Skip to main content

Ortadoğu’da “Arap Baharı” sonrasında savaş koşulları ağırlaşarak devam ediyor. Vesayet savaşları olarak da adlandırılan bu süreç, birçok araştırmacının da belirttiği üzere, dünya savaşları olarak adlandırılan savaş dönemlerine benziyor; siyasi ve ekonomik arena hegemonya kriziyle, kapitalizm kriziyle tarif ediliyor. Savaş koşulları karşısında uluslararası ya da yerel düzeyde güçlü barış hareketlerinden bahsetmek pek mümkün değil. Benzer bir tespit kadın hareketlerinin içinden yükselen barış yanlısı, savaş karşıtı talepler bağlamında da yapılabilir. Feminist Yaklaşımlar’ın bu sayısı için Susan Grayzel’ın Women’s Identities at War: Gender, Motherhood, and the Politics in Britain and France During the First World War (Savaşta Kadınların Kimlikleri: Birinci Dünya Savaşı’nda Toplumsal Cinsiyet, Annelik ve Britanya ile Fransa’da Siyaset) adlı kitabından “Feminizm Yargılanıyor: Kadınların İtirazı ve Barış Siyaset” adlı bölümü yayına hazırlarken, yüzyıl önce, çok benzer krizler ve kırılmalar bağlamında dünya ölçeğinde bir savaş yaşanırken, kadınların barış taleplerini hangi teorik çerçevelerle ve pratiklerle ortaya koyduklarını hatırlamanın, günümüzdeki tartışmalara katkı sunacağını düşündük. Britanya ve Fransa’nın siyasi farklılıklarına rağmen, kadınlar konusunda benzer bir siyaset izleyerek kadınların anneler olarak bu topyekün seferberliğe destek olmalarını talep ettiklerini belirten Grayzel dönemin egemen annelik söyleminin savaş karşıtı kadınların kendi siyasi duruşlarını temellendirmelerindeki etkisini ve kadınların bu söyleme hangi durumlarda nasıl karşı çıktığını inceler. Bu incelemeyi yaparken Fransız sosyalist, sendikacı, pasifist ve feminist bir öğretmen olan Hélène Brion’un savaş karşıtı duruşundan ötürü tutuklanmasına ve yargılanmasına olduğu kadar bu sıra dışı vakaya basında ve diğer çevrelerde verilen tepkilere de odaklanmaktadır.

Bugün Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da köklü değişimler yaşanıyor. Bugünün eğitim anlayışı, kadın erkek eşitliğine şüpheyle bakan, bilimsel ve akılcı yaklaşımları sınırlandıran bir düşünce sistemiyle şekillendiriliyor. Eğitim politikaları; müfredattan, öğretilen değerlere, okul içi kültürden kıyafet ve davranış biçimlerine, kurumların yapısından kurum içi ilişkilere kadar yeniden biçim kazanıyor. Eğitim konusu ve sorunu genel olarak her dönem bir tartışma konusu olmakla beraber Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından bugüne en temel ülke gündemlerinden birisi olmuş durumda. Ayça Günaydın ve Esra Aşan “Laik ve Cinsiyet Eşitliğinden Yana Bir Eğitim” başlıklı yazıda eğitim alanında yaşanan bu değişimi ve hedeflenen “dindar nesillerin” eğitiminin hangi araçlar ve uygulamalar üzerinden şekillendirildiğini ele alıyor. “Yeni Türkiye’nin Cinsiyet Rejiminde Eğitim Politikaları Üzerine” Işık Tüzün ile yapılan söyleşide ise eğitim sisteminin geçirdiği dönüşüm kadın ve çocuk haklarına etkileri üzerinden ele alınıyor.

Emily Martin’in “Yumurta ve Sperm: Bilimin Basmakalıp Kadınlık ve Erkeklik Rollerine Dayanarak Oluşturduğu Romantizm” isimli makalesi bilimsel anlatıları ve bu anlatılarda kullanılan dili inceleyerek yumurta ve spermin nasıl basmakalıp kadınlık ve erkeklik rolleri üzerinden ele alındığını tartışıyor. Biyoloji ve tıp metinlerinin spermi yumurtayı dölleyen aktif, atılgan ve maceracı bir eril özne, yumurtayı ise kendisini dölleyecek spermi pasif bir şekilde bekleyen, yardıma muhtaç bir genç kadın olarak resmetmelerini eleştiriyor. Bu betimlemelerin bilimsel olarak da geçerlilik taşımadığını, döllenme sürecinde hem yumurtanın hem de spermin eşit derecede aktif olduğunu ve döllenme eyleminin karşılıklı etkileşimleri sonucunda gerçekleştiğini anlatıyor. Yazar, hücre düzeyinde gerçekleşen biyolojik süreçlerin neden ve nasıl toplumsal cinsiyet kalıp yargıları üzerinden anlatıldığını sorgulayarak bizi şimdiye kadar öğrendiğimiz bilimsel bilgileri tekrar gözden geçirmeye davet ediyor. “Bize Ait Bir Oda: Anneliğe, Kadınlığa ve Dişil Döngülere Dair Bir Sergi Üzerine Arzu Yayıntaş, Güneş Terkol ve Sevil Tunaboylu ile Söyleşi”de ise 9 Mayıs-4 Haziran 2017 tarihleri arasında İstanbul’da izleyici ile buluşan “Bize Ait Bir Oda” sergisini, bu sergide emeği gecen üç kadın sanatçıdan dinliyoruz. Söyleşide, iktidarın ve medyanın tek tipleştiren söyleminin aksine annelik ve kadınlık deneyimlerinin çok çeşitli olduğuna işaret ederek farklı kadınlık hâllerini izleyici ile beraber yeniden kurgulamayı, deneyim paylaşımını ve kadın dayanışmasını güçlendirmeyi hedefleyen “Bize Ait Bir Oda” üzerinden kadınlık, annelik ve doğurganlık üzerine toplumsal klişeler ve kalıp yargılar masaya yatırılıyor.

***

Bu topraklarda yaşamış olan Sırpuhi Düsap’ın (1841-1901) yazdığı ilk kitaptaki (Mayda, 1883) Mayda karakteri “Ben seni dünya sahnesinde görmek istiyorum, herkesin gözleri önünde fırtınalarla savaşmanı ve onların üstesinden gelmeni… Mücadele vermeden kavga olmaz…’”der. Bu sayıyı yayımlamak üzereyken başka bir mücadeleci kadının, sevgili Şirin Tekeli’nin vefat haberini aldık. Pek çok feminist başucu kitabımızın çevirmeni veya yazarı olan akademisyen ve aktivist Şirin Tekeli mücadele direnci, umudu, inadı ve feminist merakıyla her daim bizlere ışık olmaya devam edecektir. Kendisini sevgiyle ve saygıyla anıyoruz.

***

Bu sayının kapak fotoğrafı 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü isimli Facebook hesabından alınmıştır. Fotoğraf 2017 8 Mart’ına aittir.

 

Leave a Reply