İran son yıllarda, cinsiyet değiştirmenin kavramsallaştırılmasına ve cinsiyet değiştirme süreçlerinde uygulanan standartlara dair radikal dönüşümlere tanıklık ediyor. Psikologlar, doktorlar, hukukçular, kanun uygulayıcıları ve fıkıh âlimleri cinsiyet değişiminin önerilebilirliği (doktorlar ve hukukçular arasındaki tartışmalarda) ve izin verilebilirliği (fıkıh âlimleri arasındaki tartışmalarda) hakkında tartışıyorlar. Bu makale, jins/tür kavramının tarihsel dönüşümlerinin bu tartışmaları nasıl beslediği ve günümüzdeki egemen kavram ve uygulamaları nasıl biçimlendirdiği sorularını soruyor. Nasıl oldu da jins cinsiyet anlamına geldi ve bu neden önemlidir? Makale öncelikle bu yeniden yapılandırmanın tarihsel soykütüğünün haritasını çıkarıyor. 19. yüzyıl ve öncesindeki kavramlardan hangileri cinsiyet/jins etrafındaki bu kümelenmenin birbirinden farklı öncülleri olarak kabul edilebilir? Makale daha sonra jins’in güncel anlamlarına katkıda bulunan geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl evlilik pratiklerine ve biyomedikal bilgiye dair değişimleri gözden geçiriyor.
Bu makale, 1960’ların sonundan beri İran’da uygulanan cinsiyet değiştirme ameliyatlarının 2000’lerde hem İran’da hem de Batı’da gündeme gelmesiyle birlikte trans kimliklerin toplum, otoriteler ve bizzat transların kendileri tarafından nasıl algılandığını ele alıyor. Yazar, Batılı oryantalist bakışın İran kimliğine yakıştıramadığı cinsiyet değiştirme ameliyatları şampiyonluğunun sorunsuz biçimde kutsanılası bir konum olmadığını, öte yandan bütünüyle eşcinsellere yönelik baskı mekanizmasının bir aracı olarak da yorumlanamayacağını vurguluyor. Yazar özellikle her türlü baskıya karşı çıkış yollarını, stratejik konumlanmaları, kimlikleri ve ittifakları tartışmaya açıyor.
İran kökenli tarihçi ve toplumsal cinsiyet teorisyeni Afsaneh Najmabadi bu makalede, İran İslam Cumhuriyeti’nin tarihindeki gelişmeler ışığında, farklı ideolojik görüşlere sahip kesimler tarafından modernizm, laiklik ve feminizm kavramlarının birbirleriyle nasıl farklı şekillerde ilişkilendirildiğini analiz etmektedir. Yazar, özellikle 1979 İslam Devrimi sonrasında, İslamileşmiş toplumlarda emperyalizmin, kadınlar vasıtasıyla dini ve kültürü zayıflatarak tahakküm kurmaya çalıştığı düşüncesinin de oluşmasıyla, “kültür olarak kadın”ın merkezde yer aldığı bir politik söylem geliştiğinden bahseder. İranlı kadın hakları aktivistleri, en çok örtünme konusunda ayrı düşerler. Başlangıçta bu fikir ayrılığı, “modernliğe karşı antimodernlik” şeklinde bir ikilik olarak görülmemektedir. Rıza Şah Pehlevi, 1936 yılında modernleşme için kadınların örtülerini çıkarmasını emreder. Ancak bu durum, kendi inançları nedeniyle veya aile baskısıyla örtülerini çıkarmayı reddeden kadınların, okullarından ve işlerinden ayrılmaya mecbur kalmasıyla sonuçlanır. Paradoksal biçimde, kadınların kamusal alandaki özgürlükleri, modernleşme uğrunda kısıtlanır.