Skip to main content
Tag

güvencesizlik

Kırılganlık, Muhtaçlık

Yazar: Sayı 21 | Ekim 2013 No Comments

Dünyanın önde gelen kuramcılarından biri olan Judith Butler Cinsiyet Belası ve Anlamlanan Bedenler gibi çok bilinen çalışmalarıyla, toplumsal cinsiyet, cinsellik, öznellik ve faillik gibi meseleleri düşünme biçimlerimizi temelinden sarsmıştır. Biyolojik cinsiyetin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyetin performatif doğası üzerine yaptığı tartışmalar yalnızca hegemonik toplumsal cinsiyet anlayışlarına meydan okumamış, aynı zamanda feminist kuramın ve siyasetin de radikal bir şekilde yeniden düşünülmesini gerekli kılmıştır. Butler, Kırılgan Hayat adlı kitabında kırılganlık, güvencesizlik ve yas kavramlarını masaya yatırarak 11 Eylül sonrası siyaseti irdeledi. Butler’ın çalışmaları, savaşın nasıl da insan/insan olmayan, yası tutulabilir hayatlar/yası hak etmeyen hayatlar gibi ayrımlar üzerine kurulduğunu gözler önüne serdi. Butler ile geçtiğimiz eylül ayında “Kırılganlığı ve Direnci Yeniden Düşünmek: Feminizm ve Toplumsal Değişim” adlı atölye çalışması için geldiği ve o dönemde Boğaziçi Üniversitesi’nde “Toplanma Özgürlüğü veya Kim Bu Halk?” başlıklı açık bir seminer verdiği İstanbul’da buluşma fırsatı bulduk. Birlikte geçirdiğimiz bir saat boyunca kırılganlık meselesi ve bu meselenin feminist siyaset ve son dönem işgal hareketleri ile ilişkisi üzerine konuştuk. Sohbetimizde Gezi Parkı ve Occupy (İşgal et) hareketleri örneklerinde de gördüğümüz halk meclisleri deneyimlerinin egemenlik, siyasi faillik ve meşruiyet gibi kavramlar üzerindeki olası etkilerini tartıştık. Butler’a göre, bu yeni siyaset yapma şekilleri yalnızca “epistemik” bir kırılma sağlamak ve herkese yeni bir siyasi umut getirmekle kalmıyor, “halk” mefhumunu ve onunla ilişkili olarak üzerinden örgütlendiğimiz ve aramızda eşit olmayan bir şekilde dağıtılmış olan kırılganlıklarımızı yeniden düşünmemize de zemin sunuyor. Bu söyleşide Butler, kendiliğinden oluşan meclisler ile kendini gösteren yeni siyaset yapma biçimlerini yorumluyor ve aynı zamanda tüm bu gelişmelerin gücünü sandıktan ve polis şiddetinden alan devlet egemenliği bağlamında üretilen “kabul edilmiş karamsarlıklarımıza” nasıl meydan okuduğunun altını çiziyor.

Devamını Okuyun