Skip to main content

Tüm dünya Covid-19 salgınıyla başa çıkmanın yollarını arıyor. Tedavisi bulunana kadar hastalığın yayılmasını engellemenin en etkili yolları fiziksel mesafeyi koruma ve kişinin kendini izole etmesi. Kalacak bir evi ya da evden çalışma imkânı olanların evlere çekildiği bu günlerde ev, herkes için güvenli bir alan teşkil etmiyor. Cinsiyetçi şiddetin en yoğun yaşandığı alanlardan biri olan ev, korona günlerinde de kadınları, çocukları ve LGBTİ+’ları şiddete açık hâle getiriyor. Bu izolasyon döneminde şiddete maruz kalanların kendini koruması daha da zorlaşıyor. Türkiye özelinde ise cezaevlerinde korona virüsün yayılmasını engellemek amacıyla gündeme gelen uygulamalar örtük bir af yasasına dönüştüğü ve şiddet suçu işlemiş pek çok kişi serbest kaldığı için şiddete maruz kalan kesimleri daha da savunmasız hale getirme tehlikesi taşıyor. Kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’ları koruyacak tedbirleri almadan yapılan bu tahliyelerin yeni hak ihlallerini gündeme getireceğini görmek zor değil. Kadın ve LGBTİ+ örgütleri bu konuya dikkat çekerken bu dönemde şiddeti önlemek için devlet yetkililerini sorumluluk almaya çağırıyor. Bizler de salgın günlerinde kadın dayanışmasının önemini bir kez daha hatırlayarak sizlere “Merhaba” diyoruz.

Geçtiğimiz Eylül ayında kaybettiğimiz feminist-aktivist Cynthia Cockburn’u sevgiyle ve özlemle anıyoruz. Savaş ve çatışma bölgelerinde feminist anti-militarist çalışmalar yürüten Cynthia Cockburn dergimizin yayına başladığı günden itibaren danışma kurulu üyemiz olarak bizlere her zaman destek sunmuştu. Bu sayımıza Taghreed Yahia-Younis ve Rela Mazali’nin, Cynthia Cockburn’un anısına dergimiz için birlikte yazdıkları bir yazı ile başlıyoruz. İki yazarın diyalog şeklinde kaleme aldığı “Cynthia Cockburn ile Karşılaşmalar” adlı bu yazı Cynthia Cockburn’un ırk, cinsiyet, etnisite ekseninde analiz ettiği savaş karşıtı çalışmalarına odaklanıyor. Savaşların vahşi sonuçlarını yok etmek için yürütülen feminist mücadelenin ve feministlerin çatışmaların ortasında bile köprüler kurmasının önemini hatırlatıyor.

Günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde sağ ve muhafazakâr iktidarlar, kadın ve LBGTİ+ haklarına karşı savaş açıyor, kazanılmış hakları geri almaya çalışıyor. Diğer yandan da feminizm yeniden keşfediliyor, geniş kesimler tarafından sahipleniliyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde kamusal alanda; ana akım medya, popüler kültür gibi geniş kitlelere ulaşabilen alanlarda feminizm yeniden konuşulur ve tartışılır hale geliyor. Catherine Rottenberg, “Neoliberal Feminizm ve İnsan Sermayesinin Geleceği” adlı makalesinde özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde yeniden keşfedilen feminizmin farklı ırk ve sınıf aidiyetlerine sahip kadınlar için neler talep ettiğine ve ne gibi çözümler sunduğuna dair görüşleri eleştirel bir yaklaşımla kaleme alıyor. Değişen sevgililik ve aile ilişkileri, annelik deneyimi ve bakım işleri, iş hayatı ve kariyer endişesi bağlamında neoliberal feminizmin kadınlar için nasıl bir bugün ve gelecek vaat ettiğini tartışmaya açıyor.

“Kırık ama Asla Ezik Değil: Nihayet Makamı’nda Tarihi Yeniden Yazma ve Telafi Çabası” adlı yazı Feminist Seyir imzasıyla kaleme alındı. Tiyatro eleştirmenleri Eylem Ejder, Handan Salta, Tijen Savaşkan ve Zehra İpşiroğlu’nun kurduğu bir eleştiri, yazın ve tartışma grubu olan Feminist Seyir, adını “tiyatro ve yaşama feminist bakış” mottosundan alıyor. Erkek egemen bir toplumda kadın olmanın farklı hallerini, farklı biçim ve içeriklerle tartışan oyunlarla ilgilenen Feminist Seyir oyunların feminist dönüştürücü potansiyellerini açığa çıkarmaya çabalıyor. Burçak Çöllü’nün yazıp yönettiği Altıdan Sonra Tiyatro yapımı Nihayet Makamı adlı oyunu değerlendirdikleri bu yazıda oyunun açtığı kültürel ve sanatsal tartışmaları birlikte düşünüyor; oyunun sorduğu soruların geçmiş ve bugündeki siyasal ve estetik etkisini derinleştirebilecek yeni sorular üretme arayışına giriyorlar.

Militer politikalar tarihsel dönemlere, coğrafyalara göre farklılık gösterse de cinsiyetçi söylem ve pratikler üzerinden kurulmakta ve savaş karşıtı her türlü sesi kısmaktadır. Doğu Durgun’un, “Ses, Sessizlik ve Politik Faillik: Türkiye’de ve İsrail’de Antimilitarizmin Cinsel Politikası” adlı makalesi her iki ülkede yapılan saha çalışmaları üzerine temelleniyor; görüşmecilerin vicdani ret söylemlerinin, eylemlerinin ve bu eylemlerin doğurduğu sonuçların analizine dayanıyor. Türkiye ve İsrail’de savaş karşıtı, antimilitarist kadın ve LGBTİ+ aktivistlerin söylem, pratik ve eylemlerinin karşılaştırmalı bir analizini yapan yazı bu iki ülkedeki savaş karşıtı hareketlerin açmazlarını da tartışmaya açıyor.

Dünyada kadın cinayetleri hız kesmeden artmaya devam ediyor, adeta bir salgın gibi yayılarak tüm dünyayı sarıyor. Arjantin’de kadın cinayetlerine karşı 2015 yılında yapılan eylemler ve bir yıl sonrasında örgütlenen grev, dünya çapında feminist eylemliliklere sahne oldu. 2017’de kadın grevini takip eden yürüyüşlere yarım milyon insan katıldı. 2018 ve 2019’da Dünya Kadınlar Günü için 800.000 kişi sokaklardaydı. 2018’de kürtajın yasallaşması için kitlesel örgütlenmeler gerçekleşti. Bu sayıda yer alan “Feminist Devrim Üzerine 8 Tez” adlı son yazı #NiUnaMenos üyesi olan akademisyen  Verónica Gago’ya ait. Verónica Gago, feminist bir eylem olarak grevi kuramsallaştırdığı yazısında, grevin politik arkaplanını, eylem sürecinin nasıl kurulduğunu ve kazanımlarını tartışıyor. Verónica Gago’nun dergimiz için güncellediği bu yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

Salgın nedeniyle evlere kapanmadan kısa bir süre önce İstanbul’da 8 Mart gecesi, 18. Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir araya geldik. Bu sayımızın kapağında yer alan fotoğraf bu eylemde çekildi. Bu fotoğrafı bizimle paylaştığı için Ayşenur Malkoç’a teşekkür ederiz. Meydanları yeniden dolduracağımız günlere kadar bu kalabalığı hep hatırlayalım.

Keyifli okumalar dileriz…

Leave a Reply