Skip to main content
All Posts By

Karin Karakaşlı

Evin Gündüzü, Evin Gecesi

Yazar: Sayı 08 | Haziran 2009 No Comments

Evin Gündüzü

Güneş ışınlarının tülleri saydamlaştırdığı anda, içindeki kurulu saatin zilini duymuşcasına uyanıverdi yaşlı kadın. Bir de adını çıkarmışlardı ‘Sabahın kör karanlığında uyanır’ diye. Tam tersi, günün ilk ışığını hisseder hissetmez uyanıyordu aslında. Saate değil, ışığa bağlıydı onun yaşamındaki sabah başlangıçları. Başkaları bu ilk ışığı algılayamıyorsa o ne yapsındı. 

Devamını Okuyun

Baharda

Yazar: Sayı 07 | Mart 2009 No Comments

Belki de her şey bu havanın yüzündendi. Üniversiteye gitmek üzere koyulmuştu yola. Adımları otomatikleşmiş bir düzende o bildik rotada kendince ilerliyordu. Derken köşeyi döndü ve bahara çarptı. Dalında yeni açmış çiçekleri, tatlı güneş ışınlarına karşı mayışmış kedileri, ışıltılı denizde bata çıka ilerleyen balıkçı teknelerini, her şeyi aynı anda fark etti. Baharı her hücresinde bildi. Derken köşeyi dönünce mevsimin müdavim çiçekleri alacalı bir selama durdular. “Adaların mimoza” bir yanda, “Mor sümbüle gel” diğer yanda. Kırlardan koparılmış kılıklı papatyaların sevimli cazibesindense bahsetmeyelim bile.

Devamını Okuyun

Adaletle Maceralar

Yazar: Sayı 06 | Ekim 2008 No Comments

Çocukluğun benzersiz imgelem dünyasında pek çok büyülü eşleşme yaşanır. Dünyayı kendine göre kurar da sonra gerçeği karşısında bakakalır çocuk. Sorabilse “Yetişkin olmak bu mu?” diyecektir belki, “sahi, siz neye yetişmiş oldunuz?” diye ekleyecektir muzipçe. Ama uğraşmaya değer bulmaz; pek yalan bulduğu dünya gerçeğine karşı kendi hayal hakikatine sığınır, büyüyünceye kadar.

Devamını Okuyun

Yalnızca

Yazar: Sayı 05 | Haziran 2008 No Comments

Sözcükleri soyut ve somut diye ayırmayı öğrendik dilbilgisi derslerinde. Nedense gözle görülen, elle tutulan nesnelerin adı denen somut sözcüklere hemen "masa" örneği verilirdi hep. Bir de ayrılmaz ikilisi "sandalye". Soyut olanların o bildik tanımında ise "duygu ve düşünceleri anlatan sözcüklerin adıdır" denilirdi, yalnızlık gibi örneğin.

Devamını Okuyun

Şerefine İstanbul

Yazar: Sayı 04 | Ekim 2007 No Comments

“Öyle mıncır mıncır tabağındakilerle oynaşarak, peçeteleri konfeti yaparak geçmez bu hayat…”
Sigara katranı sesiyle böyle buyurdu masanın karşısındaki kadın. Kaçın kurası kadın. Zamansızdı ifadesi, mürdüm rengine boyalı dudakları, kalın sürmeli gözleri, pırltılarla ve tabaka tabaka boyaylı kaplı cildiyle her çağa ait olabilirdi. Kimseye müdana etmemekle kazanılmış tek kişilik bir özgürlüğe sahipti ne de olsa. Yıllanmış yalnızlığına kimseleri buyur edemeyecek kadar bencil, ölüme yakın duran yanıyla da hayata fazlasıyla sakildi.

Devamını Okuyun

Dönemin Ruhu ve Ben

Yazar: Sayı 03 | Haziran 2007 No Comments

Bu aralar yapamadıklarımı düşünüyorum. Kalabalıklar içinde bir an köksüz, ayrıksı bir ot gibi hissettiren acımsı yabansılığımı. Ev bark sahibi halimle sokakta yatan bir kadını içimde barındırışımı. Hiçbir yeri memleket belleyemeyen yersiz yurtsuzluğumu. Yapamadıklarım kendimi uyuşturamama beceriksizliğimden kaynaklanıyor olmalı. Belleği her yeni günle silmeye meyilli coğrafyalarda bu pek acıklı bir eksiklik. Her şeye dışından, ebedi ve ezeli bir seyirci gibi bakakalıyorum. Hararetli konuşmaların, ateşli tartışmaların şaşkın kulak misafiriyim bugünlerde.

Devamını Okuyun