Nancy Scheper-Hughes, oğullarını gurur ve neşe içinde savaşa gönderenannelerden hareketle şu sorunun cevabını arıyor: "Doğuranların ‘doğaları gereği’ öldürmeyi ve savaşı daha az destekleyeceğini savunan anlayışa ne oldu?" Bu makale bize, bu anlayışın gerçekle örtüşmediğini çok sayıda örneğe dayanarak ispat ediyor. Brezilya’nın yoksul gecekondu bölgelerinde anneler, sık yaşanan çocuk ölümleri karşısında kendilerini kaçınılmaz ve anlamlı ölüme inandırarak kaderlerine uyum sağlıyor; böylece tekrar doğurmak ve yetiştirmek için gereken umudu kazanıyorlar. Annelik pratikleri, "kabul edilebilir ölüm" fikri sayesinde militer düşünceye mükemmel biçimde hizmet ediyor. Şili’de Santiago Anneleri, orduya darbe yapması için cesaret verirken; Arjantin’in Plaza de Mayo Anneleri -artık Büyükanneleri oldular- ordunun ‘kirli savaş’ına karşı çıktılar. Anneliğe özgü düşünme biçimi, her iki yöne de kolaylıkla kanalize edilebiliyor: barışı korumak veya savaşı desteklemek. Önemli olan bunlardan hangisinin tercih edildiği.
Yerinden edilme/zorunlu göçün, kadınlar ve erkekler için farklı deneyimleri ifade ettiği söylenebilir. Özellikle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç vakalarında kadınlar -sosyoekonomik olarak daha da güçsüzleşmenin yanı sıra- hukuk ve düzenin yerle bir olması nedeniyle daha fazla cinsel şiddete maruz kalma ihtimali ile karşı karşıyadır. Bu nedenle çatışmalardan kaynaklı zorunlu göç sürecinde yaşanan hak ihlallerinin tazminine ilişkin hukuki mekanizmaların ve sosyoekonomik yapının yeniden tesisini amaçlayan hükümet politikalarının toplumsal cinsiyet bileşenini dikkate alması gerekmektedir. Bu makale çerçevesinde, Türkiye’de ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelerde özellikle 1990’lı yıllarda meydana gelen zorunlu göç süreçlerine ilişkin olarak 2001 sonrasında hükümet tarafından geliştirilen yasal ve idari mekanizmalar, toplumsal cinsiyet perspektifinden ele alınmaktadır. Ülke içinde yerinden edilme ile ilgili mevzuatın oluşumuna kaynaklık eden tarihsel arka plan değerlendirilmekte, feminist hukuk metodolojileri ekseninde Türkiye’deki yasal ve idari mekanizmaların, toplumsal cinsiyet adaletini sağlama potansiyeli tartışılmaktadır.