Elżbieta Korolczuk ve Agnieszka Graff[2]
Çeviren: Öykü Tümer
Bu makale, 2010 yılından sonra dünyanın pek çok farklı coğrafyasında yükselen, cinsiyet eşitliği, LGBT hakları ve cinsellik eğitimi gibi meselelere karşı topyekûn savaş ilan etmiş toplumsal cinsiyet karşıtı hareketleri inceliyor. 1980’ler ve 1990’lardaki antifeminist karşı tepkilerden farklı olarak, bu hareketler, toplumsal cinsiyete dair muhafazakâr yaklaşımlarını küreselleşme ve neoliberalizm eleştirisiyle harmanlıyorlar. Toplumsal cinsiyetçilik, zengin liberal elitlerin dünyadaki fakir topluluklara dayattığı bir ideoloji olarak sunuluyor. Bu sömürge karşıtı çerçeve, toplumsal cinsiyet karşıtlarına kitleleri harekete geçirecek bir güç veriyor. Günümüzde küresel Sağ, liberal-Sol ve feminist söylemden ödünç aldığı kavramlarla yeni fakat illiberal bir tür evrenselcilik kurmaya çalışıyor. Bu makalede büyük oranda Polonya bağlamından örnekler sunulmakla birlikte, toplumsal cinsiyet karşıtlığının temel yapı taşları incelenmekte ve bu ideolojinin dünya çapında yükselen popülizme nasıl katkıda bulunduğu tartışılmaktadır.
Papa Francis 2015 yılının Ocak ayında Filipinler’in başkenti Manila’dan dönüş yolunda yaptığı bir konuşmada inananları “toplumsal cinsiyet ideolojisine” karşı uyarır: [Bu ideoloji] zengin Batı ülkelerinin gelişmekte olan uluslara yönelik tehlikeli bir dayatmasıdır. Papa’ya göre, yabancı yardımlar ve eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını kabul etme şartına bağlanıyor. “Bu ideolojik sömürgeciliktir” diyor Papa ve ekliyor: Bu akımı “iyi ve güçlü aileler” yenebilir (O’Connell 2015 içerisinde). Papa bu fikirlerini pek çok defa tekrar etti, örneğin 2015’te Napoli’de veya 2016’da Krakówin’deki konuşmasında şöyle söyledi: “Avrupa, Amerika, Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki bazı ülkelerde, ideolojik sömürgeleşmenin yerele özgü biçimleri gerçekleşiyor. Bunlardan bir tanesi de –ismini açıkça söyleyeceğim– ‘toplumsal cinsiyet’ [ideolojisi]. Bugün okullarda çocuklara –çocuklara!- herkesin kendi cinsiyetini seçebileceği öğretiliyor” (Quinlan 2016, 1 içerisinde).
Bu iddialar tamamen yeni değil, sömürge karşıtı retorik uzun zamandır (Batılı olmayan ülkelerdeki kadın hakları ve feminizm tartışmalarında da) toplumsal cinsiyet eşitliğini hem savunmak hem de buna karşı çıkmak için kullanılan bir strateji olageldi (bkz. Hoodfar 1997; Narayan 1997). Sömürgecilik suçlaması ABD’deki Hıristiyan Sağın Malawi, Uganda ve Nijerya’daki muhafazakâr müdahalelerinin meşruiyetini kırma çabalarına belirgin bir biçimde eşlik etti (Kaoma 2012). Ancak, mevcut senaryoda göze çarpansa Sağ tarafından kullanıldığı şekliyle sömürge karşıtı çerçevenin artık sömürgecilikle ilgisinin olmamasıdır. Batılı liberal elitlerin küstahlığı için kullanılan güçlü bir mecaza, asıl sömürge tarihinden kopuk söylemsel bir araca evirildi ve zaten bu sayede de Polonya gibi ülkelerde oldukça işe yaradı. Sömürge karşıtlığının muhafazakâr versiyonu, basitçe, toplumsal cinsiyet eşitliğini sömürgecilikle eşitliyor ve genellikle yirminci yüzyıl totaliter rejimleri, küresel terörizm veya ölümcül Ebola virüsü ile karşılaştırıyor. Sömürge karşıtı çerçevenin bu versiyonunun küresel eliti şeytanlaştırarak ve dünya sathında sıradan insanların müdafaasını üstlendikleri iddiasıyla illiberal popülizmin hizmetinde olduğunu iddia ediyoruz.[3] Önceki feminizm karşıtı hareketler ekonomiyi göz ardı etme ya da serbest piyasa kapitalizmini destekleme (özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde) eğilimindeyken 2008 finansal krizinden bu yana illiberal popülist retorik Avrupa ve ABD sağında çekici bir güç olmaya başladı.
Bu makale toplumsal cinsiyet karşıtlığını[4] tüm dünyadaki sağcılar ve kökten dinciler tarafından bilinçli ve etkili bir şekilde kullanılan tutarlı bir ideolojik inşa olarak inceliyor. İlerleyen satırlarda illiberal popülizmin günümüzdeki ulusaşırı yeniden dirilişine nasıl katkıda bulunduğuna ışık tutarak toplumsal cinsiyet karşıtlığının temel yapı taşlarını irdeleyeceğiz. Günümüzün küresel Sağı, liberal Soldan ve feminist söylemden bazı şeyleri seçip ödünç alırken aslında yeni bir evrenselcilik, elbette illiberal bir evrenselcilik, kuruyor, bireysel hakları toplumun temel birimi olan ailenin haklarıyla ikame ediyor ve dindar muhafazakârları mağlup bir azınlık olarak tasvir ediyor.[5]
Kimi zaman açık ırkçılığa ve anti-Semitizme varan bir milliyetçi retoriğe sahip olması ve “aile değerleri” söylemini saldırganca kullanması, Birleşmiş Milletler’in ve sonrasında Avrupa Birliği’nin de öne sürdüğü gibi bu hareketlerin cinsiyetlendirilmiş milliyetçiliğin bir kez daha dirilmesi ya da cinsiyet eşitliğine karşı on yıllardır süregelen sağcı direnişin basit bir devamı gibi görünmesine yol açabilir.[6] Ancak bizler, günümüzdeki bu direniş dalgasının yeni örgütlenme ve söylem biçimleri içerdiğini ve bunların “muhafazakâr aktörlerin geleneksel çevrelerinin ötesine ulaşmalarını ve daha geniş bir dinleyici kitlesiyle bağlantı kurmalarını sağladığını” iddia eden düşünürlerle aynı görüşteyiz (Paternotte 2014; ayrıca bkz. Kováts ve Põim 2015; Pető 2015; Kuhar ve Paternotte 2017). Bu akımı yeni kılan, üreme ve cinsellik haklarına odaklanan muhafazakâr antifeminizmden ziyade liberal değer sistemleri eleştirisiyle (bireycilik, insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin eleştirisi) günümüz küresel kapitalizm karşılığını etkili bir biçimde bir araya getirerek daha geniş bir ideolojik yapıya dönüşmesidir (Pető 2015). Bugünkü toplumsal cinsiyet ve feminizm karşıtı sağcı muhalefet kökten dincilerle illiberal popülistlerin ittifakı üzerine kurulu bir ulusaşırı siyasi hareket (alternatif bir illiberal sivil toplum) şeklini almıştır. Bu ittifak “toplumsal cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet ideolojisi” (namıdiğer “toplumsal cinsiyetçilik”) terimlerinin ısrarlı kullanımıyla kolaylaştırılmıştır. Bu terimler boş gösterenler, ahlak kaybı, kürtaj, normatif olmayan cinsellik ve cinsiyet karmaşası için kullanılan esnek eşanlamlı terimler haline gelmişlerdir (Mayer ve Sauer 2017) ancak aynı zamanda küresel (neo)liberal elitlerin ideolojisi anlamında da kullanılmıştır (sömürge karşıtı çerçevenin önemi buradadır). Pek çok kültürel bağlamda yabancı ve tuhaf duyulan bu “toplumsal cinsiyetçilik” terimi küresel sağ retorikte “feminizm” kelimesinin yerini aldı ve böylece toplumsal cinsiyet eşitliği hareketlerine dair eleştiriyi âdeta yabancı “sömürgecilere” yönelik eleştiri kadar güçlü kıldı.
Ahlaki mevzulara odaklanmasına rağmen, toplumsal cinsiyet karşıtlığının esasında siyasi bir hareket olduğunu, 2008 ekonomik krizinin bir sonucu ve bu krize bir cevap olarak ortaya çıktığını iddia ediyoruz. Bu kriz sadece neoliberal ekonomi modelinin zayıflığını su yüzüne çıkarmadı. Kapsayıcı, eşitlikçi ve özgürlükçü süreçlerin içinde yer aldığı liberal demokrasinin de güçsüzlüklerini gösterdi. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlenme bu sürecin parçasıdır: Toplumsal cinsiyet karşıtları gerçek sivil toplumu temsil ettiklerini iddia ederler; bu sivil toplum bürokratikleşmiş ve topluma yabancılaşmış elitlerle onların yabancılar tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarını ve ulusüstü kurumların yerini almayı hedeflemektedir. Öncü ideologları (bkz. örneğin, Peeters 2007, 2013; Kuby 2015) kendini özgürlük ve demokrasi savunucusu ilan ederler ve yine kendi iddialarına göre, liberaller ve solcular demokrasi ve özgürlükleri gasp etmişlerdir. Toplumsal cinsiyet karşıtları halihazırda var olan ulusal ve yerel topluluk, kiliseler ve siyasi partilerde bir araya gelen insanları etkili bir biçimde harekete geçirirken, küresel ölçekte de kürtaj karşıtı uluslararası ittifaklar, Dünya Aile Kongresi gibi örgütler ve 2017 yılının Aralık ayı itibarıyla dünya çapında 8 milyondan fazla kayıtlı kullanıcısı olan CitizenGo gibi çevrimiçi imza kampanyası platformları aracılığıyla giderek daha fazla örgütlenmektedirler. Tabanda örgütlenen toplumsal cinsiyet karşıtı hareket genellikle kendisini endişeli ebeveynler olarak tanımlayan gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gruplar, kendi ifadeleriyle, çocukların cinsellik eğitimi ve toplumsal cinsiyet eşitliği eğitim programları aracılığıyla devlet dayatmasıyla cinselleştirilmesini protesto etmektedirler (Fábián ve Korolczuk 2017; Höjdestrand 2017; Strelnyk 2017). Toplumsal cinsiyet karşıtı ideologlar tarafından yaygınlaştırılan savlar yerel aktörlerin iddialarını ve stratejilerini belirli sosyopolitik durumlara uygun bir biçimde geliştirirken birbirlerinin gündemlerinden fazlasıyla yararlandığı toplumsal olarak muhafazakâr küresel ideolojik manzaranın[7] (Apparadurai 1996) bir parçası olarak anlaşılmalı. Eszter Kováts ve Maari Põim (2015) toplumsal cinsiyete karşı direnişin Avrupa’daki aşırı sağ ve muhafazakâr partilerin programlarını ve söylemlerini birbirine bağlayan “sembolik tutkal” haline geldiğini göstermişlerdir. Bizler de sömürge karşıtı çerçevenin dünya çapındaki dini ve ulusal oyuncuların oluşturduğu bu gevşek ittifaka ideolojik bütünlük sağladığını ortaya koyuyoruz.[8] Bu hareket günümüz illiberal popülist dönüşümün önemli bir bileşenidir.
Makalenin ilk kısmında bizim konumlanışımızı ve kullandığımız yöntemi sunuyoruz. İkinci bölümde toplumsal cinsiyet karşıtı hareket kavramsallaştırmaları genel hatlarıyla tartışılıyor. Üçüncü ve dördüncü kısımlarda bu olguyu kuramsallaştırmaya yönelik farklı toplumsal cinsiyet karşıtlığı hareketlerinin bir ideolojik inşa olarak birbiriyle bağlantısını kuran yeni bir yöntem geliştiriliyor. Toplumsal cinsiyet karşıtlarının anahtar söylemsel yapısı olarak tespit ettiğimiz sömürge karşıtı çerçevenin sağcılar tarafından nasıl kullanıldığını inceliyoruz. Beşinci bölüm ise bu olgunun feminist pratik ve teoriye dair geniş kapsamlı olası sonuçlarını tartışıyor. Toplumsal cinsiyete karşı çıkışın mevcut illiberal dönüşün ideolojik bütünlüğü için anahtar bir rol oynadığı ve toplumsal cinsiyet karşıtlığının neoliberalizme direnişin yeni dili haline geldiği iddiasıyla makaleyi sonuçlandırıyoruz. Küresel sağcı güçlerin sömürge karşıtı çerçeveyi bu şekilde benimsemesi Solun neoliberalizme karşı çıkarken kullanabileceği söylemsel stratejileri ciddi bir biçimde sınırlandırıyor.
Konumlanış ve yöntemler
Bu makalede sunulan kavrayış feminist akademisyen ve aktivistler olarak bizlerin Polonya ve İsveç’teki akademi ve sivil toplum alanındaki çalışmalarımız neticesinde oluşmuştur. İncelememiz Avrupa’da işbirliği içerisinde gerçekleştirilmiş toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyalara cevaben ortaya çıkan çeşitli projelerin sonucudur. Aktivistler olarak bizler toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyanın hedef aldığı çeşitli girişimler, yapılar, kurumlarla ilişkiliyiz. Polonya’da 2012 yılı civarında başlayan “toplumsal cinsiyete karşı savaş” ile birlikte (Graff ve Korolczuk 2017; ayrıca bkz. Morska 2014) “toplumsal cinsiyet ideolojisi” ile ilgili olarak Polonya basınında ve kamu kurumlarında yer alan birtakım kamusal tartışmalara ve çatışmalara müdahil olduk ve zaman içinde toplumsal cinsiyet araştırmalarının önce meşruluğunu yok etmeyi, nihayetinde de toplumsal cinsiyet eşitliğine dair politikaları ve projeleri tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen eşgüdümlü bir çabaya tanıklık ettiğimizi fark ettik. Zaman zaman incelememizin konusu bizim bedensel deneyimimizin bir parçası haline geldi: Örneğin, 2015 yılının Eylül ayında Varşova’da düzenlenen okullardaki cinsellik eğitimine karşı protestoya gözlemci olarak katıldığımızda, ya da 2013 sonbaharında Varşova’daki Dominikan Kilisesi tarafından toplumsal cinsiyet hakkında düzenlenen bir kamusal tartışma oturumu esnasında sağcı aktivistler tarafından atılan gaz bombasından etkilendiğimizde… Kısacası, biz toplumsal cinsiyet karşıtlarının tabiriyle “toplumsal cinsiyet ideologları”yız. Ancak bizim amacımız dalga geçmek veya aşağılamak değil, anlamak. Rakibimizin dünya görüşünün içsel mantığını ve kitlelere hitabının kaynaklarını kavrama taahhüdüyle, her ne kadar toplumsal cinsiyet karşıtlığı kendi görüşümüzle taban tabana zıt olsa da, bunu akademik ilgiyi hak eden bir ideoloji ve ahlaki hassasiyet olarak mercek altına alıyoruz. Yer yer toplumsal cinsiyet karşıtlarından uzun alıntılar kullanıyoruz ve böylece onlara kendi sesleriyle konuşma fırsatı tanıyoruz.
Bu çalışma Avrupa’daki toplumsal cinsiyet karşıtı çevrelerin Gabriele Kuby (2015), Marguerite Peeters (2007, 2013) gibi ileri gelenleri ile bunların Papaz Dariusz Oko ve Marzena Nykiel (2014) gibi Polonya’daki muadilleri ve diğerlerinin (örneğin, Benedict XVI ve diğerleri, 2014) makaleleri ve kitaplarının incelemesi üzerine kuruludur.[9] Ayrıca, toplumsal cinsiyet karşıtlığının dünya çapında öne çıkan isimlerinin (2 papa, Fransız rahip ve psikanalist Tony Anatrella ile Guineli kardinal ve Congregation for Divine Worship ve Discipline of the Sacraments rahibi Robert Sarah gibi yerel Katolik kilisesi mensupları ve entelektüeller de dahil) verdikleri demeçler ve onlarla yapılan röportajlardan da faydalandık. Toplumsal cinsiyet karşıtı etkinliklerin basında nasıl ele alındığını inceledik, Polonyalı bir ağ olan StopGender.pl veya CitizenGo ve Life Site News gibi uluslararası platformları, belirli hareketlerin ve örgütlerin internet sitelerinde yayımlanan çeşitli malzemeleri inceledik. Ek olarak, Varşova’da 2015’te düzenlenen toplumsal cinsiyet karşıtı eylemleri gözlemledik ve diğer ülkelerdeki ilişkili eylemler hakkındaki medya raporları ve araştırmaları inceledik. Bunlardan bazıları: Vladamir Putin Rusya’sında, Ukrayna’da ve Gürcistan’daki LGBT ve feminizm karşıtı tepkiler; 2014 yılında Fransa’da düzenlenen eşcinsel evlilikler karşıtı eylemler (La Manif Pour Tous); Afrika ülkelerindeki eşcinsellik karşıtı şiddetin artışı ve yasaların çıkması (örneğin Uganda’da 2014 yılında kabul edilen Eşcinsellik Karşıtı Yasa); 2016 yılında Kolombiya’daki barış görüşmelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği üzerindeki tartışmaların oynadığı rol; 2015’te ABD’de trans bireylerin kamusal tuvaletleri kullanımı üzerine olan tartışmalar. Bizim ilgimizi çeken, görünüşte birbirinden ayrı bu olguları birbirlerine bağlayan ideolojik çerçeve. Her ne kadar merceğimizi Polonya’ya tutuyor olsak da bizim yerel bağlamımızın ötesine geçen, toplumsal hareketlenme hedefleyen bir ideoloji ve strateji olarak toplumsal cinsiyet karşıtlığının temel yapı taşlarını incelemeyi amaçlıyoruz.
Devamlılık ve değişim: Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketi kavramsallaştırma
Muhafazakârlar toplumsal cinsiyete üç düzeyde karşı çıkıyorlar: kavram olarak, ideoloji ya da kuram olarak ve toplumsal pratik ve siyasi proje olarak (Case 2011; Favier 2015). Buna cevaben, bazı akademisyenler ve yorumcular “toplumsal cinsiyet karşıtı hareket” gibi geniş bir terim (Kováts ve Põim 2015) veya “toplumsal cinsiyete karşı savaş” (Korolczuk 2014) terimini kullandılar. Diğerleri bu akımın belirli yönlerine odaklanarak “antifeminizm” (Szelewa 2014), akademik toplumsal cinsiyet çalışmalarına karşı bir saldırı (Grabowska 2014) ya da toplumsal cinsiyet eşitliğine (Hankivsky ve Skoryk 2014), eşcinsel evliliğe (Fassin 2014) ya da “Avrupa Birliği’ndeki cinsel sağlık ve üreme sağlığı ve haklarına dair kanunlar ve politikalara” (Hodžić and Bijelić 2014, 1) muhalefet tanımlarını geliştirdiler. Farklı terimler kullanılıyor olsa da gelinen noktada açıkça görülüyor ki, bu olgu yerel bir anomali değil ulusaşırı sağcı bir stratejidir. Bu strateji yerel ve o yere özgün olma fikrini etkili bir biçimde kullanmakla birlikte sınırların ötesiyle tutarlı ve bir raddeye kadar da eşgüdümlüdür.[10]
Üreme haklarına odaklanmasından ötürü, toplumsal cinsiyet karşıtı hareket feminizme karşı direnişin bir devamı, kültür savaşlarının yeni bir sahnesi (modernizm destekçileri ile karşıtlarının hassasiyetlerinin küresel çapta çarpışması) olarak yorumlandı (bkz. Bob 2012). Aslında, toplumsal cinsiyet karşıtları da “kültür savaşı” terimini kullanmakta ve kendilerini toplumsal cinsiyetçilerin sözde şiddetine karşı uyarıda bulunan, kuşatma altında kalmış barışçıl kişiler olarak sunmaktadırlar. Örneğin, sağcı Alman sosyolog Kuby sürekli “silah”, “savaş”, “kavga” ve “tehdit” gibi dövüşmekle ilintili kelimeler kullanır ve insanları “bağımsız, manipüle edilebilir ve kontrol edilebilir bireyler yaratmak için 200 yıldır devam eden kültürel savaşa” karşı direnişe katılmaya çağırır (2015, 17). Kültür savaşındaki önemli bir mesele, sağcıların BM nüfus politikalarına karşı çıkışlarının tarihinin de gösterdiği üzere, üreme politikaları olagelmiştir.[11] Son yıllarda bu mücadeleler, kısmen aile yapılarının temelindeki değişimlerden (örneğin eşcinsel ebeveynli aileler, Avrupa’daki doğum oranlarındaki azalma), kısmen de “şeylerin doğal düzeni”ne tehdit olarak algılanan üreme teknolojilerindeki gelişmelerden ötürü çok daha karmaşık hale geldi. Bazı yerlerde, toplumsal cinsiyet karşıtı hareket çocuk sahibi olmaya destek olan tedavilere sert bir şekilde karşı çıkış içerir, dolayısıyla, doğa/kültür ikiliği cephesindeki ideolojik çatışmayı yansıttığı şeklinde yorumlanır. Toplumsal cinsiyet karşıtı uzmanlar insan vücuduna yönelik biyomedikal müdahaleyi Malthusçuluk[12] ve öjenik[13] politikalarının bir uzantısı olarak değerlendirirler; zaten her ikisini de güncel ulusaşırı toplumsal cinsiyet politikalarının temeli olarak görürler (Nykiel 2014; Kuby 2015, 18–20). Yıllar içerisinde, toplumsal cinsiyet karşıtı kuramcılar iddialarının ekonomik boyutunu kuvvetlendirdiler: Kendilerini tüp bebek, kürtaj hizmetleri sunan tıp kurumlarına, doğum kontrol hapı satmak isteyen açgözlü ilaç şirketlerine karşı sıradan insanların savunucuları olarak gördüler (Bkz., örneğin Nykiel 2014, 27-50).
Toplumsal cinsiyet karşıtlığını inceleyen bazı akademisyenler esas meselesinin ikili toplumsal cinsiyet[14] ve tahakkümcü erkekliğin kaderi olduğunu iddia ediyorlar. ABD’deki okullarda verilen cinsellik eğitimini ortadan kaldırmak için mücadele eden fanatik dindarlar gibi (Irvine 2002), Polonya’daki toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaları düzenleyenler de sağcı basının haberlerine göre, erkek çocuklara zorla etek giydirdiği iddia edilen cinsellik eğitmenlerinin yarattığı tehdidi takıntı haline getirdiler (Graff 2014; Duda 2016, 27). Doğal toplumsal cinsiyet rollerinin istikrarsızlaştığı iddiaları etrafında oluşan ahlaki panik, nüfusun azaldığına dair endişelerle ataerkinin ve erkek iktidarının sona erdiğine dair acılı tasavvuru (kimi zaman “erkeklik krizi” olarak da adlandırılır) birbirine bağlar. Toplumsal cinsiyet karşıtları tahakkümcü erkekliğin ve geleneksel babanın yeniden yükseleceğini vaat eder. Zaten bu sebeple Polonyalı babaların haklarını savunan gruplar gibi bazı erkek hareketleri de toplumsal cinsiyet karşıtı aktivistlerle ittifak kurmuşlardır (Korolczuk ve Hryciuk 2017).
Şu anda, erkeklik üzerine olan mücadeleler, 2008 ekonomik kriziyle birlikte görünür hale gelen yeni aşırı milliyetçiliğin kalbindeki sınıf mücadelesinin bir veçhesi olarak yorumlanabilir. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı, hiçbir ekonomik başarı beklentisi olmayan, talihsizliklerinin ekonomik nedenlerini sorgulamak yerine ataerkil değerlere yüzünü dönen erkeklerin giderek büyüyen hüsranını kısmen de olsa yansıtmaktadır (bkz. Tryczyk 2013). Böyle bir yaklaşım bazı aşırı sağcı grupların neden toplumsal cinsiyet karşıtı Haçlı seferlerine katıldığını anlamamız konusunda bize yardımcı olur, yine de meseleyi sınıf sorununa indirmekten imtina etmek önemlidir. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı, neoliberalizmin ürettiği sürekli risk altında olma halinden doğan endişelerden açıkça beslenmektedir. Ancak, bu tür duygular sadece toplumun ekonomik olarak dezavantajlı durumdaki kesimlerine değil, hatta bazen çok daha fazla oranda, orta sınıflara da hitap etmektedir.
Pek çok akademisyen din kurumlarının, özellikle de Vatikan’ın, toplumsal cinsiyet eşitliğiyle mücadelede oynadığı kilit role dikkat çekiyor (Buss ve Herman 2003; Case 2011; Kuhar 2014). Aslında, Vatikan’ı yerel seviyede muazzam bir etkiye sahip modern küresel kurumların öncüsü olarak düşünmek oldukça makul gözüküyor. Bu yaklaşım, Birleşmiş Milletler’in neden hedef alındığını açıklıyor; çünkü BM’de bir o kadar güçlü olmakla birlikte gayrimeşru bir rakip ya da esasında bir gaspçı olarak algılanıyor. Peeters şu uyarıda bulunuyor: “Yeni kavramlar, Envanjelik faaliyetle işgal edilmesi gereken alanı işgal etme eğilimde. Hıristiyanlar kutsal kitap hakkında değil insan hakları, sürdürülebilirlik ve Binyıl Kalkınma Hedefleri[15] hakkında vaaz veriyorlar” (2007, 10). Çatışma, dolayısıyla, sadece din veya ideolojik farklılıklar değil, iktidar ve meşruiyet ile de ilgilidir.
Vatikan’ın toplumsal cinsiyetçiliğe karşı çıkışı genellikle Kilisenin ölüm uygarlığına[16] karşı savaşının ve 1990’larda kendi deyişleriyle “toplumsal cinsiyet gündemi”ne karşı direnişinin bir devamı olarak yorumlanıyor (Butler 2004; Omang 2013; Favier 2015). Mevcut durumdaki yenilik şudur: Ruhban sınıfı ve Katolik yorumcuların temsilcileri sadece kadınların üreme haklarına karşı çıkıp aile planlamasıyla LGBT hakları arasındaki ilişkiye vurgu yapmıyorlar; aynı zamanda her ikisini küresel kapitalizmle ilişkilendiriyorlar. Üçünün de önce ailenin yıkılmasına, nihayetinde de “erkeğin yok edilişine” (Case 2011) yol açan aynı tasarının parçaları olduğu iddia ediliyor. Pedofili skandallarının hemen ertesinde toplumsal cinsiyetin şeytanlaştırılması, kilisenin liberal Katolikleri hizaya sokmak için kullandığı yeni bir stratejidir. Polonyalı feminist teolog Zuzanna Radzik’e göre (2013), toplumsal cinsiyetçilik kilisenin illiberal kanadının yeni düşmanı haline geldi. Onlara göre, toplumsal cinsiyetçilik şeytanlaştırılmış ve yozlaşmayı yaymakla suçlanan gruplardan Yahudilerin ve eşcinsellerin bir raddeye kadar yerini alan genelleşmiş bir kötülük. Kısacası, toplumsal cinsiyet karşıtlığı günümüz Katolikliği içindeki gerilimlere bir tepki ve Katolikler arasında birlikteliği sağlayacak yeni bir kaynak olarak ortaya çıkıyor. Ailenin muhafazakâr tanımı yeni bir kırmızı çizgi haline gelirken, farklı düşünenler dini davayı terk edenler olarak adlandırılıyor.
Fakat, toplumsal cinsiyet karşıtlığı Katolik Kilisesi içindeki tepkisel bir akımdan çok daha fazlasıdır: Evanjelik ve Ortodoks Hıristiyanlar, hatta bazı Müslüman ve herhangi bir mezhebe bağlı olmayan gruplar da bu kategoriye dahiller. Biz toplumsal cinsiyet karşıtlığının, haysiyet, teoloji ve ahlaki değerlere yaptığı vurguyla siyasi doğasını başarıyla gizleyen, dini değil siyasi bir hareket olarak ele alınması gerektiğini savunuyoruz. Clifford Bob’un (2012) ulusaşırı alanda desteklenen toplumsal cinsiyet eşitliği gündemine cevaben ortaya çıkan küresel sağ aktivizm üzerine yaptığı araştırma gösteriyor ki çeşitli kurumların ve grupların oluşturduğu ve birbirine gevşekçe bağlı çok-mezhepli bir ağ, 1995’teki Pekin Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda bile “geleneksel” aile değerleri etrafında birleşmeye başlamış. Bu ittifak zamanla çeşitli politika hedefleri doğrultusunda uluslararası alanda işbirliği yapan inançlar arası bir ittifaka, Bob’un ifadesiyle “vaftiz-çarşaf” ağına evirilmiş (36). Belirli hedefleri arasında Almanya’da çocuklarına evde eğitim verdikleri için zulüm gören muhafazakâr Hıristiyanları savunmak, Nikaragua’da kürtajı yasaklayan yasaya hukuki ve ideolojik desteği sağlamak ve Uganda’da eşcinsel hakları aleyhine konuşmak sayılabilir (Bob 2012, 37–38; Kaoma 2012). Toplumsal cinsiyet karşıtı retorik 2016 yılında Kolombiya’daki barış müzakerelerine karşı çıkarken kullanılmış, anlaşmanın reddedilmesinin bir sebebi de toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel haklardan bahsetmesi ve müzakerelere kadın gruplarının dahli olmuştur (Krystalli ve Theidon 2016). Ancak, vurgulanması gerekir ki feminizme, toplumsal cinsiyet eşitliğine veya cinsel demokrasiye karşı çıkan grupların tamamı toplumsal cinsiyet karşıtları kategorisine girmez. Toplumsal cinsiyet karşıtlarını diğer aşırı dinci hareketlerden (Ortadoğu’daki IŞİD, Nijerya’daki Boko Haram gibi) ayıran, ilkinin şiddet kullanmayı reddetmesi ve kendisini hakiki ve gerçek demokrasinin savunucusu olarak görmesidir.
Bu politik perspektiften incelendiğinde, toplumsal cinsiyet karşıtlığının mevcut gelişimi küresel sivil toplumun ideolojik olarak çeşitli ve çatışma odaklı, kurumları ve sınırları kesen farklılıklara sahip ve politikaları belirleyen belirli mücadeleleri barındıran doğasını yansıtmaktadır (Bob 2012, 5–7). Bu kavramsal çerçeve ulusaşırı ve yerel ideolojik ve kurumsal bağlantıları görmemize izin verir. Yerel olarak, hareketin sıklıkla taban hareketi olma özelliği bulunur ve bağlama özgü meseleler üzerine kurulur. Örneğin, Polonya’da 2012 yılında ortaya çıkan toplumsal cinsiyet karşıtı hareket kimilerine göre Polonyalı rahiplerin de dahil olduğu pedofili skandalını örtbas etme çabası olarak ortaya çıkarken (Sierakowski 2014), Fransa’da ise 2013 yılının Ocak ayında eşcinsel evliliğe eşitlik getiren düzenlemelere karşı çıkan kitlesel gösterilerin gerçekleştiği ortamdaki mücadelelerin merceğinden anlaşılmaya çalışılır (Fassin 2014). Fakat, tehdit altındaki çocuk imgesi ve kozmopolit elitlere yönelik eleştiri gibi sürekli öne çıkan anahtar temalar, tüm dünyadaki toplumsal cinsiyet karşıtları tarafından ortaklaşa kullanılmaktadır.[17] Hareketin aktivist ve ideologları siyasetin kötü ve yoz bir resmini çiziyorlar. Doğal yaşam biçimlerine yönelik bir nostalji yaratarak Atlantik’in iki kıyısında da gözlemlenen siyaset karşıtı küskünlükten fayda sağlıyorlar (Bennett ve diğerleri 2013). Hareketin kalbi teolojik değil politik. Bu popülizmin bir markası, illiberal bir marka.
Ulusaşırı toplumsal cinsiyet karşıtı söylemin önemli unsurlarından biri modernlik ve ilerleme eleştirisidir. Ancak kültür ve dine yapılan vurgu, bazı ciddi siyasi karışıklıkları gölgede bıraktığından ötürü bizleri yanlış yönlendirebilir. Toplumsal cinsiyet karşıtı ittifaklar uluslararası siyasetteki gerilimlerin ve yeni konumlanışların etkilediği (ve sıklıkla bozduğu) küresel iktidar mücadelelerinin önemli bir parçası olarak bağlama yerleştirilmelidir. Bize göre, kültür savaşlarının günümüzdeki safhasını anlamanın anahtarı 1989 sonrası jeopolitik manzaradır: Doğu Avrupa, Rusya ve küresel Güney en önemli savaş alanlarıdır. Her ne kadar hareketin temel belgeleri Papa’nın tavsiyelerini içeriyor olsa da, her ne kadar toplumsal cinsiyet karşıtlığının başat savunucuları genellikle Batı Avrupalı olsalar da (örneğin Anatrella, Kuby, ve Peeters), bugün Vatikan’ın, ABD’li aşırı Hıristiyanların ve Avrupalı milliyetçilerin ilgileri korkutucu bir biçimde Batı’daki ahlaki dirilişin yürütücüsü olarak algılanan Putin Rusya’sınınkilere yaklaşmaktadır.[18] Kuby’ye göre, “Rusya bugün kilisenin ve devletin ailenin temellerini yeniden atabilme ihtimalinin olabileceği tek ülkedir” (2014a, 1).
Toplumsal cinsiyet karşıtlığının küresel siyasetle nasıl bağlantılı olduğunu gösteren güncel bir örnek Dünya Aileler Kongresi’nin[19] (DAK) gelişimidir. DAK, ABD’de 1995 yılında kürtaj karşıtı ve aileyi destekleyen gruplar tarafından kurulmuş, bugünse dünya çağında işbirliği yaptığı kırktan fazla resmi örgüt olan (aralarında Rusya menşeli örgütler de bulunmaktadır) küresel bir ağdır. Bütün bu gruplar “henüz doğmamış olanı koruma, evliliği teşvik etme, yoksulluğu azaltma, çocuk ve yetişkinlerin sağlık durumlarını iyileştirme, yetimlere yuva bulma ve insan ticaretiyle fahişeliği ortadan kaldırma çabaları” etrafında bir araya gelmişlerdir.[20] ABD’li aktivistler, Rusya da dahil olmak üzere diğer ülkelerdeki yerel gruplarla yakın işbirlikleri kurmuşlardır: Her ikisi de Rusya’da gerçekleşen birinci ve ikinci Dünya Nüfus Zirvesi’nin[21] organizasyonunda yer almışlardır (ilki 2011 yılında Rusya Devleti Toplum Üniversitesi’nde, ikincisi 2012’de Ulyanovsk’ta; ayrıca bkz. Bob 2012, 42-43). İnternet sitelerinde Rusyalı partner kurumların başarılarından duydukları gururu ifade etmektedirler. ABD’li DAK liderleri gözünde Rusya gerçek “aile değerlerinin” son cephesini temsil etmektedir çünkü “Batılı hükümetlerin pagan dünya görüşüne geri döndükleri bir dönemde, Rusya doğal aileyi geliştirmek için öncü bir rol üstlenmiştir.”[22] Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki neomuhafazakârların 2012’deki bu yakın işbirliği, küresel jeopolitik sahadaki değişimler (Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri/Avrupa Birliği arasında 2014 yılındaki Kırım krizi ve daha sonra Suriye’deki gelişmeler nedeniyle çıkan gerilimler) tarafından sınava tabi tutulmuştur. Sonuç olarak, ABD’li aktivistler iki yılda bir yapılan ve 2014 yılında Moskova’da gerçekleşecek konferansın organizasyonundan çekilme kararı almışlardır.
Vatikan gibi, DAK da en azından nüfus politikaları konusunda Birleşmiş Milletlere mukabil bir ağırlığa sahip olmaya çabalamakta; ancak ciddi siyasi gerilimler olduğunda, küresel bir kurum olarak kimliğini korumakta zorlanmaktadır. Doğu Ukrayna’da yaşanan kriz Ukrayna Ebeveyn Komitesi gibi bazı yerel AB karşıtı, Rusya yanlısı grupların siyasi fırsatlarını azaltmıştır (Strelnyk 2017). Yine de zaman zaman ulusaşırı işbirlikleri için yeni imkânlar oluşabilmektedir, tıpkı 2013 yılında o dönem ABD başkan adayı olan Donald Trump’ın Putin için söylediği hayranlık dolu sözlerde olduğu gibi.
Açıkça, burada mevzubahis olan, ulusaşırıcılıkla yerele içkin olan arasındaki zorlu dengedir. Bu oyuncuları birbirine bağlayan, evrenselciliğe ve onların algılarındaki ahlaki çöküşün ve günümüz “modern tanrısız devletlerin” göreliliğinin yerini alacak dünya düzenine duyulan özlemdir (Benedict XVI ve diğerleri 2014, 4). Sağcı gruplar bu hedefi “halkın gerçek gücü” olarak anladıkları ulusal egemenlik ve demokrasi mücadelelerine bağlamaktadırlar (Bluhm 2016, 28).
Yoksulların savunucuları: Sağ, toplumsal cinsiyeti sömürgeci dayatma olarak nasıl yeniden şekillendiriyor?
Toplumsal cinsiyet karşıtlığının ideolojik çekirdeğini oluşturan üç unsur tespit ettik: Bunlardan ilki, Hıristiyan dogma ile uyumlu ve toplumsal inşa görüşüyle taban tabana zıt insan doğası, doğa kanunu ve insan haysiyetine dair inanç kalıplarıdır. Her ne kadar taban teolojik olsa da cinsiyet farklılıklarına dair toplumsal cinsiyet karşıtı görüşleri destekleyecek bilimsel temeller (nöropsikoloji, beynin cinsiyeti vb.) sunmak için ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının bilimsel bir saçmalık olduğunu iddia etmek için çok ciddi çaba harcanmaktadır.
İkincisi, Batı’nın entelektüel, kültürel ve toplumsal tarihinin alabildiğine kötümser ve oldukça antimodernist anlatısıdır. Batı, Karl Marx, Friedrich Engels, Sigmund Freud, Frankfurt Okulu, feminizm ve postmodernizm etkisi altında yozlaşmış ve soysuzlaşmıştır; bazı düşünürler ve aktivistler (özellikle de Margaret Sanger, Margaret Mead ve Alfred Kinsey) yoz ve kısmen sabıkalı yalancılar olarak sunulmuştur. Kuby’nin ifadesiyle, toplumsal cinsiyetçilik “Marksist filozoflar, özellikle de Almanya’daki Frankfurt Okulu’ndan gaz almış” bir harekettir. “Onlara göre, cinsellik ahlaki kısıtlamalardan, hatta ensest tabusundan bile, kurtarılmalıdır. Çocuklar arası cinsel ilişki ve hatta çocuklarla cinsel ilişkiye girme, ‘baskıcı olmayan bir toplum’ yaratmak için izin verilmesi gereken edimlerdir” (2014a). 1968 savaş karşıtı karşı kültür hareketleri, cinsel devrim ve toplumsal cinsiyet ideolojisi ile Malthusçuluk arasında güçlü bir ilişki kurulmuştur. Kuby’nin iddiasına göre toplumsal cinsiyet karşıtlığının temel fikri şudur: “Cinsel normları düzenleyen kuralların kaldırılması kültürün imhasına yol açar” (2013). Eski sosyalist ülkeler ile küresel Güney’in bu kültürel değişime karşı bir nebze dirençli olduğu söylenmektedir. Toplumsal cinsiyet karşıtları, bugün Batı’yı kendi ruhunu ve nüfusunu öldürmekten alıkoyacak olanın asli ve evrensel Batı değerlerini (yani, Hıristiyan değerleri ve Hıristiyan medeniyetini) savunmak olduğunu iddia etmektedirler.
Üçüncüsü, küresel iktidar dağıtımında alarm veren bir bakışı paylaşırlar: neo-Marksist küreselleşme savunucularının halk sağlığı ve insan hakları üzerine iyiliksever söylevlerin arkasına gizlenmiş şantaj ve manipülasyonla dünyayı ele geçirdiklerini söylerler. Amazon ve Google gibi ulusaşırı şirketler tarafından fonlandığı iddia edilen bu sinsi küresel güç sömürgeciliğin yeni bir şekli olarak tasvir edilir. Bu gücün en kırılgan hedefleri ise Afrika’daki gelişmekte olan ülkelerdir. Elbette, bu toplumsal cinsiyet coğrafyasında Doğu Avrupa’ya özel bir yer ayrılmıştır çünkü burası dünyanın, cinsel devrim tarafından büyük oranda el sürülmemiş bir parçasıdır.
Toplumsal cinsiyet karşıtlığının işte bu üçüncü unsurunu (yani kendisini kültürel sömürgeciliğin ve neoliberal sömürünün yeni biçimlerine karşı direniş şeklinde tanımlaması) bizce en can alıcı olanıdır. Toplumsal cinsiyet karşıtları kendilerini dünyanın sömürgeleştirilmiş halklarının, haklarından mahrum bırakılmış ve ekonomik olarak dezavantajlı durumda olanların, geçim kaynakları, otantik kültürleri ve geleneksel değer sistemleri neoliberal küreselleşmenin tehdidi altında olanların koruyucuları olarak tanıtıyorlar. Bu dünya görüşünün altında yatan irdelenmemiş varsayım şudur: Yerel ve otantik kültürel kimlikler daima muhafazakâr ve heteronormatiftir ancak toplumsal cinsiyet muhafazakârlığı bu egemen kimliğin asıl özünü oluşturmaktadır. Toplumsal cinsiyet karşıtları kendilerini baskı altına alınmış çoğunluğun savunucuları olarak görürler, tıpkı kendisiyle yapılan bir söyleşide Papa’nın dediği gibi: “sömürgeci imparatorluklar . . . insanlara kendi kimliklerini unutturmaya ve hepsini eşit kılmaya çalışıyorlar” (O’Connell 2015 içinde). Burada sömürgecilikle itham edilenler feministler, uluslararası sivil toplum kuruluşları, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlar, tespit edilmesi zor “eşcinsel lobisi”, ya da genel itibarıyla Batı’nın kendisi, aynı zamanda yönünü papanın ifadesiyle “para putperestliğinin” belirlediği küresel piyasaların gücüdür (Pacewicz 2016 içinde). Kuby’nin (2013) sözleriyle: “bu küresel cinsel devrim şimdi iktidar sahibi elitler tarafından yürütülüyor. Bunların arasında işlevleri tam belirli olmayan alt örgütlenmelerden oluşan bir ağa sahip Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlar, Amazon, Google ve Microsoft gibi küresel şirketler, Rockerfeller ve Guggenheim gibi büyük vakıflar, Bill ve Melinda Gates, Ted Turner, Georges Soros ve Warren Buffet gibi aşırı zengin kişiler, International Planned Parenthood Federation ve International Lesbian and Gay Association gibi sivil toplum kurumları . . . bulunmaktadır. Ve hepsinin paylaştığı ortak bir amaç vardır: gezegendeki nüfus artışını azaltmak.”
Neosömürgeci iktidarın kilit alanlarının ulusaşırı kurumlar olduğu öne sürülür. Bu kurumlar arasında Birleşmiş Milletler, UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra Global Fund to Fight AIDS, Tuberculosis, and Malaria gibi çeşitli uluslararası vakıf ve dernekler bulunmaktadır (Nykiel 2014, 45; Höjdestrand 2017; Strelnyk 2017). Toplumsal cinsiyet karşıtları 1990’larda Batılı fon kurumlarınca desteklenen eski Sovyet ülkelerindeki sivil toplum örgütlerine karşı da son derece mesafelidirler. Tova Höjdestrand’ın (2017) gösterdiği üzere, Rusya’da muhafazakâr taban hareketi olan ebeveynler hareketinin aktivistleri sivil toplum kavramını vatanseverlik, geleneksel dindarlık ve heteroseksüel evliliği başat değerler olarak alan ahlaki ve dini koordinatlara oturtmaya çalışmaktadırlar. Bu muhafazakâr ve illiberal sivil toplum kendisini, gösterilerde ve dilekçelerde ifade edildiği üzere yozlaşmış elitlerin yaygınlaştırdığı tehlikeli soyutlamalara karşı otantik değerlerin savunusu ve halkın iradesine atıfla meşrulaştırır (bkz. Duda 2016, 21). Fakat hareketin demokrasi konusundaki tavrı son derece muğlaktır. Toplumsal cinsiyet karşıtları kitle hareketliliği, yurttaş inisiyatifleri, referandum gibi demokratik yöntemlere duydukları saygıyı vurgularken, şeylerin doğal düzeni (yani, toplumsal cinsiyet düzeni, evlilik, soy bağı, çocuk sahibi olma, ebeveyn otoritesi vb.) hakkındaki demokratik tartışma fikrine dahi karşı çıkarlar.
Üreme sağlığı, aile planlaması, toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel hakları da kapsayan küresel mücadeleler, Batılı neo-Malthusçu projeyi gizlemek için kullanılan bir örtü olarak algılanıyor. Küresel elitlerin sahip olduğu iddia edilen eşcinselliği yaygınlaştırma ve doğmamış olanı öldürme suretiyle nüfus artışını engelleme arzusu, Batı’nın kendi kendini imha eden cinsellik takıntısının mirası olarak görülüyor (bir başka ifadeyle, Freud, Herbert Marcuse, Kinsey ve 1968 kültürel devriminin mirası). Bu görüş, Kardinal Robert Sarah gibi Afrika doğumlu birisi tarafından ifade edilince çok daha etkili oluyor. Toplumsal cinsiyet karşıtlığının dünya çapındaki önemli temsilcilerinden Kardinal Sarah defalarca toplumsal cinsiyet aracılığıyla sömürgeleştirmeye karşı uyarılarda bulunmuş, bunu radikal İslamcılık ve IŞİD ile kıyaslamıştır: “Bir slogan kullanmak gerekirse, bizler kendimizi ‘toplumsal cinsiyet ideolojisiyle IŞİD’ arasında kalmış bulduk. İslam adına yapılan katliamlar ve cinsel özgürlük talepleri düzenli olarak gazetelerin ilk sayfası için kapışıyorlar.” (Montagna’da, 2015). Bir başka açıklamasındaysa kendisi şu ifadeleri kullanmıştır: “Toplumsal cinsiyet ideolojisi, ideolojik sömürgeleşme vasıtasıyla Tanrı’dan kopartılmış bir dünyada deneyimlenen ölümcül bir dürtüdür” (Mena, 2016).
Toplumsal cinsiyet karşıtları aile planlamasının küresel kapitalizme yön veren kurumsal şirketlerin açgözlülüğünden kaynaklandığını düşünürler. Birleşmiş Milletler’in aile planlaması ve üreme politikalarını ulusal hükümetlere dayatılan büyük ölçekli bir nüfus azaltma projesi olarak yorumlarlar. Bu politikaların sözümona amacı, kendi tabirleriyle “kürtaj endüstrisine” ve aynı zamanda doğum kontrol yöntemleri satan ve tüp bebek tedavisi sunan ilaç şirketlerine kâr sağlamaktır. Toplumsal cinsiyetçilik küresel bir güç olarak görülürken buna karşı olan direniş her zaman yerel bir direniş olarak sunulur. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet karşıtlarının savunmayı ve korumayı amaçladıkları değerler ulusal egemenlik ve ekonomik bağımsızlığı da içerir. Küresel liberal güçlerin, kendi ekonomik ve siyasi konumlarını güçlendirmek maksadıyla özellikle de fakir ve az gelişmiş Afrika ve Asya ülkelerinde nüfusu azaltmaya yönelik öjenik politikaları uyguladığını öne sürerler (örneğin, Peeters 2013). Bu anlatı yeni olmamakla birlikte günümüzde sömürge karşıtı çerçeve, gerçek sömürgecilik tartışmalarından kopartılmıştır. Bu metafor takdire şayan bir akışkanlık ve uyum sağlama yeteneğini ortaya çıkarır. Bağlamına bağlı olarak, açık ırkçılık ve anti-Semitizm içerebilir veya içermeyebilir. Toplumsal cinsiyet karşıtları genellikle eşzamanlı olarak hem açıkça ırkçı görüşleri ifade ederler hem de karşıtlarını ırkçılıkla suçlarlar. Örneğin, Kuby (2015) sıklıkla ABD’de yaşayan iflah olmaz anti-Semitist E. Michael Jones’dan (2005) alıntılar yapar (Jones aynı zamanda cinsel devrimin bir Yahudi komplosu olduğunu iddia edenlerin başını çekmektedir) ancak kendisi, toplumsal cinsiyetçi elitleri mütemadiyen ırkçılıkla suçlarken, öne sürülen bu küresel komplonun Yahudi kökenlerine dair bir gönderme yapmaktan imtina eder.
Toplumsal cinsiyet karşıtı harekete dahil olmuş farklı gruplar, sömürge karşıtı çerçevenin farklı taraflarını öne çıkarırlar. Bunun temel işlevi bir ahlaki şantaj havası yaratmaktır. Küresel çapta, Batılı orta sınıf, liberal değerler dayatarak dünyadaki yoksulları sömürgeleştirmekle suçlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı savunucularının aşırı milliyetçi grupları içerdiği eski sosyalist ülkelerde bu hareket açıkça ırkçı bir biçime bürünürken, ABD bağlamında sömürgeleşme suçlaması ırk temelli öjenik politikalar halini alır. Kuby toplumsal cinsiyetçileri tanımlarken “‘farklılaşmış doğurganlık’ tehlikesini algılamış, ABD’nin güçlü ve zenginlerine, genellikle de beyaz Anglosakson Protestanlara” işaret eder. Ona göre, “[Beyaz Anglosakson Protestanlar] siyasi ve ekonomik güçlerini kaybetmelerine neden olacağından ötürü, üst sınıfların düşük, alt sınıfların (özellikle de ABD’deki siyahların ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki yoksulların) yüksek doğum oranlarından korkuyorlar” (Kuby 2015, 17). Kendi bağlamından kopartılsa, yüksek ırk ve sınıf bilinci ve nüfus politikalarına eleştirel yaklaşımıyla bu alıntı solcu bir sömürge karşıtı söylemin parçası olabilirdi. Bu durum bizi sağcıların sömürge karşıtı çerçeveyi kullanmalarının sonuçlarına yöneltiyor.
Pek çok yazarın da dikkat çektiği üzere, tarihsel olarak sömürge karşıtlığı farklı bağlamlarda pek çok farklı biçim almıştır. “Bazen ırksal bir kurtuluş ideolojisiyle bağdaştırılırken, … daha geniş ve çeşitli bir alanda kültürel farklılıkların tanınması talebi buna eşlik edebildi, [ve bu] sıklıkla radikal, Marksist bir kurtuluş söylemi içerisinde ifade edildi” (Ashcroft, Griffiths, ve Tifflin 2000, 12; ayrıca bkz. Warren 2017). Günümüz Polonya’sındaki postkolonyal kuramın muhafazakâr kullanımlarını inceleyen akademisyenlerin vardığı sonuç postkolonyalizme içkin bir sorun, bu görünüşte düşmanca olan devir teslimi kaçınılmaz kılıyor: bir diğer ifadeyle, kültürlere değişmez bir öz atfetme ve bunların yerelliğini ve özgünlüğünü yabancı ve evrensel olanla tezat içinde tasdikleme eğilimi (Snochowska-Gonzalez 2012; Bill 2014).[23] İlaveten, bu çalışmalar postkolonyal kuramın emperyalizmi maddi gerçekliği göz ardı ederek büyük ölçüde kültürel terimlerle tanımlama eğiliminin altını çiziyor. (Snochowska-Gonzalez 2012, 720). Stanley Bill’e göre “postkolonyal kuram yerel kültürlerin özgünlüğünü savunuyor fakat bunu yaparken bir tür ‘kültürcülük’ içine düşme riskini alıyor” (2014, 6). Postkolonyal kuramla ilgili benzer bir iddia Vivek Chibber gibi başka yazarlar tarafından da ileri sürülüyor. Chibber madun çalışmalarına dair tartışma yaratan kitabında şöyle bir öngörüde bulunuyor: “postkolonyalizm kendisini küresel kapitalizm çağında radikal düşüncenin yeni yüzü, eleştirelliğin en keskin ucu olarak sunarken, kendi iddiaları muhafazakâr ideolojinin temel direklerini yeniden doğrultuyor” (2013, 286). Polonya örneği gösteriyor ki, sömürgeleşme mefhumu sağ söylemde sonsuz eğilip bükülebilir ve açıkça sömürge geçmişi olmayan ülkelerde bile direnilmesi gereken küçük düşürülmenin güçlü bir göstereni olarak etkili bir biçimde kullanılabilir.
Ebola virüsünü Brüksel’e bağlamak: Mağdur ve kurtarıcı Polonya
Polonya örneği hem mağduriyet hem de kültürel üstünlük retoriğine vurgu yaparak, toplumsal cinsiyet karşıtlığı söyleminin ne kadar eklektik olabileceğini gösteriyor. Bunun örneklerinden biri 30 Ağustos 2015’te Varşova’da düzenlenen cinsellik eğitimi karşıtı gösteride açılan bir pankart. Pankartta kötü bir İngilizce ile şöyle yazıyor: “Toplumsal cinsiyet + sözde ‘kadına yönelik şiddete ve aile içi şiddete’ dair Sözleşme Polonya için Brüksel’den gelen Ebola’dır.”[24] Bedensel sıvıların temasıyla yayılan ve kusma, ishal ve döküntüye sebep olan Ebola virüsü genellikle tropikal Sahra altı Afrika ülkeleriyle özdeşleştirilir. Bu aşırı sağ gösteri bağlamındaysa, “Ebola” kelimesi iğrenilenden[25] ve ırksal ötekinden duyulan korkuyu temsil etmektedir. Polonyalı sağcı popülistler Afrika’da görülen bu korkunç hastalığı Avrupa Birliği’nin toplumsal cinsiyet eşitliği mevzuatıyla (İstanbul Sözleşmesi ile) ilişkilendirerek Avrupa Birliği’ne yönelik genelde olumlu olan tavrı zayıflatmaya çalışıyorlar. Burada Brüksel toplumsal cinsiyet virüsünü yayarak Polonya ulusunun sağlıklı vücudunu yok etmeyi amaçlayan bir sömürgeci olduğu gibi aynı zamanda salgının kaynağı olarak da konumlandırılıyor.
Afrika kökenli bir hastalığın tercih edilmiş olması tuhaf gözükebilir ancak bu durum kesinlikle tesadüfi değil. Bazı milliyetçi grupların iddiasına göre, esas gayesi Afrika’dan gelen kitlesel göçü Orta ve Doğu Avrupa’ya yönlendirme olan küresel elitler Polonyalıları hedef alıyorlar; ne de olsa Polonya el değmemiş Hıristiyanlığın ve hakiki ahlaki değerlerin Avrupa’daki son kalesi (Nykiel 2014). Polonyalıları bekleyen nihai tehlike ulusun yıkılıp yerine Vatikan’ın sıklıkla “ölüm uygarlığı” olarak tanımladığı ulusaşırı kurumlar veya yerel aktörlere karşı çıkamayacak ve kolaylıkla kontrol edilebilecek yeni bir tür çokkültürlü ve çoketnili toplumun inşa edilmesi. Bu tarz komplo teorileri günümüz Polonya siyasetinde geçer akçe. 2015 yılının Mayıs ayında yapılan ilk tur seçimlerde başkan adayı olan ve oyların yüzde 20’sinden fazlasını alan, şimdi de milletvekili olan Pawel Kukiz’in basın açıklamaları bunun bir örneği. Kendisi, mülteci krizi üzerine yaptığı bir konuşmasında AB’nin göç politikalarının aslında Polonya milletini yok etmeyi amaçladığını iddia eder: “Plan Polonyalıların tüm dünyaya dağılması ve farklı etnik gruplardan oluşan bir topluluğun burada yaşaması. Böyle bir toplum kolayca manipüle edilebilecek ve böylece Doğuyla Batı arasında ‘doğal bir hendek’ [tampon bölge] oluşacak. Belki bizim bu toprakları terk etmemiz bekleniyor, belki de soyumuzun tükenmesi.”[26]
Bu iki anlatının (Afrikalı insanları küresel komplonun kurbanları olarak tanımlayan anlatı ile Polonyalıları yani Afrikalıların yerini alacağı bir ulusu bu role yerleştiren diğer anlatının) birbirini dışladığı düşünülebilir. Ancak, esasen, etnik ve ulusal homojenliğe ve yerelde köklenmiş olmaya değer vermeleriyle, Batılı elitleri şeytanlaştırmalarıyla birbirlerine yaklaşıyorlar. Toplumsal cinsiyet ideolojisi ile algılanan, başarısı yerele özgü değer sistemlerinin kökünden sökülmesine bağlı, saldırgan bir sözde-din. Kuby’ye göre, “köksüz, başkalarına bağımlı, kolayca etkilenebilen kitleler yeni -küresel- bir kurtarıcıyı kucaklamaya hazır olabilir. Çağımızın kültürel devrimi bireysel özgürlükleri giderek daha fazla sınırlandırıyor ve devletin birey, uluslararası kurumların da devletler üzerindeki gücünün sınırlarını genişletiyor; bu güç ise finans oligarşisinin hizmetine amade ve amacı ahlaki düzeni alaşağı etmek” (2015, 278). Böylece, toplumsal cinsiyetçilik, toplumların ahlaki değerlerini yok ederek onların tamamen kökünü kurutacak bir komplo olarak resmediliyor ancak tüm dünyadaki geleneksel heteroseksüel aileleri kapsayabilmek için tam olarak kimin tehlikede olduğunun tanımı son derece muğlak bırakılıyor.
Toplumsal cinsiyet karşıtlığının hayali ahlak coğrafyasında, genel olarak Orta ve Doğu Avrupa, özel olarak ise Polonya ayrıcalıklı bir konumda bulunuyor. Bölgedeki bazı sağcı ideologlar toplumsal cinsiyetçiliği komünizmin bir artığı olarak tanımlarken (örneğin Nykiel ve Oko), bunların görüşleri aslında Batı sömürgeciliği anlatısını kapsamlı bir şekilde izah eden yazarlarla (örneğin Kuby ve Peeters ile) son derece tutarlı. Sömürgeci olan Batı’dan ziyade sağlıklı -Hıristiyan- çekirdeği çoktan 1960’larda neo-Marksizm ve feminizm tarafından parçalanmış bir Batı. Doğu Avrupa ve Polonya ise vatandaşları Marksizm ve komünizmin tehlikelerinin farkında olan ve böylece küresel sömürgecilere karşı durabildiği için bölgede öne çıkıyorlar. Dolayısıyla, bu bölge, gösterdikleri güçlü direnişle hem Avrupalı hem de ABD’li ileri gelen kişiler tarafından takdir görüyor. Kuby’nin dediği gibi: “Özgürlük pelerininin altında yeni bir totaliterlik doğuyor… Şimdi Doğu Avrupa ülkeleri bu eğilimin farkına varıyorlar ve benim kitabım da, öyle görünüyor ki, insanları uyandırıyor. Yıkım henüz buralara kadar gelmedi ve insanlar direnmeye kararlı. En büyük umudum odur ki Doğu Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği içindeki direnişin kalesi olacaklardır” (2014b, 1).
Böylesi bir övgü, hareketin yerel taraftarlarınca memnuniyetle karşılanıyor. Polonyalı toplumsal cinsiyet karşıtı yazarların önde gelenlerinden Nykiel kitabını Jones’un Polonya’nın küresel kültür savaşındaki özel misyonunu coşkuyla onaylamasına atıfta bulunarak bitiriyor: “Batı’yı kurtarmak Polonya’nın vazifesidir. Jan Sobieski Viyana’ya süvari birliğiyle gelmiş[27] ve böylece Batı’yı ve Hıristiyanlığı kurtarmıştı. Bugün kapılarımızda yeni bir düşman var. Bu yeni düşman Wilhelm Reich ve cinsellik eğitimidir. Dünya Batı’yı bir kez daha kurtarması umuduyla yüzünü yine Polonya’ya çevirmiştir” (Nykiel 2014 içinde, 305).
Sağ retoriğin aşırılıkları bu tür iletişimin siyasi önemine bizi kör etmemeli. Uzun bir zaman, Polonya ve diğer postsosyalist ülkeler birçok Batılı gözlemciye toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel demokrasi açısından geri kalmış gözükürken Sağ için biz dünyanın avangardı ve muhtemel kurtarıcısıyız. ABD ve Fransa gibi ülkelerdeki mevcut cinsiyetlendirilmiş milliyetçiliğin ve illiberal popülizmin yükselişi göz önüne alındığında, liberal demokrasinin dünya çapındaki zaferinin kaçınılmaz olduğu görüşünün ötesine geçmenin zamanı çoktan geldi. Bizler Polonya’nın toplumsal cinsiyetçiliğe karşı medeniyeti kurtarmaya çalışan tepkisel mücadelede anahtar role sahip bir savaş alanı haline geldiğini iddia ediyoruz. Bunun tek nedeni Polonya’nın Katolik bir ülke olması değildir. Aynı zamanda, Sağ’ın elitizme karşı duyulan kindarlık kartını oynayarak neoliberal reformlardan kaynaklanan endişeleri harekete geçirebilmede gösterdiği başarıdır. Siyaseten, toplumsal cinsiyet karşıtlığı dalgasını Hukuk ve Adalet Partisi rejimi takip etti: Bu rejimi çocuk doğurmayı teşvik eden politikalar benimseyen, ebeveynlere nakit yardımı sağlayan ve heteroseksüel aileye güçlü bir vurgu yapan, refah devletinin otoriter ve muhafazakâr bir versiyonu (Graff ve Korolczuk 2017) şeklinde tanımlayabiliriz. Dolayısıyla, Polonya Avrupa’nın taşrasındaki bir vaka veya bir istisna olarak görülmemeli, daha ziyade Batı Avrupa’da gerçekleşebilecek muhtemel gelişmelerin önemli bir göstergesi, bir paradigma yaratan vaka olarak görülmelidir.
Tartışma: Feminizm için kuramsal ve siyasi sonuçlar
Bir ideoloji olarak toplumsal cinsiyet karşıtlığı, öznelerini küresel bir komplonun kurbanları olarak çağırır. Bu kurbanlar, esas amaçları onların erkekler, kadınlar, çocuklar, anneler ve babalar olarak hakiki doğalarını hedef almak olan neoliberal elitler tarafından manipüle edilmişlerdir. Bu düşünce yeni dini muhafazakârlığı ve sağ popülizmi meşru ve adil olarak sunarak modern toplumlardaki yaygın biçimde siyasetten uzaklaşmış görünen bireylerin kitlesel ölçekte harekete geçmelerine yardım eder. Toplumsal cinsiyet muhafazakârlığını ve neoliberalizm eleştirilerini birbirine bağlayan bu yeni ideolojik kurulumun, sağ popülizmle etkin mücadele stratejileri geliştirmek isteyen Sol’un her bir çabası üzerinde derin sonuçları vardır. Bizim çalışmamızda feminist kuram ve örgütlenme açısından son derece rahatsız edici ve acil bir duruma işaret eden sonuçlara ulaştık. İlk olarak, toplumsal cinsiyet karşıtı söylem ile son dönemde feminizm ve neoliberalizm arasındaki ilişkiye dair feminist kuramda yapılan çıkışlar arasındaki bazı ilgi çekici yakınlıkları değerlendirmek faydalı olacaktır. Toplumsal cinsiyet karşıtlarının feminizm kavramsallaştırması (bunlar feminizmi yayılmacı bireycilikle eşitlerken feministleri neoliberal küreselleşme taraftarı olarak resmeder), Nancy Fraser’ın feminizm ve neoliberalizm arasındaki “sapkın seçici gizli yakınlaşma” hakkında yaptığı etki yaratmış tespiti hatırlatır (2009, 108; ayrıca bkz. Charkiewicz ve Zachorowska-Mazurkiewicz 2009; Eisenstein 2009; McRobbie 2009). Fraser’ın ileri sürdüğü bu görüşe eleştirel yaklaşanların itirazlarını (Fraser’a eleştiri yöneltenler onun anlatısının günümüz ABD feminizminin hatalarını çok fazla genelleştirdiğini ve dünyadaki kadın hareketlerinin heterojenliğini es geçtiğini iddia ederler, Aslan ve Gambetti 2011; Funk 2013) anlamakla birlikte, yine de Fraser’ın “ikinci dalga [feminizm] ile birlikte hızla başlayan -kendi içinde faydalı- kültürel değişimlerin, feminizmin adil toplum vizyonuyla taban tabana zıt olan kapitalist toplumun yapısal dönüşümünü meşrulaştırmaya hizmet ettiği” endişesini paylaşıyoruz (2009, 99). Onun bu karamsar tanısı, Batı feminizminin uluslararası ölçekte başarı kazanan türü (toplumsal cinsiyet karşıtı hareket tarafından sömürgeci olarak karikatürleştirilen feminizm türü) mevzubahis olduğunda doğrudur.
Feminizmin neoliberalizm ile yakınlaşmasını veya neoliberalizmin feminizmi baştan çıkartmasına yönelik Soldan yapılan eleştiriler, bunları tarihin belirli bir anında ve bazı bağlamlarda birbirine yaklaşan iki ayrı akım olarak görür ve bu yakınlaşmayı talihsiz bir anomali, bir toplumsal adalet hareketi olarak feminizmin ruhuna ihanet olarak değerlendirirler. Bizim bu konu hakkındaki görüşümüz de bu yöndedir. Sağcıların açısından bakıldığında ise hikâye çok daha basittir: Feminizm aşırı bireyciliği kurtuluş olarak pazarlayan, toplumu ve aileyi aşındıran neoliberal projenin her zaman bir parçası olagelmiştir. Dolayısıyla, neoliberal kriz için sunulan çözüm önerileri de uzlaşmaz biçimde birbirinden farklıdır: Bir taraf sosyalist reformlar önerirken diğer taraf toplumsal cinsiyetin yeniden geleneksel kalıplara sokulmasını önermektedir. Bu iki neoliberalizm eleştirisinin birbirine yaklaştığı nokta, bakım işlerinin değersizleştirilmesi, sosyal devlet imkânlarının kaldırılması ve bu gelişmelerin kadınlarla aileler üzerinde yarattığı etkilere dair endişelerdir. Toplumsal cinsiyet karşıtlarıyla bir diyalog ya da işbirliği kurabilme ihtimaline son derece şüpheci yaklaşmakla birlikte siyasetin mevcut şekillenişinin feministler için strateji geliştirebilecek yeni fırsatlar sunduğuna inanıyoruz. Çelişkili bir biçimde sağ popülizm bakım ve ebeveynlik sorunsallarını kamusal tartışmaya taşıdı. Bu, feminist aktivistlerin bakım, sosyal imkânlar ve yerel topluluklar gibi alanları geri kazanmaları için bir kapı aralayabilir. Bunun yanı sıra bizim incelememizin feminizm ve postkolonyal kuram arasında yıllardır süregelen ittifaka dair de sonuçları olabilir. Bizim vardığımız sonuçlar, her ne kadar onlardan ötürü olmasalar da postkolonyal kurama içkin sorunlara yönelik eleştirilerle tutarlı. Bizim çalışmamız açısından, muhafazakârların postkolonyal kuramı kullanmaları kuramın düşmanca ele geçirilmesi olarak mı yoksa kuramın kendi özelliğinin kaçınılmaz bir etkisi olarak mı yorumlandığı sorusu ikincil bir öneme sahip (Warren 2017). Kilit nokta, ortaya çıkan bu akımın ulusaşırı ve yerel feminizmlerin ve dünyadaki sol hareketlerin kazanımlarını etkili bir biçimde baltalayabilmesidir. Liberal solda olup postkolonyal kuramın illiberal güçleri geri püskürtecek araçları sunduğuna inanlar kabul etmelilerdir ki sömürge karşıtı çerçeve sağcı güçler tarafından takdire şayan bir başarıyla sürekli olarak kullanılmaktadır. Bu akımın sonuçlarını kavramak için tamamen yeni bir siyasi gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Sonuç
Toplumsal cinsiyet karşıtlığı sadece başka bir karşı tepki, post-sosyalist bağlama özgü bir durum ya da Vatikan’ın toplumsal cinsiyet eşitliğini zayıflatmak için verdiği mücadelede geliştirdiği yeni bir taktik değildir. Yeni bir ideolojik ve siyasi oluşum, Batı’da ve Doğu’da ileri karakolları olan ulusaşırı bir olgu ile karşı karşıyayız. 1980’lerdeki ve 90’lardaki karşı tepki yeni muhafazakârlıkla piyasacılığı birleştiriyorken (aslında, ABD ve diğer yerlerdeki Hıristiyan neomuhafazakâr aşırı tutucular için durum bir raddeye kadar hâlâ böyledir) yeni illiberal popülizm dalgası toplumsal cinsiyet muhafazakârlığını neoliberalizm ve küreselleşme eleştirisiyle birleştiriyor. Bu birleştirmenin dikkate değer ideolojik tutarlılığı ve çok büyük harekete geçirme gücü vardır: Sağcı popülistler kalabalık yerel halk kitlelerinin kalplerini ve hayal güçlerini ilerici hareketlerden çok daha etkili bir biçimde ele geçirdiler. Bu dünya görüşünün tutarlılığı kültür ile ekonomi ve siyaset arasında bağlantı kurmasını sağlayan üç eşleştirmeye dayalıdır: Batılı liberal elitler küresel siyasi ve ekonomik elitlerle eşleştirilir; zulmün ve adaletsizliğin kaynağı olan neoliberalizm bir değer sistemi ve ideolojik proje olarak çizilen bireycilik ile eşleştirilir; ve son olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği ve nüfus politikaları küresel sömürgeciliğin yeni bir aşaması olarak yorumlanır.
Sömürge karşıtı çerçeve toplumsal cinsiyet karşıtı savaşta, daha genel anlamda da illiberal popülizmin günümüzdeki yeniden yükselişinde, merkezi bir rol üstlendi. Bu sadece retorik bir güzelleme değil, bir ideoloji olarak toplumsal cinsiyet karşıtlığının kendi içinde tutarlı olmasında ve hareketin kimliğinin ulusal sınırlar içerisindeki ve ötesindeki farklı grupların ittifakından oluşmasında hayati öneme sahip inanç kalıplarıdır. Ayrıca hareketin stratejik tercihlerini, işbirliklerini ve harekete geçme yöntemlerini de etkiler.
İlk olarak, sömürge karşıtı çerçeve belirli toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyalar için seçilmiş hedefleri belirler: Bunlar toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan ulusaşırı yapılar ve politikalar olma eğilimindedirler. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı sadece küresel ya da ulusaşırı kurumlara değil aynı zamanda toplumsal cinsiyetçilerle danışıklı dövüş içinde olmakla suçladıkları ulusal hükümetlere de (mesela toplumsal cinsiyet eşitliği hakkındaki uluslararası sözleşmeleri uyguladıkları için) derin bir şüpheyle yaklaşırlar. İkinci olarak, sömürge karşıtı çerçeve farklı yerlerdeki milliyetçiler arasındaki ittifaklara imkân sağlar: Yerel, otantik, yerli kültür ve yerel geleneksel aile (geleneği her ne olursa olsun) her daim tehdit altında ve korunmaya muhtaçtır. Sömürge karşıtlığı yerel tekilliklerin ve jeopolitik çatışmaların kazanmasına yardımcı olan popülist bir meta-söylemdir. Kendisini sıradan insanın, garibanın, yoksulun, sömürülenlerin küresel yozlaşmış elitlere karşı savunucusu olarak tanımlar. Son olarak, sömürge karşıtı çerçeve hünerli ellerde toplum tabanında başarılı kitlesel hareketliliğe imkân tanır. Kendisini daha önce politik bir dille ifade etmemiş gruplara, örneğin ebeveynlere, hitap eder. Muhafazakâr ebeveynlik küresel ölçekte yeni bir siyasi kimlik, bir toplumsal dayanışma sahası ve devlete, ulusaşırı kurumlara, piyasaya, feminizme (burada feminizm öncelikle bir bireycilik türü olarak görülmektedir) karşı bir direniş şekli olarak ortaya çıkmıştır (Fábián and Korolczuk 2017). Bu bağlamda feminizm neoliberalizmin ayrılmaz bir parçası olarak sunulurken geleneksel aile direnişin son kalesi, umudun ve cemaat hissinin hâlâ var olduğu bir yer haline gelmektedir. Bu, öznelere saygınlık ve müşterek faillik hissi bahşederken aynı zamanda da küresel kapitalizmin kırılgan çalışma ve yaşam koşullarından kaynaklanan endişelerin ifade bulmasına fırsat sağlayan, duygulara çok güçlü bir biçimde hitap eden bir anlatıdır.
Sağ, sırtını sömürge karşıtı çerçeveye dayayarak, solun kapitalizmi eleştirme tekelini yıktı ve yeni bir kültürel evrenselcilik, elbette illiberal bir evrenselcilik versiyonu, sundu. Kısacası, toplumsal cinsiyet karşıtlığı antikapitalist hareketin yeni dili haline geldi. ABD’de neomuhafazakârlarla neoliberallerin müttefik olmalarından ötürü, Amerikan bakış açısından bu durum çelişkili gözükebilir (bkz. Brown 2006) ancak ABD kural olmaktan ziyade istisna da olabilir. Küresel olarak, günümüzün sağcı hareketleri ve ideolojileri neomuhafazakâr olmaktansa illiberal ve popülist olma eğilimindedirler. İdeolojilerinin kalbinde neoliberalizm ile dünyadaki fakirleştirilmiş ulusları sömürmek için insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini kullanan bir değer sistemine ve ideolojik projeye sahip bireycilik arasındaki eşleştirme vardır. Zaten, neoliberalizm ve küreselleşmeye yönelik sağdan gelen eleştiriler feminizm karşıtı hareket şeklini almakta ve sömürge karşıtı çerçeveyi kilit söylemsel stratejisi olarak kullanmaktadır.
Aşırı muhafazakârların kapitalizm ve sömürge karşıtı dili benimsedikleri durumda, feminist hareketlerin ve feminist sözcüklerin geleceği ne olacaktır? Küresel Güney ülkelerinden birçok feminist uzun zamandır evrensel insan hakları söylemini ve BM nüfus politikalarının neosömürgeci yanlarını eleştirdiler. Bugün, evrenselciliğin toptan reddiyesinin sağcı popülistlerin elini güçlendirdiği açıktır. Bu ikileme bir çözüm sunmuyoruz ancak liberal demokrasinin egemenliğinin artık verili kabul edilemeyeceği bir dünyada evrenselciliğin feminist eleştirilerinin yeniden düşünülmesini öneriyoruz.
Kaynakça
Appadurai, Arjun. 1996. Modernity at Large: Cultural Dimensions of Globalization. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Ashcroft, Bill, Gareth Griffiths ve Helen Tifflin. 2000. Post-colonial Studies: The Key Concepts. 2. Baskı. Londra: Routledge.
Aslan, Özlem ve Zeynep Gambetti. 2011. “Provincializing Fraser’s History: Feminism and Neoliberalism Revisited.” History of the Present 1(1):130–47. [Bu makalenin Türkçe yayımlanan versiyonu için bkz. “Fraser ve Feminizm: Söylem Kimin Söylemi, Tarih Kimin Tarihi?.” Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Sayı:09. Ekim 2009. http://www.feministyaklasimlar.org/sayi-09-ekim-2009/fraser-ve-feminizm/.]
Benedict XVI. 2012. “‘Gender Theory’ and the Threat to Civilization.” Pamphlet, the Fatima Center, Constable, NY. http://fatima.org/synod/about/LF324-Gender-Theory.pdf.
Benedict XVI, Andrzej Bujak, Waldemar Chrostowski, Henryk Hozer, Krzysztof Feusette, Gabriele Kuby, Dariusz Oko, Leszek Sosnowski ve Aleksander Stępkowski. 2014. “Dyktatura Gender” [Toplumsal Cinsiyet Diktatörlüğü]. Broşür, Biały Kruk, Kraków.
Benford, Robert D. ve David A. Snow. 2000. “Framing Processes and Social Movements: An Overview and Assessment.” Annual Review of Sociology 26:611–39.
Bennett, Elizabeth A., Alissa Cordner, Peter Taylor Klein, Stephanie Savell, ve Gianpaolo Baiocchi. 2013. “Disavowing Politics: Civic Engagement in an Era of Political Skepticism.” American Journal of Sociology 119(2):518–48.
Bill, Stanley. 2014. “Seeking the Authentic: Polish Culture and the Nature of Postcolonial Theory.” Nonsite.org, sayı 12. http://nonsite.org/article/seeking-the-authentic-polish-culture-and-the-nature-of-postcolonial-theory.
Bluhm, Katharina. 2016. “Modernization, Geopolitics, and the New Russian Conservatives.” Arbeitspapiere des Osteuropa-Instituts (Abteilung Soziologie) [Osteuropa Institute (Sosyoloji Bölümü) bünyesinde devam etmekte olan makale çalışması] 1/2016: 3–37.
Bob, Clifford. 2012. The Global Right Wing and the Clash of World Politics. New York: Cambridge University Press.
Brown, Wendy. 2006. “American Nightmare: Neoliberalism, Neoconservatism, and De-democratization.” Political Theory 34(6):670–714.
Buss, Doris E. 1998. “Robes, Relics, and Rights: The Vatican and the Beijing Conference on Women.” Social and Legal Studies 7(3):339–63.
Buss, Doris E., and Didi Herman. 2003. Globalizing Family Values: The Christian Right in International Politics. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Butler, Judith. 2004. “The End of Sexual Difference?” Undoing Gender içinde, 174– 203. New York: Routledge.
Case, Mary Anne. 2011. “After Gender the Destruction of Man—the Vatican’s Nightmare Vision of the ‘Gender Agenda’ for Law.” Pace Law Review 31(3): 802–17.
Charkiewicz, Ewa ve Anna Zachorowska-Mazurkiewicz, eds. 2009. Gender i ekonomiaopieki [Toplumsal cinsiyet ve bakım ekonomisi]. Varşova: Biblioteka Think Tanku Feministycznego.
Chibber, Vivek. 2013. Postcolonial Theory and the Specter of Capital. New York: Verso.
Duda, Maciej. 2016. Dogmat płci: Polska wojna z gender [Toplumsal cinsiyet dogması: Toplumsal cinsiyete karşı Polonya’nın verdiği savaş]. Gdańsk: Katedra Wydawnictwo Naukowe.
Einhorn, Barbara. 2006. “Insiders and Outsiders: Within and Beyond the Gendered Nation.” Handbook of Gender and Women’s Studies içinde. Yay. Haz. Kathy Davis, Mary Evans ve Judith Lorber, 196–213. Londra: Sage.
Eisenstein, Hester. 2009. Feminism Seduced: How Global Elites Use Women’s Labor and Ideas to Exploit the World. Boulder, CO: Paradigm.
Ekiert, Grzegorz. 2012. “The Illiberal Challenge in Post-Communist Europe: Surprises and Puzzles.” Taiwan Journal of Democracy 8(2):63–77.
Fábián, Katalin ve Elżbieta Korolczuk, yay. haz. 2017. Rebellious Parents: Parental Movements in Central-Eastern Europe and Russia. Bloomington: Indiana University Press.
Fassin, Éric. 2014. “Same-Sex Marriage, Nation, and Race: French Political Logics and Rhetorics.” Contemporary French Civilization 39(3):281–301.
Favier, Anthony. 2015. “Catholics and Gender: A Historical Approach.” Books and Ideas, Mart 2016. http://www.booksandideas.net/Catholics-and-gender.html.
Fraser, Nancy. 2009. “Feminism, Capitalism, and the Cunning of History.” New Left Review, no. 56: 97–117. [Türkçesi: “Feminizm, Kapitalizm ve Tarihin Oyunu.” Çev. Gizem Kurtsoy. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, sayı: 09, Ekim 2009. http://www.feministyaklasimlar.org/sayi-09-ekim-2009/feminizm-kapitalizm-ve-tarihin-oyunu/.]
Funk, Nanette. 2013. “Contra Fraser on Feminism and Neoliberalism.” Hypatia 28(1):179–96.
Grabowska, Magdalena. 2014. “PomiędzyGender Studies a ‘Ideologią Gender’” [Toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla “toplumsal cinsiyet ideolojisi arasında”]. Heinrich Böll Stiftung (Heinrich Böll Vakfı), Varşova. http://pl.boell.org/pl/2014/01/07/pomiedzy-gender-studies-ideologia-gender.
Graff, Agnieszka. 2009. “Gender, Sexuality, and Nation—Here and Now: Reflections on the Gendered and Sexualized Aspects of Contemporary Polish Nationalism.” Intimate Citizenships: Gender, Sexualities, Politics içinde, yay. haz. Elżbieta H. Oleksy, 133–46. Londra: Routledge.
Graff, Agnieszka. 2014. “Report from the Gender Trenches: War against ‘Genderism’ in Poland.” European Journal of Women’s Studies 21(4):431–42.
Graff, Agnieszka ve Elżbieta Korolczuk. 2017. “‘Worse Than Communism and Nazism Put Together’: War on Gender in Poland.” Anti-gender Campaigns in Europe: Mobilizing against Equality içinde, yay. haz. Roman Kuhar ve David Paternotte, 175–93. Lanham, MD: Rowman & Littlefield.
Grzebalska, Weronika. 2015. “Poland.” Kováts ve Põim içinde, 2015, 83–103.
Hankivsky, Olena ve Marfa Skoryk. 2014. “The Current Situation and Potential Responses to Movements against Gender Equality in Ukraine.” East/West 1 (1):19–43.
Hodžić, Amir, and Nataša Bijelić. 2014. “Neo-conservative Threats to Sexual and Reproductive Rights in the European Union.” Report, CESI, çev. Zrinka Pavlić, Zagreb. http://www.cesi.hr/attach/_n/neo-conservative_threats_to_srhr_in_eu.pdf.
Höjdestrand, Tova. 2017. “Nationalism and Civicness in Russia: Grassroots Mobilization in Defense of ‘Family Values.’” Fábián ve Korolczuk içnde, 2017, 31–60.
Hoodfar, Homa. 1997. “The Veil in Their Minds and on Our Heads: Veiling Practices and Muslim Women.” The Politics of Culture in the Shadow of Capital içinde, yay. haz. Lisa Lowe ve David Loyd, 248–79. Durham, NC: Duke University Press.
Irvine, Janice M. 2002. Talk about Sex: The Battles over Sex Education in the United States. Berkeley: University of California Press.
Jones, E. Michael. 2005. Libido Dominandi: Sexual Liberation and Political Control. South Bend, IN: St. Augustine’s Press.
Kaoma, Kapya John. 2012. “Colonizing African Values: How the U.S. Christian Right Is Transforming Sexual Politics in Africa.” Report, Political Research Associates, Somerville, MA.
Kołodziejczyk, Dorota, ve Cristina Şandru. 2016. Postcolonial Perspectives on Postcommunism in Central and Eastern Europe. New York: Routledge.
Korolczuk, Elżbieta. 2014. “‘TheWar on Gender’ froma Transnational Perspective— Lessons for Feminist Strategising.” Anti-gender Movements on the Rise? Strategising for Gender Equality in Central and Eastern Europe içinde, 43–53. Heinrich Böll Stiftung, Publication Series on Democracy, vol. 38. Berlin: Heinrich Böll Stiftung.
Korolczuk, Elżbieta ve Renata E. Hryciuk. 2017. “In the Name of the Family and Nation: Framing Fathers’ Activism in Contemporary Poland.” Fábián ve Korolczuk içinde, 2017, 113–44.
Kováts, Eszter ve Maari Põim, yay. haz. 2015. “Gender as Symbolic Glue: The Position and Role of Conservative and Far Right Parties in the Anti-gender Mobilizations in Europe.” Report, Foundation for European Progressive Studies in cooperation with Friedrich-Ebert-Stiftung, Budapest. http://www.feps-europe.eu/assets/cae464d2-f4ca-468c-a93e-5d0dad365a83/feps-gender-as-symbolic-glue-wwwpdf.pdf.
Krystalli, Roxanne, ve Kimberly Theidon. 2016. “Here’s How Attention to Gender Affected Colombia’s Peace Process.” Washington Post, 9 Ekim 2016. https://www.washingtonpost.com/news/monkey-cage/wp/2016/10/09/heres-how-attention-to-gender-affected-colombias-peace-process/?utm_term5.8194456bd447.
Kuby, Gabriele. 2013. “Europe’s Cassandra: German Sociologist Gabriele Kuby Discusses Conversion, theGlobal Sexual Revolution, Freedom, Family, and Faith.” Söyleşiyi yapan Alvino-Mario Fantini. Catholic World Report, 14 Ağustos. http://www.catholicworldreport.com/Item/2501/europes_cassandra.aspx.
Kuby, Gabriele. 2014a. “Genderism—a NewI deology Destroying the Family.” Life Site News, 22 Eylül. https://www.lifesitenews.com/opinion/genderism-a-new-ideology-destroying-the-family.
Kuby, Gabriele. 2014b. “The Global Sexual Revolution and the Assault on Freedom and Family.” Catholic World Report, 8 Eylül. http://www.catholicworldreport.com/Item/3357/the_global_sexual_revolution_and_the_assault_on_freedom_and_family.aspx .
Kuby, Gabriele. 2015. The Global Sexual Revolution: Destruction of Freedom in the Name of Freedom. Çev. James Patrick Kirchner. Kettering, OH: Angelico Press.
Kuhar, Roman. 2014. “Playing with Science: Sexual Citizenship and the Roman Catholic Church Counter-narratives in Slovenia and Croatia.” Women’s Studies International Forum 49: 84–92.
Kuhar, Roman ve David Paternotte, yay. haz. 2017. Anti-gender Campaigns in Europe: Mobilizing against Equality. Londra: Rowman & Littlefield.
Mayer, Stephanie ve Birgit Sauer. 2017. “‘Gender Ideology’ in Austria: Coalitions around an Empty Signifier.” Kuhar ve Paternotte içinde, 2017, 23–40.
McRobbie, Angela. 2009. The Aftermath of Feminism: Gender, Culture, and Social Change. Londra: Sage.
Mena, Adelaine. 2016. “Resist ‘Ideological Colonization,’ Cardinal Sarah Urges at Prayer Breakfast.” Catholic News Agency, 18 Mayıs. http://www.catholicnewsagency.com/news/resist-ideological-colonization-cardinal-sarah-urges-at-prayer-breakfast-68951/.
Montagna, Diane. 2015. “Synod Fathers: From Hollywood to Gender Ideology to ISIS.” Aleteia, 13 Ekim. http://aleteia.org/2015/10/13/synod-fathers-from-hollywood-to-homosexuality-fantasy-games-to-fundamentalism/.
Morska, Izabela. 2014. “Globalny Spisek i Obrona Konieczna” [Küresel komplo ve özsavunma]. Krytyka Polityczna [Siyasi eleştiri], 5 Şubat. http://www.krytykapolityczna.pl/artykuly/opinie/20140205/morska-globalny-spisek-i-obrona-konieczna.
Narayan, Uma. 1997. Dislocating Cultures: Identities, Traditions, and Third World Feminism. New York: Routledge.
Nykiel, Marzena. 2014. Pułapka Gender: Karły kontra Orły [Toplumsal cinsiyet tuzağı: Cüceler kartallara karşı]. Kraków: M Publishers.
O’Connell, Gerard. 2015. “Full Transcript of Pope’s Press Conference on Flight from Manila.” America, 19 Ocak. http://americamagazine.org/content/dispatches/full-transcript-popes-press-conference-flight-manila.
Omang, Joanne. 2013. “Playing Hardball against Women’s Rights: The Holy See at the UN.” Conscience 34(2):19–21.
Pacewicz, Piotr. 2016. “Co Franciszek powiedział biskupom?” [Papa Francis rahiplere ne söyledi?]. OKO.press, 4 Ağustos. https://oko.press/franciszek-powiedzial-biskupom-dokument-ktory-musisz-przeczytac/.
Paternotte, David. 2014. “Christian Trouble: The Catholic Church and the Subversion of Gender.” CritCom, Mayıs 8. http://councilforeuropeanstudies.org/critcom/christian-trouble-the-catholic-church-and-the-subversion-of-gender/.
Peeters, Marguerite A. 2007. “The New Global Ethic: Challenges for the Church.” The Institute for Intercultural Dialogue Dynamics. http://www.laici.va/content/dam/laici/documenti/donna/filosofia/english/new-global-ethic-challenges-for-the-church.pdf.
Peeters, Marguerite A. 2013. Le Gender, une norme mondiale? Pour un discernement [Toplumsal cinsiyet, küresel norm mu? Bir anlayışa doğru]. Paris: MamE.
Pető, Andrea. 2015. “Epilogue: ‘Anti-gender’ mobilisational Discourse of Conservative and Far Right Parties as a Challenge for Progressive Politics.” Kováts ve Põim içinde 2015, 126–31.
Quinlan, Casey. 2016. “Pope Calls Teaching about Gender Identity ‘Ideological Colonization.’” ThinkProgress, 4 Ağustos. https://thinkprogress.org/pope-calls-teaching-about-gender-identity-ideological-colonization-e2207eaf5784#.k32ic4r5l.
Radzik, Zuzanna. 2013. “Skąd się bierze nagonka na gender czyli przepis na wroga” [Toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyanın kökenleri ya da nasıl bir düşman yaratılır]. Tygodnik Powszechny [Haftalık Katolik Dergisi] 44: 33–56.
Sierakowski, Sławomir. 2014. “The Polish Church’s Gender Problem.” New York Times, 26 Ocak. http://www.nytimes.com/2014/01/27/opinion/sierakowski-the-polish-churchs-gender-problem.html?_r54.
Snochowska-Gonzalez, Claudia. 2012. “Post-colonial Poland—on an Unavoidable Misuse.” East European Politics and Societies 26(4):708–23.
Strelnyk, Olena. 2017. “Conservative Parents’ Mobilization in Ukraine.” Fábián ve Korolczuk içinde 2017, 61–90.
Szelewa, Dorota. 2014. “The Second Wave of Anti-feminism? Post-crisis Maternalist Policies and the Attack on the Concept of Gender in Poland.” Gender a výzkum/ Gender and Research 15(2):33–47.
Tlostanova, Madina. 2012. “Postsocialist ≠ Postcolonial? On Post-Soviet Imaginary and Global Coloniality.” Journal of Postcolonial Writing 48(2):130–42.
Tryczyk, Mirosław. 2013. “Nadchodzą wilki” [Kurtlar geliyor]. Söyleşiyi yapan Dorota Wodecka. Gazeta Wyborcza, 6 Aralık. http://wyborcza.pl/magazyn/1,124059,15090211,Nadchodza_wilki.html.
Warren, Rosie, yay. haz. 2017. The Debate on “Postcolonial Theory and the Specter of Capital”.” Londra: Verso.
Williams, Rhys. 2008. “The Cultural Contexts of Collective Action: Constraints, Opportunities, and the Symbolic Life of Social Movements.” The Blackwell Companion to Social Movements içinde, yay. haz. David A. Snow, Sarah A. Soule ve Hanspeter Kriesi, 91–115. Malden, MA: Blackwell.
Wodak, Ruth. 2015. The Politics of Fear: What Right-Wing Populist Discourses Mean. Londra: Sage.
Wodak, Ruth, Majid KhosraviNik, ve Brigitte Mral, yay. haz. 2013. Right-Wing Populism in Europe: Politics and Discourse. Londra: Bloomsbury Academic.
Yuval-Davis, Nira. 1997. Gender and Nation. Londra: Sage. [Türkçesi: Cinsiyet ve Millet, çev. Ayşin Bektaş. 1. Baskı Ocak 2003 (5. Baskı Kasım 2016). İstanbul: İletişim Yayınları.]
Zakaria, Fareed. 1997. “The Rise of Illiberal Democracy.” Foreign Affairs 76(6):22–43.
[1] Bu makalenin orijinali “Gender as “Ebola from Brussels”: The Anticolonial Frame and the Rise of Illiberal Populism” başlığı ile Signs: Journal of Women in Culture and Society dergisinde yayımlanmıştır. Bkz: Signs: Journal of Women in Culture and Society 2018, vol. 43, no. 4. Yazarlara makalenin telifi için katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
[2] Makalenin yazarlarından Elżbieta Korolczuk bu makale için yapılan çalışmanın Baltic Sea Foundation [Baltık Denizi Vakfı] (Polonya, İsveç ve Almanya’da toplumsal cinsiyet ve bilginin siyasi kültürü projesi) üzerinden alınan A78/2014 sayılı hibenin desteğiyle yapıldığını beyan eder. Her iki yazar da Ann Snitow, Barbara Einhorn ve Katheryn M. Detwiler’a makalenin taslak aşamasında sundukları yorumlar için teşekkür eder.
[3] “İlliberal popülizm” kavramını “şovenist ve ırklaştırılmış ‘halk’ ve ‘millet’ kavramlarıyla bağlantılı nativist bir aidiyet kavramı” (Wodak 2015, 47) üzerine kurulu, içsel olarak elitizm ve uzmanlık karşıtı, liberal demokrasinin temelindeki bireyciliğe ve azınlık haklarına düşman (ayrıca bkz. illiberal sivil toplum hakkında Ekiert [2012] ve illiberal demokrasi Zakaria [1997]) ideolojik bir yönelim olarak tanımlıyoruz.
[4] İngilizce orijinal metinde kullanılan antigenderism terimi “toplumsal cinsiyet karşıtlığı”, antigenderist terimi “toplumsal cinsiyet karşıtı”, gender ideology terimi “toplumsal cinsiyet ideolojisi,” genderism terimiyse “toplumsal cinsiyetçilik” olarak çevrilmiştir. – Ç.N.
[5] Bkz. örneğin “World Family Declaration,” [Dünya Aile Beyannamesi] World Congress of Families, tarihi belirtilmemiş, http://worldfamilydeclaration.org/.
[6] Cinsiyetlendirilmiş milliyetçilik için bkz. Yuval-Davis (1997), Einhorn (2006), Graff (2009), Ekiert (2012) ve Wodak, KhosraviNik, ve Mral (2013). Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı direniş için bkz. Buss (1998), Case (2011), Bob (2012), ve Favier (2015).
[7] İng. ideoscape
[8] Çerçeve kavramını toplumsal hareketler üzerine çalışan akademisyenlerin kullandığı şekliyle yani “olayları ya da vakaları anlamlı kılan ve böylece deneyimi organize eden ve harekete kılavuzluk etme işlevi gören,” yorumlamanın toplumsal şeması (Benford and Snow 2000, 614) kullanıyoruz. Çerçeveleme kuramı “hareketin aktivistlerinin şikâyetlerini ifade ettikçe, uzlaşma yarattıkça … eylemleri için açıklamalar sundukça, yandaşları, kenardan izleyenler ve rakipleri için çözümler ürettikçe ortaya çıkan sembollerin ve anlamların” (Williams 2008, 93) altını çizmektedir. Toplumsal cinsiyet karşıtları postkolonyal kuramdaki anahtar sembolleri ve kimlikleri kullanırken bu kuramsal akımın içinde yer almazlar; hatta bazıları bunun varlığından bile haberdar olmayabilirler.
[9] Bkz. Dariusz Oko, “Wykład w Sejmie 23.01.2014” (Polonya Parlamentosundaki konuşma, 23 Ocak 2014), Wybierzpolske [Polonya’yı seçin] tarafından yüklenen video, https://www.youtube.com/watch?v5gDMMuS32ysE.
[10] Örneğin, bkz. Korolczuk (2014), Paternotte (2014), Grzebalska (2015), Kováts ve Põim (2015), ve Kuhar ve Paternotte (2017).
[11] Örneğin, bkz. Buss (1998), Buss ve Herman (2003), Bob (2012), Omang (2013), ve Favier (2015).
[12] Thomas Robert Mathus, 1766-1834 yılları arasında yaşamış İngiliz din adamı, iktisatçı ve düşünürdür. Sağ hareketler ve toplumsal cinsiyet karşıtları Malthusçuluğun (veya neo-Malthusçuluğun) dünya nüfusu doğum kontrol yöntemleri, kürtaj ve diğer tıbbi yöntemlerle azaltmayı hedeflediğini iddia etmektedirler. -Ç. N.
[13] İng. Eugenics. Öjenik politikalar bir toplumu “geliştirmek” üzere kontrollü bir biçimde yürütülen özellikle tıbbi ve diğer her türlü işlem veya uygulama olarak tanımlanabilir. En bilinen örnekleri Nazi Almanya’sında yürütülmüş bu “sağlıklı” ve “sağlam” bireylerden oluşan üstün bir toplum yaratma amacı güden politikalar bugün en hafif tabirle ırkçı olarak nitelendirilmektedir. – Ç. N.
[14] İng. gender binarism
[15] Binyıl Kalkınma Hedefleri, Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler tarafından 2015 yılına kadar ulaşılması amaçlanan hedeflere verilen isimdir. -Ç.N.
[16] Ölüm uygarlığı ifadesiyle yazarların, elbette toplumsal cinsiyet karşıtlarının bakışından, yaşamı değil ölümü savunan kürtaj hakkı savunucularını, doğal addedilen üreme yöntemleri dışındaki yolları seçenleri ve/veya bunları savunanları, eşcinsel evlilikler veya birliktelikler veya geleneksel aile kurumuna karşı çıkışla -yeterince- çocuk doğurmayarak yeni kuşakların üretilmesine ket vuran ve insan türünü, yine onların baktığı yerden, ölüme mahkûm eden LGBTi ve feminist hareketler başta olmak üzere her türlü oluşum, kurum ve kişilerin sahiplendiği kültürel değerlerin bütününün kastedildiği söylenebilir. – Ç.N.
[17] Polonya’da, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin önemli bir cephesi hükümetin zorunlu eğitim yaşını 2009-2015 döneminde yediden altıya düşürme tasarısına karşı ebeveynlerin kitlesel direnişiydi. Göstericiler, okullardaki cinsellik eğitimine ve Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önleme ve bunlarla mücadele hakkındaki sözleşmesinin (İstanbul Sözleşmesi) kabul edilmesine karşı çıkan toplumsal cinsiyet karşıtlarıyla güçlerini birleştirdiler. Okula başlama yaşı tartışmaları Polonya’ya özgü olsa da kampanyanın temel sloganı “Küçükleri Kurtar!” idi ve kullanılan görseller dünya çapındaki muhafazakâr ahlaki paniği yansıtıyordu. Çeşitli bağlamlarda, toplumsal cinsiyetçiler çocuklar için ölümcül tehdit oluşturan cinsel saldırganlar olarak tasvir edildiler (Duda 2016, 187; Höjdestrand 2017).
[18] Bkz. Benedict XVI (2012).
[19] İng. World Congress of Families (WCF).
[20] DAK bildirisi, World Congress of Families [Dünya Aileler Kongresi], http://www.worldfamilydeclaration.org/.
[21] İng. World Demographic Summit.
[22] DAK hazırlığı, World Congress of Families [Dünya Aileler Kongresi], http://www.christiannewswire.com/news/372773850.html.
[23] Postkolonyal ile post-Sovyet arasındaki ilişkiye dair daha kapsamlı bir tartışma için bkz. Tlostanova (2012) ve Kołodziejczyk ve Şandru (2016).
[24] Pankartın İngilizce orijinali: “Gender + Convention about so called ‘violence against the women and violence
in the family’ this is the Ebola for Poland from Brussels.” Gönderme yapılan sözleşme -bilinen kısa adıyla- İstanbul Sözleşmesi’dir. Brüksel ile gönderme yapılan ise Avrupa Birliği’dir. – Ç.N.
[25] İng. Abject.
[26] Bu alıntı şuradan alınmıştır: “Paweł Kukiz: Prawdopodobnie imigranci z Afryki mają podzielić i osłabić Polski naród!” [Paweł Kukiz: Muhtemelen Afrikalı göçmenlerin Polonya ulusunu bölmesi ve zayıflatması bekleniyor!], Anty Multi-Kulti tarafından yüklenen video, 21 Mayıs, 2015, 1:09, https://www.youtube.com/watch?v5lIBJhgz2Tec.
[27] Yazar burada II. Viyana kuşatmasına gönderme yapmaktadır. -Ç.N.