2011 Genel Seçimleri’nin hemen ardından özgürlük, barış ve demokrasiden yana umutla güne başlayanlar, Türkiye’de demokrasinin oldukça meşakkatli bir yolda yolculuk etmekte olduğunu bir kez daha deneyimlediler. Barış, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu adaylarından milletvekili seçilen beş kişinin KCK soruşturması gerekçesiyle tutukluluklarının devam ettirilmesi ve Diyarbakır’da 80 bin oyla halk tarafından temsiliyet sorumluluğu verilen Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi bizlere adeta demokrasi umutlarını başka bir bahara ertelememizi salık veriyor.
kimsesiz bir ağıttı. Yaşamak.
Anladın.
Şimdi, dingin,
deviniyor içinde uğultular
ince bir rüzgâr kalmış
her şeyden geriye,
bekleyegeldiğin güne.
bahara kandın
…
Genç kuşak Amerikalı kadın yazarlar arasında önemli bir yere sahip olan Nicole Krauss, son on yıllık dönemde kazandığı başarılarla gerek akademik çevrelerin gerekse yayın dünyasının kısa sürede ilgisini çekmiş, farklı üslubu ve büyüleyici anlatımı ile Amerikan romancılığına yeni bir boyut kazandırmıştır. 2005 yılında yayımlanan ve Aşkın Tarihi adıyla Türkçeleştirilen The History of Love, yazarın ikinci ve en çok ses getiren romanıdır. Romanında hüznü ve mizahı, hayallerin kaybolmayan masumiyetini ve yaşananların beyhudeliğini, duyguların soylu metafiziğini ve gerçekle yüzleşmenin sıradanlığında yatan ironiyi ahenkle harmanlayan Krauss, kitap içinde kitap ve anlatı içinde kurduğu anlatılarla okuyucuyu geçmişe doğru gizemli bir yolculuğa çıkarır. Var olduğu sanılan bir tarihin ve var olanların ardındaki bir dizi rastlantısal gerçekliğin sorgulandığı bu serüvende yazar, sadece bir kitabın hayatını anlatmakla kalmaz, okuyucuyu anlatı ve yaşantının ayrılmaz doğası üzerine de düşünmeye zorlar.
2011 yılının Mart ayında Toronto’da yedincisi düzenlenen İsrail Apartheid Haftası kapsamında yapılan bu konuşma Judith Butler’in Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar Hareketi (BDS) ile ilgili görüşlerini içeriyor. Butler’a göre, yükselen bu şiddet karşıtı hareket İsrail devletinin uyguladığı şiddete ve işgale karşı ortaya çıkan en etkili direniş yöntemlerinden biri. BDS hareketi kapsamında akademik ve kültürel boykota da değinen Butler, bu boykot biçiminin işgalin normalleşmesine katkıda bulunan kurumlara karşı doğrudan bir başkaldırı olduğunu ve hareketin bu kurumları İsrail’in uluslararası hukuku ihlal etmesi ile ilgili söz söylemeye çağırmakla kalmayıp, yapılan bu ihlallere verdikleri desteği de çekmelerini talep ettiğini belirtiyor. Bu koşullar altında bu sorunla ilgili tarafsız kalmanın imkânsız olduğunun altını çizen Butler, okurlarını ve dinleyicilerini doğru tarafı tutmaya çağırıyor.
Ülkemizde okurların daha çok Kendine Ait Bir Oda ve Mrs. Dalloway ile tanıdığı Virginia Woolf, 1915 yılında yazdığı Dışa Yolculuk adlı romanıyla başladığı yazın yolculuğuna, 1928 yılında ilk kez yayımlanan Orlando ile birçok yönden çok farklı bir boyut kazandırmıştır. Dönemin edebi ve düşünsel standartlarının çok ötesinde olduğu söylenebilecek olan bu roman, sınıflandırması, tanımlanması ve anlamlandırılması çok da kolay olmayan bir metindir ve yirminci yüzyılın son çeyreğine egemen olan ve marjinal bakış açılarına ses vermeyi amaçlayan düşünce akımlarının da etkisiyle bir anlamda yeniden keşfedilmiş, farklı eleştirmenler tarafından çok farklı şekillerde okunmuş ve yorumlanmıştır. Metne yönelik farklı okumalar ve tanımlamalar değerlendirildiğinde, metnin biyografi yazımının normlarını yıkan, erkek merkezli tarih anlayışına bir alternatif sunan yönleri ön plana çıkmaktadır. Ancak, Orlando’yu eşsiz kılan ve onun mercek altına alınması gereken yönü, Woolf’un özellikle vurguladığı, cinsiyet kutuplaşmasına ve kutuplaşmış cinsiyet rollerinin kısıtlayıcı ve boğucu etkilerine bir çözüm olarak önerdiği androjenlik kavramıdır.
Şevval Kılıç, İstanbul LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) Dayanışma Derneği’nin ve aynı zamanda seks işçiliği hakları ve insan hakları için mücadele eden Kadın Kapısı’nın aktivistlerindendir. Şevval Kılıç’la ağırlıklı olarak Türkiye’deki trans hareketi ve trans mücadelesi alanları hakkında konuştuk. Trans bireylerin yaşam hakkı için toplumsal ve yasal düzenlemelerin gerekliliği, trans bireylere karşı işlenen nefret suçlarını görünür kılmanın önemi ve bir kamuoyu oluşturmanın aciliyeti, üzerinde durduğumuz temel konular arasındaydı. Aynı zamanda 2010 yılında ilki düzenlenen ve bu sene ikincisi düzenlenecek olan Trans Onur Haftası (Trans Pride) etkinliklerinden ve bu etkinliklerin trans hareketi açısından nasıl bir görünürlük sağladığından bahsettik. Son olarak trans kimlikler üzerinden konuşurken ikili cinsiyet sisteminin yarattığı baskı alanlarını ve transnormativiteyi ele aldık.
Bu makale, 1960’ların sonundan beri İran’da uygulanan cinsiyet değiştirme ameliyatlarının 2000’lerde hem İran’da hem de Batı’da gündeme gelmesiyle birlikte trans kimliklerin toplum, otoriteler ve bizzat transların kendileri tarafından nasıl algılandığını ele alıyor. Yazar, Batılı oryantalist bakışın İran kimliğine yakıştıramadığı cinsiyet değiştirme ameliyatları şampiyonluğunun sorunsuz biçimde kutsanılası bir konum olmadığını, öte yandan bütünüyle eşcinsellere yönelik baskı mekanizmasının bir aracı olarak da yorumlanamayacağını vurguluyor. Yazar özellikle her türlü baskıya karşı çıkış yollarını, stratejik konumlanmaları, kimlikleri ve ittifakları tartışmaya açıyor.
Hafif olmak çocukların en doğal hâli. Varlıklarını bu hafiflikten biliyorlar. Onları bitmek tükenmek bilmeyen oyunları sırasında izlerken, benim diyen yetişkinin kaldıramayacağı gerçekleri o incecik, yuvarlak omuzlarında nasıl gururla taşıyabildiklerini görüp imreniyorum. Hayatı oyunlar içinden sırtlıyorlar. Hafiflikten gelen güçlerine bakakalıyorum.
2007 Genel Seçimlerine damgasını vuran konulardan biri tutuklu yargılanan Kürt kadın hareketi aktivisti Sebahat Tuncel’in Kürt kadın hareketi öncülüğünde yürütülen seçim çalışmaları sonucunda cezaevinden çıkarılıp parlamentoya taşınmasıydı. Parlamentoya girdiğinden itibaren milliyetçi ve cinsiyetçi politikaların hedefi olan Sebahat Tuncel, milletvekilliği yaptığı dönemde Kürt kadın hareketi aktivisti diğer milletvekilleriyle birlikte Kürt sorununun siyasi ve barışçıl yollarla çözülmesinde aktif rol almaya ve kadınların barış mücadelesini dillendirmeye çalıştı. Bu çalışmaları boyunca DTP ve sonrasında BDP üyesi kadın vekiller gerek parlamento içinde gerek medyada savaş siyasetinin devam etmesini isteyen ve Kürt sorununun barışcıl çözümüne direnç gösteren kesimler tarafından pek çok ayrımcılığa maruz bırakıldı. Hatta katıldıkları eylemlerde bizzat devlet şiddetini yaşadılar. 2011 Genel Seçimlerinde Barış, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun aday gösterdiği Sebahat Tuncel’le parlamenter siyaset ve 2011 Genel Seçimleri, Türkiye’de kadın hareketi, kadınların barış ve özgürlük mücadelesi üzerine konuştuk.