Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal’ın 1971’de girdiği ve sekiz ay kaldığı tutukevi deneyimini anlatan bir kitap. Yazar kendi deneyimi üzerinden 12 Mart askeri darbesini ve dönemin Türkiye’sini anlatıyor ve bu baskı ortamının farklı veçhelerini sunuyor. Kitap, bu nedenle edebiyat tarihinde 12 Mart Edebiyatı’nın tipik bir örneği olarak kendine yer bulmuş. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu ikinci kez okuduğumda Sevgi Soysal’ı “12 Mart yazarı” olarak sınırlandırmak kadar metni de sadece “12 Mart metni” olarak değerlendirmenin büyük bir haksızlık olduğunu düşündüm. Metni bugün tekrar okurken aklımda ister istemez günümüzdeki benzer baskı mekanizmalarına dair sorular belirdi. Sonra da bu soruların cevaplarını bulmaya çalışarak tekrar okudum metni. Kuşkusuz, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu bu soruların cevaplarından fazlasını veriyor, her şeyden öte her türlü baskıya karşı durmanın ipuçlarını sunuyor. Metnin sağladığı arzu ve cüretle bu kitabı farklı bir okuma ve yorumlama biçimiyle sunmak istedim. Bir edebiyat okuru ve eleştirmeni olarak Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nun yazarı Sevgi Soysal’la kurgusal bir söyleşi yaptım. Bu söyleşide soruların cevapları doğrudan metinden alınmış olup çok ufak değişiklikler ve eklemeler yapılmıştır.
Cezaevinin dört duvarı arasında kalan “içeridekiler” içeriden bize mektuplarını, seslerini o duvarların önündeki “dışarıdakiler”le ulaştırıyor. Peki, bu duvarın önünde bekleyen “dışarıdakiler”in, tutuklu yakınlarının hayatlarında neler değişmişti? Bu sorunun cevabını bulmak üzere Feminist Yaklaşımlar dergisi olarak 8 Haziran’da Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nin görüş gününe gittik. Anneleri tutuklanmış üniversite ve lise öğrencisi iki kadın, kız kardeşi tutuklanmış on sekiz yaşında bir genç kadın ve annesi, annesi tutuklanmış yirmi üç yaşında bir genç erkek ve iki arkadaşını görmeye gelen aktivist bir kadınla sohbet ettik.
Son yıllarda artarak devam eden tutuklamalar furyası içeriye alınanların yaşamlarını altüst etmekle kalmıyor, dışarıda kalanların yaşamlarını da derinden etkiliyor, hatta onları da iddia edilen suç çemberi içine almaya çalışıyor. Feminist çalışmalarıyla tanıdığımız Gülfer Akkaya da yakınları, arkadaşları tutuklanan kadınlardan sadece biri. On yedi yıllık hayat arkadaşı Tuncay Yılmaz Devrimci Karargah operasyonları kapsamında tutuklandıktan sonra cezaevi kapılarını şimdi de sevgilisini ziyaret etmek için aşındırıyor. Gülfer Akkaya’nın cezaevi ziyaretleri dava iddianamesinde yer alan MİT raporunda özel hayatı teşhir edilerek örgüte kuryelik yaptığı iddiasıyla yer alıyor ve kendisi de davaya dahil edilmeye çalışılıyor. Feminist aktivist Gülfer Akkaya ile operasyon öncesi ve sonrasında yaşadıkları ve tutuklu yakını olmak üzerine görüştük.
Türkiye’nin en yakıcı gündemlerinden biri olan tutuklamalar, yargılama süreçlerinin uzunluğundan bu süreçlerin işleyişine kadar çeşitli başlıklarda kamuoyunda tartışıldı. Bu tutuklamalara ilişkin bir konu da, özellikle son dönemdeki cezaevi isyanlarıyla birlikte yakıcılığı daha da hissedilen, tutukluların cezaevinde maruz kaldıkları hak ihlalleri. Basına yansıdığı üzere, hak ihlalleri cezaevlerindeki yakınlarını ziyaret edenleri de çeşitli düzeylerde etkiliyor. Eren Keskin, mayıs ayında İzmir Aliağa Şakran Cezaevi’ni ziyaret ederek oradaki kadın tutukluların karşılaştıkları hak ihlallerine ilişkin bir rapor hazırladı. Biz de bu rapordan hareketle, kendisiyle Türkiye’de kadın tutukluların ve tutuklu yakınlarının maruz kaldıkları hak ihlalleri üzerine bir söyleşi yaptık. Söyleşinin devamında İzmir Aliağa Şakran Cezaevi’ne ilişkin raporu da bulabilirsiniz.