördüğünü ileten grupla hemfikir olan, 11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan kökenli kadın öğrenciler tarafından kurulan Women for Women in Afghanistan grubu da New York’taki savaş karşıtı toplantılarda seslerini çıkarmıştır. 2009 yılında RAWA tarafından yayımlanan çeşitli bildirilerde ise Taliban sonrası Afganistan’daki durumun karmaşıklığından sıklıkla bahsedilmiştir.[cxiv] Yapılan her seçimin hileli olduğunu belirten RAWA üyeleri, 2001 savaşı sonrasında kadınların durumunun iyiye gitmediğini, tecavüz oranlarının ve aile içi şiddetin arttığını, Laura Bush’un söylediğinin ve Amerikan basınının yazdıklarının aksine kadınların okuma-yazma oranının %5’te kaldığını belirterek şöyle demektedir: “ABD ve müttefikleri demokrasi, kadın hakları, özgürlük vb. gibi sloganlarla ülkemizi işgal etti, ancak bugün Afganistan’da bu değerlerin en kirli düşmanlarını destekliyor ve onlara yardım ediyor.”[cxv]
Bu açıdan bakıldığında “teröre karşı savaş”, resmi söylemler tarafından belirtildiği gibi kadın hakları için değil, küresel ölçekte kadın haklarına karşı bir savaş olarak karşımıza çıkmıştır. Christine Delphy’nin de belirttiği gibi, savaşın Afgan kadınlar için faydalı olduğunu öne sürmek, onların bombalanarak ölmesinin, açlıktan ya da soğuktan ölmesinin Taliban rejiminde yaşamalarından daha iyi olduğunu ifade etmektir ve onların yaşam haklarıyla ilgili karar vermektir. Bu bağlamda kölelikten ziyade ölüm, dünya kamuoyunun Afgan kadınları için verdikleri karar olarak öne çıkmaktadır.[cxvi] Bu çerçevede “teröre karşı savaş” Batılı, beyaz, orta sınıf, hegemonik eğilimleri yeniden üretmiştir, hatta Bush’un kurtarma retoriğini takip ederek neo-kolonyal söylemleri de bu eğilime iliştirmiştir. Bu durum sadece Afgan kadınları diğer kadınlardan ayırmakla kalmamış, aynı zamanda dünya genelinde feministleri Afgan kadınlarla dayanışma yöntemleri konusunda kendi aralarında da bölmüştür.[cxvii] Feminizmlerin dekolonizasyonunu ve neoliberalizmin epistemolojik şiddetiyle mücadelesini kesişimsellik çevresinde derinlemesine inceyen Paola Bachetta’ya göre kadınlar arasındaki bu bölünme “öteki”yle ilişkideki ekonomik, kurumsal, zamansal, mekânsal, sosyal, duygusal ve de epistemik boyutları içerir.[cxviii] Bu dönemde ABD’nin önde gelen feminist örgütlerinden FMF’nin duruşu bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bununla birlikte belirtmeliyiz ki, hem dünyada hem de ABD’de emperyalizm karşıtı, dünyayı hem kadınlar hem de insanlığın geri kalanı için demokratik bir yer hâline dönüştürmenin yollarını arayan feministlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. ABD’de 11 Eylül saldırıları sonrası kurulan Worldwide Sisterhood Against Terrorism and War isimli, yüzlerce feministin aktif olarak yer aldığı dayanışma grubunun yayımladığı bildiri[cxix], feminist kuramcıların 11 Eylül sonrası için şiddet önermeyen çözüm önerilerinin yer aldığı bildiri[cxx], Diverse Women for Diversity[cxxi] grubunun yayımladığı savaş karşıtı bildiri örnek olarak verilebilir.
Ancak, kadınların özgürleş-tiril-mesinin erkek egemen sistem tarafından bazı ekonomik ve politik hamleleri kolaylaştırmak için kullanılması uzun vadede bu işlevini sürdürmediği takdirde kadınlara ilişkin meseleler Afganistan ve Irak örneklerinde de olduğu gibi gündemden düşebilir. Bush hükümetinin kadınların özgürleşmesine ilişkin söylemleri, kadınların savaş sırasında yaşadıkları şiddet, taciz, tecavüz, aile bireylerinin kayıpları, yaşlıların ve çocukların bakımlarını üstlenmeleri gibi konuları es geçmiştir. Aynı zamanda “kadınlar-için-şiddet”i meşrulaştırarak, onları dolaylı ya da dolaysız olarak savaşın yıkımlarından sorumlu göstermiştir. Bush hükümetinin kadın haklarına ilişkin söylemleri başka ülkelerin işgali için kullanması ile bunlar, neoemperyalist söylemi ikame etmek için kullanılmıştır. Ancak ne tesadüftür ki örgütlü, beyaz, burjuva patriarka bu neoliberal savaştan güçlenerek çıkmıştır.[cxxii] Ancak unutmamak gerekir ki, Ortadoğulu iktidar sahibi erkekler de bu savaştan güçlenerek çıkmıştır. ABD ve Ortadoğu’daki çeşitli ülkeler dahil dünyanın birçok bölgesinde eril, şovenist, milliyetçi oluşumlar iktidarda kendilerine yer bulmuştur. Aynı zamanda ABD’nin Irak’tan plansız bir şekilde geri çekilmesinden de şu an Ortadoğu’da süren şiddet ortamından da İslamcı patriarka çıkar sağlamaktadır.
Eğer Afgan ya da Iraklı kadınlar bu süreç sonunda ülkelerinin erilliğinin kırılmasını gerçekleştirebilirse ya da bu yönde ciddi kazanımlar elde ederse bu, Bush hükümetinin ve diğerlerinin neo-kolonyal ve neo-oryantalist söylemleri sayesinde değil, kadınların kendi aralarında örgütlenmeleri sayesinde olacaktır. Zira ileri savaş teknolojileri ile gerçekleştirilen bombardımanların, kadınların hayatlarını güzelleştireceğini düşünmek mümkün gözükmemektedir.
Kaynakça
Kitaplar
Ahmed, Leila. A Quiet Revolution: The Veil’s Resurgence, from the Middle East to America. New Haven: Yale University Press, 2012.
Al-Ali, Nadje Sadig. Iraqi Women: Untold Stories from 1948 to the Present. Londra/New York: Zed Books, 2007.
Bourdieu, Pierre. La Distinction: Critique Sociale du Jugement. Paris: Les Editions de Minuit, 1979.
Butler, Judith. Precarious Life: The Powers of Mourning and Violence. Londra: Verso, 2004.
Cameron, Angus ve Ronen Palan. The Imagined Economies of Globalisation. London: Sage, 2004.
Chomsky, Noam. 9-11. New York: Seven Stories Press, 2001.
Dallmayr, Fred Reinhard. Beyond Orientalism: Essays on Cross-Cultural Encounter. SUNY Press: 1996.
Eisenstein, Zillah. Against Empire: Feminisms, Racism, and the West. Londra: Zed Books, 2004.
Faludi, Susan. The Terror Dream: Fear and Fantasy in Post-9/11 America. New York: Metropolitan Books, 2007.
Foucault, Michel vd. Naissance de la Biopolitique : Cours au Collège de France. Paris: Seuil, 2004.
Franco, Eli ve Karin Preisendanz. Beyond Orientalism: Work of Wilhelm Halbfass and Its Impact on Indian and Cross-Cultural Studies. Brill | Rodopi: 1997.
Harvey, David. A Brief History of Neoliberalism. Oxford/New York: Oxford University Press, 2005.
Hawthorne, Susan ve Bronwyn Winter (Der.). September 11, 2001: Feminist Perspectives. North Melbourne: Spinifex Press, 2002.
Little, Douglas. American Orientalism: The United States and the Middle East Since 1945. Chapel Hill, N.C: University of North Carolina Press, 2008.
Nkrumah, Kwame. Neo-colonialism: The Last Stage of Imperialism. Londra: Nelson, 1965.
Ong, Aihwa. Neoliberalism as Exception: Mutations in Citizenship and Sovereignty. Durham, North Carolina: Duke University Press, 2006.
Puar, Jasbir. Politiques Queer Après le 11 Septembre. Paris: Éditions Amsterdam, 2012.
Rostami-Povey, Elaheh. Afghan Women: Identity and Invasion. New York: Zed Books, 2007.
Said, Edward. L’Orientalisme: l’Orient Créé par l’Occident. Paris: Seuil, 1980.
Said, Edward. Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları. İstanbul: Metis Yayınları, 2004.
Spivak, Gayatri Chakravorty. Les Subalternes Peuvent-Elles Parler ? Paris: Éditions Amsterdam, 2009.
Turner, Bryan. Orientalism, Postmodernism, and Globalism. Londra/New York: Routledge, 1994.
Wilkins, Karin Gwinn. Home/ Land/ Security: What We Learn About Arab Communities from Action-Adventure Films. Lanham, MD: Lexington Books, 2009.
Yeğenoğlu, Meyda. Sömürgeci Fanteziler: Oryantalist Söylemde Cinsel ve Kültürel Fark. İstanbul: Metis Yayınları, 2003.
Makaleler
Abu-Lughod, Lila “Les Femmes Musulmanes Ont-Elles Réellement Besoin d’Être Sauvées ?.” La Polysémie du Voile: Politiques et Mobilisations Postcoloniales içinde. Der. Maria Eleonora Sanna ve Malek Bouyahia, 91-116. Paris: Archives Contemporaines, 2013.
Bacchetta, Paola vd. “Transnational Feminist Practices against War.” Meridians 2/2 (2002): 302‑308.
Bacchetta, Paola. “Décoloniser le Féminisme: Intersectionnalité, Assemblages, Co-formations, Co-productions.” Cahiers du CEDREF. Intersectionnalité et Colonialité. Débats Contemporains, Der., Jules Falquet ve ve Azadeh Kian, 125-138. Paris: Université Paris 7 – Diderot, 2015.
Bayoumi, Moustafa. “The God That Failed: The Neo-Orientalism of Today’s Muslim Commentator.” Islamophobia/Islamophilia: Beyond the Politics of Enemy and Friend içinde. Der. Andrew Shryock, 79-93. Bloomington: Indiana University Press, 2010.
Blanchard, Pascal ve Sandrine Lemaire. “Exhibitions, Expositions, Médiatisation et Colonies.” Culture Coloniale 1871-1931 : La France Conquise par Son Empire içinde. Der. Pascal Blanchard ve Sandrine Lemaire, 43-54. Paris: Editions Autrement, 2003.
Bottici, Chiara ve Benoit Challand, “Rethinking Political Myth: The Clash of Civilizations as a Self-Fulfilling Prophecy.” European Journal of Social Theory, 9/3 (1 Ağustos 2006): 315-336.
Brittain, Melisa. “Benevolent Invaders, Heroic Victims and Depraved Villains: White Femininity in Media Coverage of the Invasion of Iraq” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde. Der. Krista Hunt ve Kim Rygiel, 73-96. Hampshire: Ashgate, 2006.
Burks, Derek. “Lesbian, Gay, and Bisexual Victimization in the Military: An Unintended Consequence of ‘Don’t Ask, Don’t Tell?’.” American Psychologist 7/66 (2011): 604-613.
Cloud, Dana. “‘To Veil the Threat of Terror’: Afghan Women and the ‘Clash of Civilizations’ in the Imagery of the US War on Terrorism.” Quarterly Journal of Speech 90/ 3 (2004): s. 285-306.
Cohn, Carol ve Cynthia Enloe. “A Conversation with Cynthia Enloe: Feminists Look at Masculinity and the Men Who Wage War.” Signs 28/4 (Haziran 2003): 1187-1207.
Delphy, Christine. “Une Guerre pour les Femmes Afghanes ?.” Nouvelles Questions Féministes 21/1 (2002): 98-109.
Enloe, Cynthia. “Feminism, Nationalism and Militarism : Wariness without Paralysis.” Feminism, Nationalism and Militarism içinde. Der. Constance R. Sutton, 13-32. New York: Association for Feminist Anthropology/American Anthropological Association,1995.
Falquet, Jules. “Ce que le Genre Fait à l’Analyse de la Mondialisation Néolibérale : L’Ombre Portée des Systèmes Militaro-industriels sur les ‘Femmes Globales’.” Regards Croisés sur l’Economie 15/2 (1 Ağustos 2014): 341-355.
Freeman, Carla. “Is Local: Global as Feminine: Masculine? Rethinking the Gender of Globalization.” Signs 4/26 (Temmuz 2001): 1007‑1037.
Haritaworn, Jim. “There Are Many Transatlantics: Homonationalism, Homotransnationalism and Feminist-Queer-Trans of Color Theories and Practices.” Transatlantic Conversations: Feminism as Travelling Theory içinde. Der. Kathy Davis ve Mary Evans, 127-144. Hampshire: Ashgate Publishing, Ltd., 2011.
Hatem, Mervat. “Through Each Other’s Eyes: The Impact on the Colonial Encounter of the Images of Egyptian, Levantine-Egyptian, and European Women, 1862-1920.” Western Women and Imperialism içinde, der., Nupur Chaudri ve Margaret Strobel (Bloomington: Indiana University Press, 1992)
Hellmich, Christina. “Creating the Ideology of Al Qaeda: From Hypocrites to Salafi-Jihadists.” Studies in Conflict & Terrorism, 31/2 (Şubat 2008): 111‑124.
Hunt, Krista ve Kim Rygiel. “(En)gendering the War on Terror and Camouflaged Politics.” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde. Der. Krista Hunt ve Kim Rygiel, 1-26. Hampshire: Ashgate, 2006.
Hunt, Krista. “‘Embedded Feminism’ and the War on Terror.” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde. Der. Krista Hunt ve Kim Rygiel, 51-72. Hampshire: Ashgate, 2006.
Khalid, Maryam. “Gender, Orientalism and Representations of the ‘Other’ in the War on Terror.” Global Change, Peace & Security, 23/1 (Şubat 2011): 15‑29.
Kian, Azadeh. “Mondialisation, ‘Guerre Antiterroriste’, Néo-orientalisme, Renouveau des Nationalismes et Redéploiement de Violence de Genre.” Violences et Société. Regards Sociologiques içinde. Der. Abou Ndiaye ve Dan Ferrand-Bechmann, 215-232. Paris: Éditions Desclée de Brouwer, 2010.
Kontny, Oliver. “Üçgenin Tabanını Yok Sayan Pythagoras: Oryantalizm ve Ataerkillik Üzerine.” Doğu Batı: Oryantalizm I. Ankara: Doğu Batı Yayınları, (2005): 121-136.
Loeppky, Rodney. “‘Biomania’ and US Foreign Policy.” Millenium: Journal of International Studies 34/1 (2004): 85-113.
Mahnken, Thomas G. “The American Way of War in the Twenty-first Century.” Democracies and Small Wars içinde. Der. Efraim Inbar, 73-84. Portland: OR, Frank Cass, 2003.
McLarney, Ellen. “The Burqa in Vogue: Fashioning Afghanistan.” Journal of Middle East Women’s Studies 5/1 (2009): 1-20.
Mohanty, Chandra Talpad. “Sous le Regard de l’Occident: Recherche Féministe et Discours Colonial.” Sexe, Race, Classe, pour une Epistémologie de la Domination içinde. Der. Elsa Dorlin, 149-182. Paris: Presses Universitaires de France, 2009.
Plaisance, Patrick Lee. “The Propaganda War on Terrorism: An Analysis of the United States’ ‘Shared Values’ Public-Diplomacy Campaign After September 11, 2001.” Journal of Mass Media Ethics 20/4 (Aralık 2005): 250‑268.
Rubi, Jenny. “Is This a Feminist War?.” September 11, 2001: Feminist Perspectives içinde. Der. Susan Hawthorne ve Bronwyn Winter, 148-151. North Melbourne: Spinifex Press, 2002.
Samiei, Mohammad. “Neo-Orientalism? The Relationship Between the West and Islam in Our Globalised World.” Third World Quarterly 31/7 (Ekim 2010): 1145-1160.
Scholte, Jan Aart. “Beyond the Buzzword: Towards a Critical Theory of Globalization.” Globalization: Theory and Practice içinde. Der. Eleanor Kofman and Gillian Youngs, 43-57. Londra: Pinter Pub Ltd., 1996.
Sharma, Nandita. “White Nationalism, Illegality, and Imperialism: Border Controls as Ideology.” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde. Der. Krista Hunt ve Kim Rygiel, 121-144. Hampshire: Ashgate, 2006.
Sharp, Joanne. “Refiguring Geopolitics: The Reader’s Digest and Popular Geographies of Danger at the End of the Cold War.” Geopolitical Traditions. A Century of Geopolitical Thought içinde. Der. Klaus Dodds ve David Atkinson, 332-352. Londra/New York: Routledge, 2000.
Talahite, Fatiha. ‘Genre, Marché du Travail et Mondialisation.” Académique (1 Şubat 2010): 43‑56.
Tuastad, Dag “Neo-Orientalism and the New Barbarism Thesis: Aspects of Symbolic Violence in the Middle East Conflict(s).” Third World Quarterly, 24/4 (Ağustos 2003): 591‑599.
Via, Sandra. “Gender, Militarism, and Globalization : Soldiers for Hire and Hegemonic Masculinity.” Gender, War, and Militarism : Feminist Perspectives içinde. Der. Laura Sjoberg ve Sandra Via, 42-53. California: ABC-CLIO, LLC, 2010.
Walby, Sylvia. ”Woman and Nation.” International Journal of Comparative Sociology 33/1-2 (1992): 81-100.
Walsh, Edward. “Powell Unveils U.S.-Arab Initiative.” The Washington Post, 13 Aralık 2002.
Yılmaz, Hüseyin. “The Eastern Question and the Ottoman Empire: The Genesis of the Near and Middle East in the 19th Century.” Is There a Middle East ?: The Evolution of a Geopolitical Concept içinde. Der., Michael E. Bonine, Abbas Amanat, ve Michael Ezekiel Gasper, 11-35. Stanford, California: Stanford University Press, 2012.
Tezler
Telseren, Aslı. Reproduction et Reconstruction des Rapports Sociaux de Sexe et de ‘Race’ Après le 11 Septembre 2001: Le Cas des Films Hollywoodiens (2001-2011). Doktora Tezi, Sorbonne Paris-Cité Paris 7 Diderot Üniversitesi. 2016.
Çevrimiçi Kaynaklar
9/11 Commission Report. Erişim 11.07.2017. https://www.9-11commission.gov/report/911Report.pdf
BBC. “Blair’s Concerns over Face Veils.” BBC. Erişim 30.07.2014. http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/6058672.stm
BBC. “Bush Speech: Full Text.” BBC. Erişim 01.08.2017 http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/americas/2994345.stm
BBC “The Taliban Are Forced out of Afghanistan.” BBC. Erişim 27.04.2017. http://www.bbc.co.uk/history/events/the_taliban_are_forced_out_of_afghanistan
Bush, Laura. “First Lady Radio Address.” 17.11.2001. Erişim 30.10.2015. http://www.c-span.org/video/?167373-1/first-lady-radio-address
Bush, Laura. “Remarks by First Lady Laura Bush at the World Economic Forum.” Erişim 10.10.2012. http://2001-2009.state.gov/g/wi/46651.htm
Flanders, Laura. “Afghan Feminists Speak Out – War on Terrorism, United States.” Erişim 29.04.2017. http://www.rawa.org/progressive.htm
New York Times. “The Fall of Baghdad.” New York Times. Erişim 27.04.2017. http://www.nytimes.com/2003/04/10/opinion/the-fall-of-baghdad.html
New York Times. “Washington: Former Pentagon Spokeswoman Joins Cnn As Analyst.” New York Times Erişim 11.07.2017. http://www.nytimes.com/2003/09/23/us/national-briefing-washington-former-pentagon-spokeswoman-joins-cnn-as-analyst.html?ref=topics
NouvelObs. “Les Principales Manifestations Altermondialistes depuis 1999.” NouvelObs. Erişim 31.03.2017. http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20060118.OBS2672/les-principales-manifestations-altermondialistes-depuis-1999.html.
Rawa. “Afghan Women Bear Brunt of Hypocritical War on Terror.” Erişim 29.04.2017. http://www.rawa.org/rawa/2009/09/27/afghan-women-bear-brunt-of-hypocritical-war-on-terror.html
Saigol, Rubina. “Militarisation, Nation and Gender: Women’s Bodies as Arenas of Violent Conflict.” Erişim 05.09.2015. http://www.sacw.net/Wmov/RubinaSaigol.html.
Schueller, Malini Johar. “Cross-cultural Identification, Neoliberal Feminism, and Afghan Women,” Genders (Nisan 2011). (erişim 31.03.2017) http://www.colorado.edu/gendersarchive1998-2013/2011/04/01/cross-cultural-identification-neoliberal-feminism-and-afghan-women.
Sipress, Alan. “Hughes Misreports Iraqi History.” Washington Post. 22.10.2005. Erişim 01.08.2017. http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2005/10/21/AR2005102101870.html
Sylvia Rivera Law Project, “The Impact of the War on Terror on LGBTSTQ Communities.” Erişim 27.04.2017. http://archive.srls.org/impact-war-terror-lgbtstq-communities
The Guardian. “Text of George Bush’s Speech.” The Guardian (21.09.2001). Erişim 15. 08. 2017. https://www.theguardian.com/world/2001/sep/21/september11.usa13
Weisman, Steven. “Saudi Women Have Message for U.S. Envoy.” New York Times. 28.09.2005. Erişim 01.08.2017. http://www.nytimes.com/2005/09/28/world/middleeast/saudi-women-have-message-for-us-envoy.html?mcubz=1
[i] Bu süreçte İslam ve Batı arasında kurgulanan ikiliğin çeşitli yönleriyle anlaşılması, bugün Batılı toplumlarda yaşanan küresel terör saldırılarının (örneğin Ekim 2015 Ankara, Kasım 2015 Paris, Mart 2016 Brüksel, Haziran 2016 İstanbul, Temmuz 2016 Nice, Ocak 2017 İstanbul, Haziran 2017 Londra, Ağustos 2017 Barselona) kapsamlı olarak tartışılabilmesine olanak sağlaması açısından önemli gözükmektedir.
[ii] Bu makalede Ortadoğu kelimesi George W. Bush’un 11 Eylül saldırılarının hemen ardından baba Bush’tan miras aldığı ve sık sık gündeme getirdiği, Mağrip’ten Afganistan’a kadar uzanabilen oldukça geniş, karmaşık ve bütünlük taşımayan bir alanı ifade eden “Büyük Ortadoğu” terimini işaret etmektedir. Ortadoğu teriminin algılanmasının zaman içindeki değişimiyle ilgili detaylı bir tartışma için bkz: Hüseyin Yılmaz, “The Eastern Question and the Ottoman Empire: The Genesis of the Near and Middle East in the 19th Century,” Is There a Middle East ?: The Evolution of a Geopolitical Concept içinde, der., Michael E. Bonine, Abbas Amanat, ve Michael Ezekiel Gasper (Stanford, California: Stanford University Press, 2012), 11-35.
[iii] Zillah R. Eisenstein, Against Empire: Feminisms, Racism, and the West (Londra: Zed Books, 2004), 19.
[iv] Bu makalede toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğe ilişkin farklılıkların toplumsal inşası olarak ele alınmıştır, inceleme kadın-erkek arası iktidar ilişkileri bağlamında yapılmıştır. Konuyu sınırlama gerekliliğinden dolayı maalesef bu makalede LGBTİ bireylerin bu süreçteki, hem savaşta hem de Amerika’daki deneyimlerine yer verilememiştir. Bu konuyla ilgili detaylı analizler için bkz: Jasbir K. Puar, Politiques Queer Après le 11 Septembre (Paris: Éditions Amsterdam, 2012) ; Jim Haritaworn, “There Are Many Transatlantics: Homonationalism, Homotransnationalism and Feminist-Queer-Trans of Color Theories and Practices,” Transatlantic Conversations: Feminism as Travelling Theory içinde, der., Kathy Davis ve Mary Evans (Hampshire: Ashgate Publishing, Ltd., 2011), 127-144; Derek J. Burks, “Lesbian, Gay, and Bisexual Victimization in the Military: An Unintended Consequence of ‘Don’t Ask, Don’t Tell?’,” American Psychologist 7/66 (2011): 604-613. Irk kavramı da aynı toplumsal cinsiyet kavramı gibi toplumsal bir inşa olarak ele alınmıştır. Bu kavramları analojik olarak düşünmek toplumsal cinsiyete ilişkin rollerin doğuştan gelen farklılıklara dayandığını ileri süren yaklaşımları ve ırk kavramını biyolojik farklılıklara bağlayan ırkçı yaklaşımları yapısökümüne uğratmak için gereklidir.
[v] Söz konusu fallik sembol ABD’nin sadece ekonomik gücünü değil, aynı zamanda ona ilişkilenen bir erilliği de işaret etmektedir.
[vi] Carla Freeman, “Is Local: Global as Feminine: Masculine? Rethinking the Gender of Globalization,” Signs 4/26 (Temmuz 2001): 1007‑1010.
[vii] Jan Aart Scholte, “Beyond the Buzzword: Towards a Critical Theory of Globalization,” Globalization: Theory and Practice içinde, der., Eleanor Kofman and Gillian Youngs (Londra: Pinter Pub Ltd., 1996): 45.
[viii] Carla Freeman, a.g.e., s. 1008.
[ix] Küresel kapitalizme ve onun hegemonik kültürüne karşı yapılan ve giderek yaygınlaşan eleştirilerin Seattle, Paris, Barselona gibi şehirlerde ortaya çıkması buna örnek olarak verilebilir. Bu konuyla ilgili başka örnekler için bkz: “Les Principales Manifestations Altermondialistes depuis 1999,” NouvelObs, erişim 31.03.2017. http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20060118.OBS2672/les-principales-manifestations-altermondialistes-depuis-1999.html.
[x] Noam Chomsky, 9-11 (New York: Seven Stories Press, 2001), 11.
[xi] Susan Faludi, The Terror Dream: Fear and Fantasy in Post-9/11 America (New York: Metropolitan Books, 2007), 12.
[xii] Ibid. Çeviri tarafıma ait.
[xiii]“The Taliban Are Forced out of Afghanistan,” BBC, erişim 27.04.2017. http://www.bbc.co.uk/history/events/the_taliban_are_forced_out_of_afghanistan
[xiv] “The Fall of Baghdad,” New York Times, erişim 27.04.2017. http://www.nytimes.com/2003/04/10/opinion/the-fall-of-baghdad.html
[xv] Çeviri tarafıma ait. “Text of George Bush’s speech,” The Guardian (21.09.2001). Orijinal metin: “Every nation, in every region, now has a decision to make. Either you are with us, or you are with the terrorists. From this day forward, any nation that continues to harbor or support terrorism will be regarded by the United States as a hostile regime.”
[xvi] Rodney Loeppky, “‘Biomania’ and US Foreign Policy,” Millenium: Journal of International Studies 34/1 (2004):85-114; Thomas G. Mahnken, “The American Way of War in the Twenty-first Century,” Democracies and Small Wars içinde, der., Efraim Inbar (Portland: OR, Frank Cass, 2003), 73-84.
[xvii] George W. Bush’un 21 Eylül 2001 tarihli konuşmasında geçen cümleler bu değişimin ilanı niteliğinde görülebilir: “Bizim savaşımız El-Kaide ile başlıyor, ama onlarla bitmeyecek. Dünyadaki bütün terörist gruplar bulunup, durdurulup, yenilinceye kadar bitmeyecek… Amerikalılar, bu insanların neden bizden nefret ettiklerini soruyorlar, tam da burada gördüğümüz şeyden, demokratik bir şekilde seçilmiş hükümetten nefret ediyorlar. […] Bizim özgürlüklerimizden – inanç özgürlüğümüzden, ifade özgürlüğümüzden, oy verme özgürlüğümüzden, toplanma özgürlüğümüzden ve hemfikir olmama özgürlüğümüzden nefret ediyorlar. […] Onlar 20. yüzyılın tüm tehlikeli ideolojilerinin mirasçıları. İnsan hayatlarını kendi radikal amaçları uğruna kurban ederek – güç istenci hariç her türlü değeri terk ederek – faşizm, Nazizm ve totalitarizmin yolunda ilerliyorlar. Gittiği yere kadar bu yolu takip edecekler: isimsiz mezarlarında yattıkları yere kadar…” Konuşma metninin tamamı için bkz: “Text of George Bush’s Speech,” The Guardian (21.09.2001).
[xviii] Karin Gwinn Wilkins, Home/ Land/ Security: What We Learn About Arab Communities from Action-Adventure Films, (Lanham, MD: Lexington Books, 2009), 2.
[xix] Center for Budget and Policy Priorities Reports 2003&2004. Sylvia Rivera Law Project arşivinden alıntılanmıştır. Detaylı bir analiz için bkz. “The Impact of the War on Terror on LGBTSTQ Communities,” erişim 27.04.2017. http://archive.srls.org/impact-war-terror-lgbtstq-communities
[xx] Zillah R. Eisenstein, a.g.e., s.19. Eisenstein, George W. Bush’un 2003 vergi indirimi önerisinin söz konusu sınıf savaşında önemli bir rol oynadığını ifade etmektedir. Eisenstein’a göre 1980’lerden beri uygulanan ve neoliberal politikaların gereksinimlerine uygun olarak zaman zaman yürütülen bu sınıf savaşı, bu dönemde yeniden gündeme gelmiştir. Buna göre savaş yapmak dışındaki tüm ekonomik sorumluluklarını üstünden atmaya çalışan devletin yaptığı vergi indiriminden sağlanacak gelirin %32’si ülkenin en zengin %1’lik kesiminde kalacak, düşük gelirli vatandaşlar ise bu vergi revizyonundan neredeyse hiç faydalanamayacaktı. Bu durum zenginler ile fakirler arasındaki farkın daha da açılmasına neden olacaktı (s.19).
[xxi] Ibid., s.1.
[xxii] Ibid., s. 9.
[xxiii] Susan Faludi, a.g.e., s.21.
[xxiv] Ibid., s.22.
[xxv] Ibid.
[xxvi] Ibid., s.23.
[xxvii] Ibid., s. 12.
[xxviii] “Bush Speech: Full Text,” BBC, erişim 01.08.2017 http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/americas/2994345.stm
[xxix] Ibid.
[xxx] Ibid.
[xxxi] Ebu Gureyb işkence skandalını ortaya çıkartan fotoğraflarda beyaz kadınlar tarafından yaralanmış, boyun eğdirilmiş, utandırılmış ve disipline edilmiş Iraklı erkeklerin imgeleri görülmüş ve bu şekilde kamuoyuna “düşmanın” erilliğinin tamamen kırıldığına dair belli bir mesaj iletilmiştir. Bu işkenceler sırasında Iraklı askerlere sopalar ya da diğer fallik objeler aracılığıyla tecavüz edildiği bilinmektedir. Detaylı bir analiz için bkz. Melisa Brittain, “Benevolent Invaders, Heroic Victims and Depraved Villains: White Femininity in Media Coverage of the Invasion of Iraq,” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde, der., Krista Hunt ve Kim Rygiel (Hampshire: Ashgate, 2006), 89; Maryam Khalid, “Gender, Orientalism and Representations of the ‘Other’ in the War on Terror,” Global Change, Peace & Security, 23/1 (Şubat 2011): 15‑29.
[xxxii] Susan Faludi, a.g.e., s. 4.
[xxxiii] Gayatri Chakravorty Spivak, Les Subalternes Peuvent-Elles Parler ? (Paris: Éditions Amsterdam, 2009).
[xxxiv] Pascal Blanchard ve Sandrine Lemaire, “Exhibitions, Expositions, Médiatisation et Colonies,” Culture Coloniale 1871-1931 : La France Conquise par Son Empire içinde, der., Pascal Blanchard ve Sandrine Lemaire (Paris: Editions Autrement, 2003), 45.
[xxxv] Antik Yunan politik düşüncesinde kanaat anlamına gelen bu kelime, sosyolog Pierre Bourdieu’nün düşüncesinde belirli bir topluma yerleşmiş kanaatleri işaret etmektedir. Detaylı bilgi için bkz. Pierre Bourdieu, La Distinction: Critique Sociale du Jugement (Paris: Les Editions de Minuit, 1979).
[xxxvi] Edward W. Said, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları (İstanbul: Metis Yayınları, 2004), 12.
[xxxvii] Oliver Kontny, “Üçgenin Tabanını Yok Sayan Pythagoras: Oryantalizm ve Ataerkillik Üzerine,” Doğu Batı: Oryantalizm I (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2005), 121.
[xxxviii]Edward W. Said, Şarkiyatçılık, a.g.e., s. 12.
[xxxix] Mohammad Samiei, “Neo-Orientalism? The Relationship Between the West and Islam in Our Globalised World,” Third World Quarterly, 31/7 (Ekim 2010): 1148.
[xl] Ibid., s. 1147.
[xli] Edward W. Said, L’Orientalisme: l’Orient Créé par l’Occident (Paris: Seuil, 1980), 301.
[xlii] Mohammad Samiei, a.g.e., s. 1152.
[xliii] Eli Franco ve Karin Preisendanz, Beyond Orientalism: Work of Wilhelm Halbfass and Its Impact on Indian and Cross-Cultural Studies, (Brill | Rodopi: 1997); Fred Reinhard Dallmayr, Beyond Orientalism: Essays on Cross-Cultural Encounter (SUNY Press: 1996); Bryan S. Turner, Orientalism, Postmodernism, and Globalism (Londra/ New York: Routledge, 1994).
[xliv] Mohammad Samiei, a.g.e., s.1151.
[xlv] Ibid. Lewis’in ve Huntington’ın bu konudaki çabalarını gösteren makaleler için bkz: Bernard Lewis, “Les Racines de la Colère Musulmane,” Atlantic Monthly, (Septembre 1990) ; Samuel Huntington, “The Clash of Civilisations,” Foreign Affairs, 72/3, (1993)
[xlvi] Joanne Sharp, “Refiguring Geopolitics: The Reader’s Digest and Popular Geographies of Danger at the End of the Cold War,” Geopolitical Traditions. A Century of Geopolitical Thought içinde, der., Klaus Dodds ve David Atkinson (Londra/New York: Routledge, 2000), 332.
[xlvii] Douglas Little, American Orientalism: The United States and the Middle East Since 1945 (Chapel Hill, N.C: University of North Carolina Press, 2008), 39.
[xlviii] Nandita Sharma, “White Nationalism, Illegality, and Imperialism: Border Controls as Ideology,” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde, der., Krista Hunt ve Kim Rygiel, (Hampshire: Ashgate, 2006), 123.
[xlix] Moustafa Bayoumi, “The God That Failed: The Neo-Orientalism of Today’s Muslim Commentator,” Islamophobia/Islamophilia: Beyond the Politics of Enemy and Friend içinde, der., Andrew Shryock (Bloomington: Indiana University Press, 2010), 79.
[l] Ibid., s. 81-83.
[li]John Esposito, ‘Interview by Asia Sources,’ erişim 01.02.2007. http://www.asiasource.org/news/special_ reports/esposito.cfm, Mohammad Samiei tarafından aktarılmıştır, Mohammad Samiei, a.g.e., s. 1154.
[lii] Chiara Bottici ve Benoit Challand, “Rethinking Political Myth: The Clash of Civilizations as a Self-Fulfilling Prophecy,” European Journal of Social Theory, 9/3 (1 Ağustos 2006): 327.
[liii] Dag Tuastad, “Neo-Orientalism and the New Barbarism Thesis: Aspects of Symbolic Violence in the Middle East Conflict(s),” Third World Quarterly, 24/4, (Ağustos 2003): 591‑599.
[liv] Ibid.
[lv] Christina Hellmich, “Creating the Ideology of Al Qaeda: From Hypocrites to Salafi-Jihadists,” Studies in Conflict & Terrorism, 31/2 (Şubat 2008): 111‑124.
[lvi] Oysa bu gruplar ideolojik olarak, yöntemsel açıdan ve organizasyon şekillerinde birbirlerinden farklılaşırlar. Hedef aldıkları kesimlerden militanlarının geçmişlerine, savaş bölgelerinden eylem metotlarına göre de farklılık gösterirler. Hamas ve Hizbullah yerel örgütlerken El-Kaide ve Işid daha küresel tehdit olarak ortaya çıkar. Ayrıca, sivil devlet, siyasi hayat gibi konularda da ortaklaşan düşüncelere sahip olmayan bu grupların aralarında mezhep ve doktrin farklılıkları da görülebilir.
[lvii] Aslı Telseren, Reproduction et Reconstruction des Rapports Sociaux de Sexe et de ‘Race’ Après le 11 Septembre 2001: Le Cas des Films Hollywoodiens (2001-2011), (Doktora Tezi, Sorbonne Paris-Cité Paris 7 Diderot Üniversitesi, Paris, 2016), 210-300. Vantage Point, From Paris with Love gibi filmlerde bunun örneklerini görebiliriz.
[lviii] Neo-kolonyalizm terimi ilk kez 1965 yılında Kwame Nkrumah tarafından sömürgeci ülkelerin ve artık resmi olarak bağımsız olan eski sömürgeleri üzerindeki kontrole işaret etmek için kullanılmıştır. Bu bağlamda artık sömürge ülkelerin yeni bağımsız ülkedeki varlığı askeri değildir, demokrasi “öğretmek” adına “insani” bahaneler kullanılarak eski koloniler üzerinde etki sağlanmaktadır. Bkz : Kwame Nkrumah, Neo-colonialism: The Last Stage of Imperialism, (Londra: Nelson, 1965).
[lix] Lila Abu-Lughod, “Les Femmes Musulmanes Ont-Elles Réellement Besoin d’Être Sauvées ?,” La Polysémie du Voile: Politiques et Mobilisations Postcoloniales içinde, der., Maria Eleonora Sanna ve Malek Bouyahia (Paris: Archives Contemporaines, 2013); Leila Ahmed, A Quiet Revolution: The Veil’s Resurgence, from the Middle East to America (New Haven: Yale University Press, 2012) ; Chandra Talpad Mohanty, “Sous le Regard de l’Occident: Recherche Féministe et Discours Colonial,” Sexe, Race, Classe, pour une Epistémologie de la Domination içinde, der., Elsa Dorlin (Paris: Presses Universitaires de France, 2009); Gayatri Chakravorty Spivak, Les Subalternes Peuvent-Elles Parler ? (Paris: Éditions Amsterdam, 2009); Maryam Khalid, “Gender, Orientalism and Representations of the ‘Other’ in the War on Terror,” Global Change, Peace & Security, 23/1 (Şubat 2011): 15‑29.
[lx] Mervat Hatem, “Through Each Other’s Eyes: The Impact on the Colonial Encounter of the Images of Egyptian, Levantine-Egyptian, and European Women, 1862-1920,” Western Women and Imperialism içinde, der., Nupur Chaudri ve Margaret Strobel (Bloomington: Indiana University Press, 1992) aktaran Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fanteziler: Oryantalist Söylemde Cinsel ve Kültürel Fark (İstanbul: Metis Yayınları, 2003), 139.
[lxi] Bu noktada, kendi içlerinde gerek sınıfsal ve dini bakımdan, gerekse etnik aidiyet ve cinsel yönelim açısından çeşitlilik içeren Amerikalı kadınların homojenleştirilmesi de ayrıca incelenmesi gereken önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
[lxii] Maryam Khalid, a.g.e., s. 20.
[lxiii] Ibid.
[lxiv] “Blair’s Concerns over Face Veils,” BBC, erişim 30.07.2014. http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/6058672.stm
[lxv] Azadeh Kian, “Mondialisation, ‘Guerre Antiterroriste’, Néo-orientalisme, Renouveau des Nationalismes et Redéploiement de Violence de Genre,” Violences et Société. Regards Sociologiques içinde, der., Abou Ndiaye ve Dan Ferrand-Bechmann (Paris: Éditions Desclée de Brouwer, 2010), 224.
[lxvi] “9/11 Commission Report, 12. Bölüm,” erişim 11.07.2017. https://www.9-11commission.gov/report/911Report.pdf
[lxvii] Angus Cameron ve Ronen Palan, The Imagined Economies of Globalisation (London: Sage, 2004).
[lxviii] Elaheh Rostami-Povey, Afghan Women: Identity and Invasion (New York: Zed Books, 2007), 45.
[lxix] Ibid. s. 42.
[lxx] Ibid.
[lxxi] Michel Foucault vd., Naissance de la Biopolitique : Cours au Collège de France (Paris: Seuil, 2004).
[lxxii] “First Lady Radio Address,” erişim 30.10.2015. http://www.c-span.org/video/?167373-1/first-lady-radio-address
[lxxiii] Lila Abu-Lughod, “Les Femmes Musulmanes Ont-Elles Réellement Besoin d’Être Sauvées ?,” La Polysémie du Voile: Politiques et Mobilisations Postcoloniales içinde, der., Maria Eleonora Sanna ve Malek Bouyahia (Paris: Archives Contemporaines, 2013), 95.
[lxxiv] Ibid.
[lxxv] Krista Hunt ve Kim Rygiel, “(En)gendering the War on Terror and Camouflaged Politics,” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde, der., Krista Hunt ve Kim Rygiel (Hampshire: Ashgate, 2006), 3.
[lxxvi] Carol Cohn ve Cynthia Enloe, “A Conversation with Cynthia Enloe: Feminists Look at Masculinity and the Men Who Wage War,” Signs 28/4 (Haziran 2003): 1201.
[lxxvii] Yer aldığı videoların bir kısmı için bkz: https://www.c-span.org/person/?victoriaclarke ; kendisi ayrıca daha sonra analist olarak CNN bünyesine katılmıştır: “Washington: Former Pentagon Spokeswoman Joins Cnn As Analyst,” New York Times erişim 11.07.2017. http://www.nytimes.com/2003/09/23/us/national-briefing-washington-former-pentagon-spokeswoman-joins-cnn-as-analyst.html?ref=topics
[lxxviii] Patrick Lee Plaisance, “The Propaganda War on Terrorism: An Analysis of the United States’ ‘Shared Values’ Public-Diplomacy Campaign After September 11, 2001,” Journal of Mass Media Ethics, 20/4 (Aralık 2005): 250‑268.
[lxxix] Steven R. Weisman. “Saudi Women Have Message for U.S. Envoy,” New York Times, 28.09.2005, erişim 01.08.2017.
http://www.nytimes.com/2005/09/28/world/middleeast/saudi-women-have-message-for-us-envoy.html?mcubz=1 ; Alan Sipress, “Hughes Misreports Iraqi History,” Washington Post, 22.10.2005, erişim 01.08.2017.
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2005/10/21/AR2005102101870.html
[lxxx] Carol Cohn ve Cynthia Enloe, a.g.e., s. 1201.
[lxxxi] Krista Hunt, “‘Embedded Feminism’ and the War on Terror,” (En)gendering the War on Terror: War Stories and Camouflaged Politics içinde, der., Krista Hunt ve Kim Rygiel (Hampshire: Ashgate, 2006), 60.
[lxxxii] www.feminist.org/news/newbyte/printnews.asp?id=5802 aktaran Maryam Khalid, a.g.e., s. 24.
[lxxxiii] Dana L. Cloud, “‘To Veil the Threat of Terror’: Afghan Women and the ‘Clash of Civilizations’ in the Imagery of the US War on Terrorism,” Quarterly Journal of Speech 90/ 3 (2004): s. 286.
[lxxxiv] Ibid., s. 291.
[lxxxv] Judith Butler, Precarious Life: The Powers of Mourning and Violence (Londra: Verso, 2004), 142.
[lxxxvi] Ibid.
[lxxxvii] Dana L. Cloud, a.g.e., s. 293.
[lxxxviii] Krista Hunt ve Kim Rygiel, “(En)gendering the War on Terror and Camouflaged Politics,” a.g.e., s.8.
[lxxxix] Nadje Sadig Al-Ali, Iraqi Women: Untold Stories from 1948 to the Present (Londra/New York: Zed Books, 2007), 227.
[xc] Ibid., s. 239.
[xci] Ibid., s. 90.
[xcii] Ibid.
[xciii] Lila Abu-Lughod, a.g.e.,s.91.
[xciv] Anti-terörist retorik ve küresel kapitalizm küreselleşme bağlamında ortaklaşmaktadır. Küresel ekonomi Doğu ile Batı arasındaki ayrımı daraltmakta, hatta Bin Ladin ailesinin kendisi bile General Electric hisseleriyle ve Microsoft, Boeing gibi kuruluşlarla olan ekonomik ilişkileri nedeniyle bir çeşit küreselliği temsil etmektedir Zillah R. Eisenstein, a.g.e., s. 10.
[xcv] David Harvey, A Brief History of Neoliberalism (Oxford/New York: Oxford University Press, 2005), 2.
[xcvi] Sandra Via, “Gender, Militarism, and Globalization : Soldiers for Hire and Hegemonic Masculinity,” Gender, War, and Militarism : Feminist Perspectives içinde, der., Laura Sjoberg ve Sandra Via (California: ABC-CLIO, LLC, 2010), 47.
[xcvii] Jules Falquet, “Ce que le Genre Fait à l’Analyse de la Mondialisation Néolibérale : L’Ombre Portée des Systèmes Militaro-industriels sur les ‘Femmes Globales’,” Regards Croisés sur l’Economie 15/2 (1 Ağustos 2014): 348.
[xcviii] Bu konuyla ilgili çeşitli tartışmalardan birkaçı için bkz: Sylvia Walby, ”Woman and Nation,” International Journal of Comparative Sociology 33/1-2 (1992): 81-100 ; Cynthia Enloe, “Feminism, Nationalism and Militarism : Wariness without Paralysis,” Feminism, Nationalism and Militarism içinde, der., Constance R. Sutton (New York: Association for Feminist Anthropology/American Anthropological Association,1995) ; Rubina Saigol, “Militarisation, Nation and Gender: Women’s Bodies as Arenas of Violent Conflict,” erişim 05.09.2015. https://www.tni.org/en/archives/act/16914.
[xcix] Aihwa Ong, Neoliberalism as Exception: Mutations in Citizenship and Sovereignty (Durham, North Carolina: Duke University Press, 2006).
[c] Edward Walsh, “Powell Unveils U.S.-Arab Initiative,” The Washington Post, 13 Aralık 2002, s.22.
[ci] Fatiha Talahite, ‘Genre, Marché du Travail et Mondialisation,” Académique (1 Şubat 2010): 43‑56. Jules Falquet tarafından aktarılmıştır. Jules Falquet a.g.e., s.345.
[cii] Elaheh Rostami-Povey, a.g.e., s.53.
[ciii] “Remarks by First Lady Laura Bush at the World Economic Forum,” erişim 10.10.2012.
http://2001-2009.state.gov/g/wi/46651.htm (çeviri tarafıma ait). Orjinal konuşma metni: “Freedom, especially freedom for women, is more than the absence of oppression. It’s the right to speak and vote and worship freely. Human rights require the rights of women. And human rights are empty promises without human liberty.
In the last few years, women have made extraordinary progress in the broader Middle East, especially in Afghanistan. We must never forget — and we must always repudiate — the cruel and inhumane treatment of women by the Taliban that left Afghan women suffering in silence. By refusing to allow girls to go to school and by forbidding women to work and support themselves and their families, the Taliban were trying to prevent women from participation in life. That is a terrible injustice, and it’s unacceptable in any society.
Today, Afghan women are relishing their new freedom. More than two million little girls are back in school. Women are heading back to the classrooms themselves, and as teachers. And with new business training, Afghan women are turning ancient crafts like rug-making into income-producing ventures.”
[civ] Azadeh Kian, “Mondialisation, ‘Guerre Antiterroriste’, Néo-orientalisme, Renouveau des Nationalismes et Redéploiement de la Violence de Genre,” a.g.e., s.225.
[cv] Ibid.
[cvi] Ibid.
[cvii] Malini Johar Schueller, “Cross-cultural Identification, Neoliberal Feminism, and Afghan Women,” Genders (Nisan 2011). (erişim 31.03.2017) http://www.colorado.edu/gendersarchive1998-2013/2011/04/01/cross-cultural-identification-neoliberal-feminism-and-afghan-women.
[cviii] Ellen McLarney, “The Burqa in Vogue: Fashioning Afghanistan,” Journal of Middle East Women’s Studies 5/1 (2009): 3.
[cix] Lila Abu-Lughod, a.g.e., s.91.
[cx] Rubina Saigol, a.g.e.
[cxi] Krista Hunt ve Kim Rygiel, a.g.e., s.9. Azadeh Kian tarafından aktarılmıştır. Azadeh Kian, “Mondialisation, ‘Guerre Antiterroriste’, Néo-orientalisme, Renouveau des Nationalismes et Redéploiement de Violence de Genre,” a.g.e., s.226.
[cxii] Laura Flanders, “Afghan Feminists Speak Out – War on Terrorism, United States,” erişim 29.04.2017. http://www.rawa.org/progressive.htm
[cxiii] Ibid.
[cxiv]Rawa, “Afghan Women Bear Brunt of Hypocritical War on Terror,” erişim 29.04.2017 http://www.rawa.org/rawa/2009/09/27/afghan-women-bear-brunt-of-hypocritical-war-on-terror.html
[cxv] Ibid.
[cxvi] Christine Delphy, “Une Guerre pour les Femmes Afghanes ?,” Nouvelles Questions Féministes 21/1 (2002):104.
[cxvii] Krista Hunt, a.g.e.,s. 62.
[cxviii] Paola Bacchetta, “Décoloniser le Féminisme: Intersectionnalité, Assemblages, Co-formations, Co-productions,” Cahiers du CEDREF. Intersectionnalité et Colonialité. Débats Contemporains, der., Jules Falquet ve ve Azadeh Kian, (Paris: Université Paris 7 – Diderot, 2015), 125-126.
[cxix] Jenny Rubi, “Is This a Feminist War?,” September 11, 2001: Feminist Perspectives, der., Susan Hawthorne ve Bronwyn Winter (North Melbourne: Spinifex Press, 2002), 148.
[cxx] Paola Bacchetta vd. “Transnational Feminist Practices against War,” Meridians 2/2 (2002): 302‑308.
[cxxi] Bildirinin tam metni için bkz: Susan Hawthorne ve Bronwyn Winter, September 11, 2001: Feminist Perspectives (North Melbourne: Spinifex Press, 2002), 56-57.
[cxxii] Zillah R. Eisenstein, a.g.e., s. 149.