Skip to main content
 Söyleşi: Esra Aşan, Ülker Uncu, Zeynep Kutluata

Şubat 2014, İstanbul

Geçtiğimiz son bir yıl, Türkiye’de yaşanan içsavaşın çözümü açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Devlet ve PKK arasındaki müzakere sürecinin başlamasının ardından Barış İçin Kadın Girişimi, çözüm sürecine kadınları dahil etmenin ve savaş döneminde kadınların yaşadığı deneyimleri görünür kılmanın olanaklarını yaratmaya çalıştı.  Çatışma ve savaş yaşanan ülkelerde kadınların savaş ve barış süreçlerindeki rollerini araştırdı. Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Doğubeyazıt, İstanbul, İzmir ve Van gibi çeşitli şehirlerde kadınların çözüm sürecini nasıl değerlendirdiğini, kadınların barıştan beklentilerini ve bu beklentilerin nasıl ortaklaştırılabileceğini tartışmaya açtı. Müzakereyi yürüten siyasi taraflarla da görüşen girişim müzakere sürecine, kadınların da bir taraf olarak katılabilmesi için çalışmalar yürüttü. Barış süreci olarak tanımladığımız, silahların sustuğu son bir yıllık dönemde yaptıkları çalışmalar üzerine Barış İçin Kadın Girişimi’nden Feyza Akınerdem, Filiz Oğuz ve Nükhet Sirman ile görüştük.

Feminist Yaklaşımlar: Barış İçin Kadın Girişimi’ni (BİKG) kısaca tanıtarak başlayabiliriz. Girişim kaç kişiden oluşuyor? Nasıl bir çalışma yönteminiz, işleyişiniz var? Çözüm süreciyle birlikte yaptığınız görüşmeler, temaslar nasıl bir çalışma süreciyle şekillendi?

Nükhet Sirman: Biliyorsunuz barış meselesi Türkiye’de ilk defa şu an konuşulmuyor. Türkiye’de birçok barış hareketi oldu. BİKG, genelde sol cenahta olup farklı siyasi görüşlerden kadınların 2009 yılında KESK’li ve Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nden (DÖKH) kadınların gözaltına alınması sonrasında oluşan bir hareket. 2009 yılındaki bu gözaltı ve tutuklamalar, kadın ve barış aktivizmi yapanlara karşı bir yönelim olduğunu gösterdi. Bu girişim, bunun üzerine bir araya geldi. Farklı farklı siyasi partilerden ya da siyasi görüşlerden kadınların bir mail grubu etrafında bir araya geldiği ve oradan siyaset üretmeye çalıştığı bir kadınlar bileşeniyiz. Kendimizi dernek ya da sivil toplum kurumu olarak tanımlamıyoruz. Mail grubunda 400’e yakın kadın üye var ama herkes her zaman aktif olamıyor. Yapılan aktiviteye göre katılımşekilleniyor. Dolayısıyla esnek bir oluşum olduğumuzu söyleyebilirim. 2009 yılından 2013 yılına kadar çoğunlukla sokaktaydık, sokak eylemleri yaptık. 2013’ün Ocak ayında çözüm sürecinin resmen başladığı duyuruldu. Bunun üzerine 19 Ocak’ta, KADAV’da faklı siyasi görüşlerden kadınları bir araya getirdik. Çağrımıza yanıt verenlere “Barış için biz kadınlar siyasi görüşlerimizi bir tarafa bırakarak çalışmak istiyoruz. Buyrun siz de katılın.” dedik. Toplantılarda CHP’den kadınlar vardı; AK Parti’ye yakın kadınlar vardı, BDP’ye yakın kadınlar vardı; feminist kadınlar vardı; Alevi kadınlar vardı. Oradan çıkan herkes çok heyecanlandı. Bir arkadaşımız Nazan Üstündağ’a dünyadaki barış süreçlerine kadınların nasıl dahil olduğu üzerine bir sunum hazırlamasını önerdi. Nazan da bu konuda çok güzel bir sunum hazırladı. Cezayir Restoran’da yaklaşık 60-70 kadın bir araya gelip Nazan’ın sunumunu dinlediğimizde hepimiz çok heyecanlandık. Bu toplantıdan sonra barış sürecinin, barış konuşmalarının içerisine kadınları dahil etmek için planlı programlı hareket eden bir süreç başlatmaya karar verdik.

FY: Başka şehirlerde de Barış İçin Kadın Girişimleri kuruldu.

Nükhet Sirman: Evet. Ankara, Adana, Bursa, Diyarbakır, İzmir’de de Barış İçin Kadın Girişimi çalışmaları var. Bu iller de kendi süreçlerini başlattı. Diyarbakır merkezli Demokratik Özgür Kadın Hareketi Diyarbakır’da bu girişimi başlattı. Buradaki çalışmaları da yakından takip ettiler.

FY: BİKG olarak, 4 Mayıs’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konferans düzenlediniz. Bu konferans kararlarından kısaca bahsedebiliriz.

Nükhet Sirman: 4 Mayıs’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konferans yapıldı. Burada yapmaya çalıştığımız konferansı siyasi yelpaze olarak geniş bir katılımla gerçekleştirmek ve orada kadınların barış arzusunu ortaya çıkarmaktı. Yani kadınların barış için ne yapacaklarına dair bir yol haritası çıkarmak istedik. Birçok kadının katılabileceği bir çalışma yapmak istedik. Bir yandan İstanbul’daki kadınları davet ederek barışla ilgili neler yapabileceğimizi tartıştık. Ocak ayından itibaren farklı ülkelerde Kıbrıs’ta, İsrail, Filistin, Guatemala, Hırvatistan ve Sırbistan’da barış süreçlerine dahil olmuş kadınlarla bağlantılar kurduk.  Bu yerlerde kadınların barış süreçlerinde neler yaptıklarını bize anlatan konuşmalarını dinledik; oradan feyzaldık. Sonrasında iki iş yapmaya karar verdik: Biri Kürt gerillaların çekilme sürecinin izlenmesi, gözlenmesiydi. Bunun için bir gözlem heyeti oluşturduk. Diğeri savaşın taraflarıyla yapılacak olan temaslardı. Bu temaslarda kadınların müzakere-barış-çözüm süreçlerine nasıl dahil edileceklerini, devletin böyle bir planı olup olmadığını öğrenmek istedik. Yoksa da olmasını sağlamak istedik.

FY: Hangi kesimlerle görüştünüz?

Nükhet Sirman: Nereye gidersek gidelim önce siyasilerle görüştük. Dersim’de bütün siyasi partilerin bürolarına gittik, kadın temsilcileriyle görüştük. Lice’de sadece BDP’liler olduğu için sadece BDP’lilerle görüştük, belediye başkanıyla görüştük. Batı illerine gittiğimiz zaman, Çanakkale’de mümkün olduğu kadar tüm parti temsilcileriyle yerel temsilcilerle görüşmeye çalıştık. Gittiğimiz yerlerde aslen halktan kadınlarla görüşüyorduk. Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürülmesinin ardından köye gittik ve köydeki kadınlarla konuştuk. Bunlar bizim gözlem işlemlerimizdi, bir de temas işlemlerimiz vardı. Bu kapsamda Millet Meclisi’ndeki MHP dışındaki partilerle ve Kandil’de KCK’nin kadın birimleriyle görüştük.

Gerillanın Çekilme Sürecinde Dersim ve Lice Gözlemleri

FY: Haziran ayında gerillanın çekilme sürecini gözlemlemek için ziyaretler yaptınız. Çekilme sürecindeki gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?

Filiz Oğuz: BİKG içinde bir grup oluşturarak çekilme sürecini izlemek için Dersim’e gittik. Gerillalar çekilirken ne tür sorunlar yaşandığını, devletin yaklaşımını, halkın bu konudaki düşüncelerini öğrenmek istedik. Dersim’e giderken oradaki mülki amirlerle görüşmek ve bu sürece yaklaşımlarını bizzat onların ağzından öğrenmek de amaçlarımız arasındaydı. Ağırlıklı olarak kadınlar olmak üzere halkla buluşmak istedik. Bizim gittiğimiz dönemde bu süreci izlemek için Demokratik Özgür Kadın Hareketi öncülüğünde Dersimli kadınlar da orada çadırlar kurmuşlardı. Hem DÖKH’nin bu planlamasını duyduğumuz hem de konferans kararımız olduğu için Dersim’e gittik.

Önce DÖKH’nin çadırlarını ziyaret ettik, oradaki kadınlarla buluştuk. Ayrıca valilikten randevu talebinde de bulunduk; ancak bizim randevu talebimizi “Müsait değiliz” diyerek geri çevirdiler. Biz barış çadırlarındayken o çadırlara Kürdistan’ın ve Türkiye’nin birçok yerinden kadınlar da hem süreci izlemek hem de gerillanın geri çekilirken taleplerini iletmek üzere geldi. Gittiğimizde çadır il merkezindeydi, daha sonra gerillanın çekilme güzergâhına göre çadırları taşıdılar. O arkadaşlarla birlikte bir konvoy oluşturuldu. Konvoy giderken askerler yolda durdurdular. O esnada bir askerin silahı patladı ve bir gerginlik yaşandı. Daha sonra insanlar birbirlerini sakinleştirdiler ve yola devam edildi, çadıra gidildi. Çadır orada bir ay kadar kaldı.

FY: Bu silah patlama olayını anlatabilir misiniz? Çekilme sürecinde asker ve gerillanın teması oluyor mu?

Filiz Oğuz: Silahtan çıkan kurşun BDP il başkanının sırtını sıyırarak bizim olduğumuz tarafa, Barış İçin Kadın Girişimi’nden gelenlerin aracının altına düştü. Hepimiz aşağıya indik. Hem birbirimizi sakinleştirmeye çalıştık hem de oradaki askeri yetkililere bu konudaki hassasiyetimizi ilettik. Giden heyetten altı kişi o taburun olduğu karakola gidip yetkililerle görüştük. “Eller tetikteyse o silah bir şekilde patlar ve bu süreci sabote eder” dedik. Çekilme sürecinin güvenliğinin önemli olduğunu, bu patlayan silahın güvenliği zedeleyen unsurlardan biri olduğunu ifade ettik. Halkın kaygılarını paylaştık. Onlar da bu konudaki hassasiyetlerini ifade ettiler. “Askerin acemi olduğunu, heyecana geldiğini” söylediler ve askeri mahkeme açılacağını eklediler. Biz de bu sürecin takipçisi olacağımızı söyleyerek oradan ayrıldık.

FY: Görüşğünüz kadınlar çekilme sürecini nasıl değerlendiriyorlar? Bu süreç kadınların hayatını nasıl etkiliyor?

Filiz Oğuz: Dersim’de şehir merkezinde dolaşırken bile askeri araçlar, tanklar bütün fiziki heybetiyle size karşılıyor; her yerde dolaşıyor. Dersim’de kadınlarla bir araya geldiğimizde bu kaygılarını paylaştılar. Askeri güçlerin, polislerin, yani silahlı unsurların daha önce karakollarından dışarı çıkamadığını, daha önce mahallelerde görülmediğini söylediler. Ateşkesle yani barış sürecinin başlamasıyla birlikte bu güçlerin çok rahat sokağa çıktığını, mahallelere, kapılarının önüne kadar geldiklerini, silahlarıyla ve o heybetli fiziki duruşlarıyla kendilerini rahatsız ettiklerini ifade etti kadınlar. “Balkonumuza çıkıp çamaşır seremiyoruz.” dediler. “Bağımızda, bahçemizde daha önceden altına saklanacağımız bir ağaç vardı, şimdi tam ağacın dibine geldikleri için saklanacak yerimiz kalmadı.” dediler. Kadınlar çok rahat sabaha kadar Dersim’de otururlar. Sabahları, Munzur’un kıyısında yürüyüş yaparlar. Şimdi o alanların dahi kendilerine kısıtlandığını, köpekleriyle, silahlarıyla o alanlarda çok rahat bir şekilde polisin ve askerin yürüyüşe çıktığını söylüyorlar. Önceden bu kadar rahat halkın içerisine giremiyorlardı. Ama şimdi silahlarıyla, teçhizatıyla, araçlarıyla her yere yayılmış durumdalar. Bunu biz de gözlemledik. Konuştuğumuz kadınların da ortak yaklaşımı bu oldu.

Başka bir örnek daha vereyim: 1938 Dersim Katliamı, Dersimliler için tarihsel bir travmadır. Bu travmanın sonrasında Dersim’de, devlet şiddeti ve asimilasyon devam etti. Bu nedenle insanlar “Dersim’de bir katliam oldu, sonra bitti, acılar telafi edildi” diyemiyorlar. Sonrasında da vahim süreçler yaşandı. Bugün AKP çıkıp 38’de olanları kınayabiliyor, bunları kabul etmediğini bu olayların CHP zamanında olduğunu söylüyor. Oysa Dersim’de yaşanan katliamın acıları telafi edilmedi. AKP bunu söylerken kendi iktidarları döneminde de kızışan savaş süreci üzerine hiç konuşmuyor.

Dersim’de Alevi inancı açısından manevi değeri olan birçok ziyaretgâh var. İnsanların topluca katledildiği bu mekânlar Aleviler için kutsaldır ve buralara ziyaretler yapılır. Bu hükümet döneminde o ziyaretgâhların yerine, 38’de insanların katledildiği mekânların yerine kalekollar yapılıyor. Bunlardan biri Kocasinan Karakolu’ydu. İnsanların getirilip çoluk çocuk katledildiği yere; Aleviler arasında kutsal bir ziyaretgâh olan bu yere şu anda kalekol yapılmış durumda. Bu nedenlerden dolayı Dersimliler devlete güvenmediklerini söylüyorlar. Görüştüğümüz kişiler bize “Biz yıllardır barış mücadelesi veriyoruz, hem de kendi özgürlük mücadelemizi veriyoruz. Biz bu sürecin başlamasını doğru buluyoruz fakat bütün bu olan bitenden dolayı da oldukça kaygılıyız; güvenmiyoruz. Ancak tek bir güven var, kendimize ve bu mücadeleyi yürütenlere.” dediler

Nükhet Sirman: Yeni yapılan bir karakolun önünden dönünce karşınıza Düzgün Baba çıkıyor. Düzgün Baba çok önemli kutsal bir mekân. Orayı ziyaret ettiğimiz zaman aramızdaki Alevi arkadaşlar oraya dönüp ibadetlerini yaptılar. Onlar ibadetlerini yaparken asker çıkıp ‘Çekilin buradan’ diye bağırmaya başlıyor. İnsanların ne geçmişlerine ne inançlarına ne duygularına ne kayıplarına saygı gösteriyorlar. Bu saygı olmadıkça nasıl barışabileceğimizi bilmiyorum.

Bir şey daha ben eklemek istiyorum. Dersim, çok güzel bir yer. Yemyeşil koca koca dağlar… Arabayla giderken toprağın içine konmuş küçük yazılar gördük: “bu alan bilmem ne şirketi tarafından maden aramasına tabii tutulacaktır.” yazıyor. Yani daha barış olmadan dağlar parsellenmiş durumda. Bundan da çok korkuyorum. Bence insanların yaşam kalitesinin ve yaşam biçimlerinin de güvenliğinin sağlanması gerekiyor.

Filiz Oğuz: Yanılmıyorsam Dersim’de 19 kalekol yapma kararı alınmış ve bizim gittiğimiz dönemde hemen hemen hepsinin yapımına da başlanmıştı. Daha önceki karakollar merkezlere yakın yerlere kurulmuştu. Şimdi yapılan kalekollar en hakim tepelere ve her yeri görüş alanı içerisine alacak şekilde yapılıyor. Bu durum insanlar üzerinde korkunç fiziki bir şiddet oluşturuyor. Dersim, dağlar içerisinde bir şehir ve her dağın tepesinde kalekol inşaatı var. TOKİ, İstanbul’u nasıl bir inşaat sahası haline getirmişse, Dersim’i de öyle inşaat sahası haline getirmişler.

Gerillanın çekilmesiyle ilgili kadınların dile getirdikleri birkaç konu daha var. Gerillalar sosyal yaşamın içerisinde halkla iç içedir. Halkın günlük yaşamdaki sorunlarını, sosyal sorunlarını çözmek için onlara yardımcı olmaya çalışırlar. Kadınlar, “Gerilla çekilmeye başladı, evlerimizde ve bulunduğumuz sosyal alanlarda, siyasal partilerde erkek egemenliğini ve erkek şiddetini hissetmeye başladık. Bunun artacağından ve bunun arkasının geleceğinden kaygılanıyoruz” diyerek gözlemlerini ifade ettiler.

FY: Dünyanın başka yerlerinde de barış süreçlerinde ev içi şiddetin artmaya başladığı söyleniyor. Silah ve savaş hali ortadan kalkınca o şiddetin bu sefer evdeki kadınlara yöneldiği iddia ediliyor. Sizin bu konuda gözlemleriniz oldu mu?

Nükhet Sirman: Bunu Lice’de ve Doğubeyazıt’ta da çok gündeme getirdiler. Kadınların söylediğine göre hem aile içi şiddet artmış hem de erkekler kadınların siyasetten çekilmelerine yönelik baskı kuruyorlarmış. “Sen bugün evde kal, niye devamlı geliyorsun partiye…” gibi sözler artmış. İki koldan baskı hissetmiş kadınlar.

Lice’de bir kadın bana “Benim kızım eline silah alarak bu dağlarda gezdiği sürece ben güvendeyim” dedi. “Kızımın orada olduğunu bilmek bana güç veriyor ve hiç kimse bana yaklaşamıyor o zaman” dedi.

FY: Gerilla sadece askeri bir güvence değil toplumsal yaşamın örgütlenmesinde de bir güvence oluşturmuş durumda. Gerillanın çekilmesiyle bu boşluk açığa çıkacaktır. Sosyal ilişkiler ve toplumsal hayat da yeniden düzenlenecek. Az önce kadınların gündelik hayatını etkileyen örnekler verdiniz. Dersim’de kadınların sokağa artık rahat bir şekilde çıkamadıkları, hareketlerinin kısıtlandığını, Doğubeyazıt’ta kadınların siyasi çalışmalara katılımlarının eşleri tarafından engellenmeye çalışıldığını belirttiniz. Bölgedeki kadın hareketi sonrasına dair nasıl stratejiler geliştirmeyi planlıyor? Bu somut olaylar üzerinden yaptığınız görüşmelerde kadın hareketinin buraya dair aldığı tedbirler, önlemler gündeme geldi mi?

Nükhet Sirman: Kadın hareketi bu boşluğu doldurmaya hem talip hem de bunun imkânı ellerinde var. Örgütlüler, ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar ve halk onlara güveniyor. Dolayısıyla onlar da parti içerisinde güçlenerek bunu yapıyorlar. Partinin içinde, BDP’nin içinde DÖKH’lü kadınların sesi güçlü çıktıkça o kadınlar da güvencede oluyor. DÖKH’ün katettiği bu toplumsal güçlenme mesafesini görmek ve bir ders çıkarmak lazım diye düşünüyorum.

Filiz Oğuz: Ben de DÖKH üyesiyim. Kadınlar olarak bu konu bizim de gündemimizdedir. Çözüm sürecinde kadınların durumu nasıl daha iyi olur, daha sonraki süreçlerde eşit temsiliyet nasıl sağlanır gibi sorular sorarak bu konuda neler yapabileceğimize ilişkin tartışmalar yürütüyoruz. Kürt sorunu aynı zamanda kadınlar açısından cinsiyet eşitsizliğinin çözümü sorunudur. Kürt kadınları mücadele yürütürken bu sorunlara kadının cinsiyet eşitsizliğini çözme ve kadının özgürleşme sorunu olarak bakıyor. 90’lı yıllardan itibaren Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaklaşımı da bu yöndedir. Kadın mücadelesinin toplumdaki karşılığı açısından hem zihniyet değişimi yarattığını hem de pratikte de karşılık bulduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla çözüm sürecinde barış mücadelesi yürütürken Kürt Kadın Hareketi açısından bu aynı zamanda bir özgürleşme süreci, var olma ve toplumsal yaşama katılma sürecidir.

Önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlerde eş başkanlık sistemini uyguluyor ve birçok yerde kadın belediye başkanı aday gösteriliyor. Bu çalışmalar aynı zamanda kadınların yerelden örgütlenerek toplumsal yaşama katılma pratiği demektir. Yerel yönetimler süreci aynı zamanda kadın hareketi açısından yerel demokrasiyi oluşturma, yerel barışı gerçekleştirme, çözüm sürecini yerelden örgütlemek demektir. Bu da kadının sorunlarını çözerek yapılıyor. Seçimler bu sorunların çözümü için de bir fırsattır. Bir sürü soruna ve çatışmaya rağmen, Kürt Kadın Hareketi bu sorunları önümüzdeki süreçte çözme adına yerelde örgütlenmektedir. Örgütlenmek kadınlar açısından çok önemli. Örgütlü kadından korkuyorlar. Kürt Kadın Hareketi bu süreci aynı zamanda bir örgütlenme seferberliği olarak da görüyor.

Ankara, Antalya, Çanakkale Gözlemleri

FY: Lice, Dersim buluşmalarından sonra Ankara, Antalya, Bursa ve Çanakkale’de buluşmalar organize ettiniz. Bu şehirlerde nasıl bir kesimle bir araya gelindi? Kürdi illerdeki tanıklıkları anlattığınızda ne gibi tepkiler verildi? Bu görüşmelerin ileriye dönük nasıl bir etkisi oldu?

Nükhet Sirman:  Bu şehirlerde belli bağlantılarımız ya da Barış İçin Kadın Girişimi çalışmaları var. Ankara’da Halkların Demokratik Kongresi’nin toplantısına gittik ve BİKG’nin çalışmalarını anlattık. Yine Ankara’da kadın sivil toplum kurumlarının bir toplantısına bir atölye taşıdık. Barış atölyesinde BİKG’in yaptıklarını anlattık. Bu atölye sonrasında STK buluşmasının sonuç bildirgesinde kadınların barış talepleri de yer almış oldu. Antalya’da, Antalya Kadın Dayanışması, Filmmor ve BİKG ortaklığıyla barış filmleri festivali düzenlendi. Oraya giden arkadaşlarımız döndüklerinde bizimle gözlemlerini paylaştılar. Antalya’da daha çok CHP eğilimli, ağırlıklı olarak orta sınıf, Kemalist kadınlarla bir araya gelinmişti. Yaptığımız çalışmalar anlatıldıkça ve barış filmleri izlendikçe oradaki kadınlar “Demek kadınlar olmadan barış olamaz” hissine kapılmışlar. Çanakkale’ye bir günlüğüne 4-5 arkadaşımız gitti. Orada siyasi partilerden CHP ve BDP ile aynı zamanda Kent Konseyi ile toplantı yaptılar. Bu toplantılarda Türkiye’nin doğusunda yaşananlara dair bilgisizlik öne çıkmış. Siirt’te öğretmenlik yapan kocasıyla skype bağlantısı yapan bir kadının orada farklı şeyler yaşandığını öğrenmesini BİGK’ten bu görüşmelere katılan Esra Mungan çok güzel anlatıyor.

Türkiye’nin batısındaki kadınlar kendi yaşadıklarının savaşla bağlantısını kurmuyorlar. Kendi yaşadıklarını normal zannediyorlar; doğudaki kadınların ise ezildiğini zannediyorlar. Dolayısıyla o kadınların doğuda ne kadar güçlendiğini gösteren hikâyeler dinlediklerinde şaşırıyorlar. Türkiye’deki kadınların bence en ciddi trajedisi bu. Kendilerini güçlü Kürt kadınlarını güçsüz zannediyorlar, hâlbuki tersi geçerli.

Filiz Oğuz: Batı’daki toplantılarda, Kürt kadınları için “Onlar, erkekler olmadan sokağa çıkıyor mu, erkekler olmadan o toplantılara nasıl gelirler?” gibi sorular sorulmuş. Bunun benzer örneklerini kendi deneyimlerimde de görüyorum. İsveç’te uzun süre mültecilik hayatı yaşadıktan Türkiye’ye dönen doktor bir erkek arkadaşımız vardı. Birlikte Diyarbakır’da bir cenazeye gitmiştik. Kadınlar gelip onun elini sıktığında şaşırıyordu. Kendisi yıllarca Diyarbakır’da doktorluk yapmış biridir. Taziye çadırında kadın, erkek ortak oturuluyor, tartışılıyor olmasına, kadınların erkeklerin yanında konuşmasına çok şaşırmıştı. Kadınları kapalı, evinden dışarı çıkmayan, sokağa adımını atmayan ve erkeğin güdümünde olan kadınlar olarak görüyor ve kadınların siyaset yapmasına, düşüncelerini açıkça ifade etmesine şaşırıyordu. Kemalizmin oluşturduğu bu algılar insanları biçimlendiriyor.

Nükhet Sirman: Geçtiğimiz aylarda Robert Kolej mezunlarına kadın ve barış konulu bir konferans yaptım. Konuşmamda Kürt meselesinden söz etmedim, sadece dünya süreçlerini anlattım. Konuşmamı bitirir bitirmez sorulan soruların çoğu Kürt kadınları üzerineydi. “Barış sürecinde Kürt kadınları var mı?“Sokağa çıkıyorlar mı? Diyarbakır’da yaşam nasıl? Diyarbakır’da Mado var mı?” gibi sorular sordular. Diyarbakır’da Ceren Kadın Evi’nin önündeki çimenleri ve oradaki gece sefalarınıanlattığımda inanamadılar. Bu algı çok yaygın ve bunlar çok ciddi problemler. BİKG olarak bu ülkenin kadınlarının bir araya gelip birlikte güçlü bir biçimde barış için mücadele edebilecekleri bir noktaya gelmelerini istiyoruz Ama bu tip algılar bir arada durmamızın önünde çok ciddi engel maalesef. Bütün bu otuz yıl boyunca bu algılar ince ince işlendi, örüldü, öğretildi. Onun için bütün bu öğretilere, bütün bu dezenformasyona karşı bir hareket geliştirmek lazım. Orada yaşayan kadınların gerçeklerinin ne olduğunu anlatabilmemiz lazım. Yoksa “Biz ileriyiz, onlar geri” algısıyla kadınların birlikteliğinin önü kesiliyor.

Feyza Akınerden: Bu şaşırma hali önemli aslında. Ben bir senedir BİKG’i sürekli takip ediyorum, kadınlar her konuştuğunda şaşırıyorum. Temas ve gözlem grubu bir yere gidip toplantıda bize aktardığı zaman ne kadar az şey bildiğimizi görüyorum. Savaşın ne olduğu, kadınlara ne yaptığı, kadınların o savaşın içinde neler yaptığı gibi pek çok konuda çok az şey biliyoruz. Barış kelimesini bile daha yeni yeni söyleyebiliyoruz ki bu savaşın varlığını bilmeyen çok fazla insan var. Bizim çeşitli çalışmalarımızda da gördüğümüz şey erkeklerin savaşı daha çok bildiği. Çünkü erkekler askerlik yaptı. Çok büyük bir kısmı savaşı biliyor ama konuşamıyorlar. Az bir kısmı nelere şahit olduklarını anlatıyorlar ama onlar da kadınların hakikatlerini bilmiyorlar. Dolayısıyla ufacık bir bilgi verdiğin zaman bile şaşırma çok büyük oluyor. Bunu ben kendim de yaşıyorum.

Nükhet Sirman: Çok doğru bir şey söylüyor Feyza. Kadınlardan hakikat gizleniyor ama kadınların hakikati de herkesten gizleniyor. Bütün bu savaş süresince kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve o kadınların yaşadığı hak ihlalleri, insanlığa karşı suçların kadın versiyonları hep gizli tutuldu. Mesela kadına yönelik şiddetin bu savaşla bağlantısını hiç kimse konuşmak istemiyor. Biri konuştuğunda da veri istiyorlar. Ancak elimizde doğru dürüst veri yok ve bu nedenle bu bağlantıyı ispat etmek kolay değil. Bu hakikatler kimden nasıl gizleniyor?

Yaşadığımız şiddet olaylarının birbiriyle bağlantısını kurmuyoruz. Örneğin Gezi olaylarını ele alalım. Gezi’de orantısız bir şiddet kullanıldığı söylendi. 90’lı yıllarda yaşananlar orantısız şiddetin ta kendisidir aslında. Vali Mutlu orantısız şiddet kullanmayı nerede öğrendi? Siirt’te öğrendi. Oralarda edinilmiş bilgiler buralara geldiği zaman şaşırıyoruz. Ama unutuyoruz ki otuz yıl bu şiddet sistemi oralarda geliştirildi, oralarda inceltildi, sistematik hale getirildi. Pek çok durumu normal kabul ediyoruz. Türkiye Ceza Kanunu’nda izinsiz gösteri suçu diye bir suç mu var mesela? Ama biz bunları kabul ediyoruz, var zannediyoruz, normal zannediyoruz. Çünkü tamamen güvenlikçi bakış açısı hakim.

Aynı zamanda bazılarının ‘bağzı şeyler’ bildiği, bazılarının hiçbir şey bilmediği muazzam bir gizlilik olduğunu görüyoruz. Kimden, nereden, ne gizleniyor bilmiyoruz. Bunlar savaş zihniyetini ve haleti ruhiyesini oluşturan şeyler. Raporumuzda buna çok az değinebildik. Biz bu savaş ortamından çıkacaksak ciddi zihniyet devrimleri yapmalıyız. Bu zihniyet devrimlerinin başında da gizliliğe dayanan, güvenlikçi bakış açısıyla hayata bakan yaklaşımları değiştirmeliyiz. Biz raporumuzda güvenliğin devlet odaklı değil insan odaklı olması gerektiğinin altını çizmeye çalıştık. Kadınların ve erkeklerin birbirinden farklı güvenlik sorunları olabileceğini vurgulamaya çalıştık. Biz bir savaş toplumu yaşantısına alıştırıldık, dolayısıyla barış içinde yaşamanın ve barışın ne olduğunu bilmez hale geldik, bu çok acı aslında.

FY: Ağırlıklı olarak Kürdi kesimle görüşüldüğü için raporda savaşın Kürt coğrafyasında yarattığı mağduriyetler öne çıkmış. Batıda, Türki kesimde savaşın etkileri gözlenebildi mi? Savaşa katılan askerlerle, savaşta çocuklarını, akrabalarını kaybetmiş ya da yakınları sakat kalmış ailelerle temas edilebildi mi?

Feyza Akınerdem: Bu süreçte bizim öncelikli hedefimiz çekilmeyi izlemekti. Dolayısıyla Kürt illerine daha çok ağırlık verdik. Şehit aileleriyle görüşmek için de girişimlerimiz olsa da bu konuya çok eğilemedik ama bundan sonraki hedeflerimiz arasında bu var. Şehitlik söyleminin anneler üzerinden kurulduğunu görüyoruz. Fakat şehit aileleri derneklerine ulaşmaya çalıştığınızda karşınıza hep erkekler çıkıyor. Dolayısıyla onları aşıp da o kadınlara ulaşmak çok zor. Görüştürmek istemiyorlar, ters cevap veriyorlar. Burada da görüyoruz ki kadınların hakikatlerini her aşamada gizlemek için erkekler seferber olmuşlar.

Nükhet Sirman: Yaz boyunca Gezi eylemleri sonrasında oluşan park forumlarına katıldık. Batıdaki temaslarımızın büyük bir kısmı forumlar vasıtasıyla oldu. Hem Yoğurtçu Parkı’na, hem Abbasağa’ya gittik ve oralarda konuşmalar yaptık.

Gezi eylemlerinin ilk günlerinde, parkta BİKG bildirisini dağıttık. Gezi’de “Barış ve Kadın” üzerine Sebahat Tuncel’le yaptığımız konuşmaya kadınların tepkisi inanılmazdı. Konuşma sırasında bir kadın geldi. Üzerinde siyah bir t-shirt, elinde Türk bayrağı, dinleyicilerin ortasına girdi ve dedi ki: “Ben Türk’üm, Türk olmaktan utanmıyorum. Ben burada duramayacak mıyım, burada konuşamayacak mıyım?” Aslında kadını kimse engellemiyor, kendi kendine engel koymuş durumda. Biz de onu buyur ettik. “Niye burada Kürtlükten bahsediyorsunuz? Kürt-Türk yoktur, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız” dedi. Sebahat çok sabırlı bir şekilde konuştu kadınla, kendisinin Kürtlüğü nasıl öğrendiğine dair örnekler verdi. Kadın da bir noktadan sonra Türk bayrağını bir kenara koydu, konuşmayı dinlemeye başladı. Ben bunu hiç unutmuyorum.

Gezi’de tanık olduğum başka bir olay da şuydu: Kürt çocuklar halay çekiyordu, yanlarına bir kadın geldi, “Burada pis renkler var, indirin bunları” dedi. Ben tartışma çıkacak diye korktum. Daha sonra genç bir Kürt çocuk “Teyzecim” diyerek kadının yanına geldi,, koluna girdi. Onunla sakin sakin konuştuktan sonra kadın gitti. Ben bu sabra hayranım. Gezi’de insanlar kendi aralarında bir düzen sağlayabiliyor, kavga etmeden bir arada durulabiliyorlardı. Gezi’de insanların değişebileceğine inandık. Bir tarafta “Senin güvenliğin için kalekol lazım” diyen devlet olmasa biz meseleleri daha kolay çözeceğiz. Gezi meselesi gerçekten barışmanın ve barışık yaşamanın bir örneği olarak önümüzde durabilecekken sonrasında çeşitli siyasetlere alet edildi.

Çözüm Komisyonu, Siyasi Partiler ve Akil İnsanlarla Görüşmeler Üzerine

FY: Meclis’teki partilerle, çözüm sürecine kadınların dahiliyeti üzerine görüşmeleriniz oldu? Buradaki izlenimlerinizi paylaşabilir misiniz?

Feyza Akınerdem: Meclis temaslarında bulunan heyette ben de yer aldım. İşin temas tarafında yani Türkiye Devleti’yle görüşmelerimizde çok parlak bir hikâyemiz yok maalesef. Bizim, üç farklı kesimle görüşmemiz oldu: Çözüm komisyonu[1]partilerden milletvekilleri ve akil insanlarda yer alan kadınlarla bir görüşmemiz oldu. Çözüm komisyonu ile yaptığımız görüşme çok ilginçti bizim açımızdan. Çünkü kadınların çözüm sürecine katılımının ne kadar önemli olduğu orada ortaya çıktı. Komisyonda sadece bir tane kadın milletvekili bulunuyordu. Bir de Sebahat Tuncel her hafta gönüllü olarak katılıp komisyonu izliyordu. Yaptığımız görüşmede komisyondaki AK Partililerin bu meseleyi çok geçmişte yani 90’larda olup bitmiş bir mesele olarak değerlendirdiğini gördük. Devlet yapacağını yapmıştı ve o devletin yaptıklarını bu devlet temizlemeye çalışıyordu.

Biz kadınların savaş döneminde yaşadıklarını ve çekilme sürecindeki gözlemlerimizi anlattık. Gündelik hayatın zora girdiğini, silahlı erkeklerin, resmi görevlilerin varlığıyla kadınların kendilerini tehdit altında hissettiklerini, askerler talep ettiği için fuhşun artabileceğini anlattığımızda sesler yükseldi. Bunlara çok şaşırdılar ya da bu durumu kabullenemediler. Devletin şu anda yaptığı kalekollar, bölgede güvenlik güçlerinin sayılarının giderek artıyor olması ve bunun günlük hayatı zora sokması onların gündeminde değildi. Ayrıca 90’lardaki hakikatler üzerine ürettikleri bir siyaset yoktu. Kadınların savaş sürecinde ne kadar mağdur olduklarını duyurabilecek ve bu özel mağduriyet biçimlerini müzakere sürecinde gündeme getirebilecek bir irade görmedik.

Diğer bir taraftan barış meselesinin hükümet için araçsal bir mesele olduğunu da gördük. Bizim Gezi eylemlerine katıldığımızı biliyorlardı. Barış sürecine zarar verecek eylemlerin içinde neden bulunduğumuzu sordular. Biz Gezi’de barış sürecinin önemini anlattığımızı söylesek de Gezi olaylarında kadınlara yönelik saldırılar olduğunu söylediler. Burada barış sürecinin araçsallaştırıldığını düşündük.

Gezi olayları komisyonda nasıl gündem oldu?

Feyza Akınerdem: Gezi meselesi çözüm komisyonunda gündeme geldiğinde şu an İstanbul Valisi olan H. Avni Mutlu’nun 90’larda nerede olduğunu sorduk. H. Avni Mutlu, Siirt’te valiyken gözaltında kaybedilenler, faili meçhuller yaşandı. Bütün o şiddeti uygulayanlar, cinayeti işleyenler yargılanmadı. Bugün Gezi’de yaşadığımız devlet şiddetinin 90’larla hesaplaşmamakla ve o hesabın sorulmamış olmasıyla bir ilgisi var. Çünkü bu adamlar bu suçları işlediler, hiçbir ceza almadılar, aksine ödüllendirildiler. H. Avni Mutlu İstanbul Valisi oldu mesela. Bugün insanlar gözaltına alındıkları zaman sonlarının ne olacağını bilmiyoruz. Bugün de gözaltında kayıp yaşanırsa sorumluların yine cezalandırılmayacağını biliyoruz. Dolayısıyla 90’larla yüzleşmek, o hakikatleri ortaya çıkarmak ve o zamanki suçluların cezalarını almasını sağlamak çok önemli. Biz komisyonda bunu bu şekilde gündeme getirdik. Bunun üzerine karşımıza Kabataş’ta yaşanan şiddet olayı çıkarıldı. Gezi olaylarında kadınlara yönelik şiddete karşı, kadınlar eylem yapmış bildiriler dağıtmıştı. Bunlar birbirinden o kadar farklı şeyler ki. Kabataş meselesini kadın mağduriyetlerini önemsedikleri için gündeme getirmediler. Biz 90’lı yıllarda yaşananları ve hakikatlerin ortaya çıkmasını gündeme getirdiğimizde bu meseleden kaçmak için ve buna bir cevap veremeyecekleri için Kabataş Olayını önümüze getirdiler.

Siyasi partilerle yaptığınız görüşmeler nasıl geçti?

Feyza Akınerdem: Siyasi partilerden AKP, CHP ve BDP ile görüştük. MHP ile zaman uyuşamadığı için görüşemedik. Partilerle yaptığımız görüşmede Birleşmiş Milletlerin 1325 sayılı kararını[2] aktardık, bununla ilgili raporumuzu sunduk. Bu kararın uygulanması ve kadın milletvekillerinin bu kararın arkasında durması üzerine görüştük. Bu konuda CHP milletvekilleri raporu inceleyeceklerini, bunun üzerinden siyaset yapabileceklerini söylediler. Görüştüğümüz AKP’liler ise sürecin zaten yürüdüğünü belirttiler. Kadınların sürece katılımıyla ilgili özel bir siyaset üretmediklerini o görüşmede gözlemledik.

FY: Akil İnsanlardan bir grup kadınla heyet çalışmaya başladığı dönem buluşmuştunuz. Türkiye toplumunun büyük bir kesimi çözüm sürecine hazır değil. Akil İnsanlar Heyeti toplumun bu sürece hazırlanması için devreye sokuldu ve bir dönem halkla ilişki kurdu. Sizin heyetten kadınlarla buluşmanız nasıl geçti? Raporları açıklandıktan sonra temaslarınız devam etti mi?

Nükhet Sirman: Akil İnsanlar Heyeti çalışmaya başladığında heyette yer alanlara yönelik çeşitli illerde şiddet içeren ırkçı ve ulusalcı yönelimler başlamıştı. Heyette yer alan kadınlarla bir araya geldiğimizde birkaç kişi dışında savaşın kadınlar üzerindeki etkisi, barış sürecine kadınların dahiliyeti konusunda birikimleri olmadığını gördük. BM’nin 1325 sayılı kararı, kadınların barış sürecine dahil olmasının nedenleri ve dünya deneyimleri üzerine hazırladığımız raporlarımızı sunduk. Bizim önerilerimizden biri de gittikleri yerlerde kadınlarla ayrı olarak görüşmeleriydi. Gittikleri yerlerde kadın sorunlarını gündeme getirmeleri için birçoğuna listeler yolladık. Grupların ve kadın kurumlarının iletişim bilgilerini ilettik. Ama bu görüşmeleri yapamadılar. Yapmadılar değil yapamadılar. Sonrasında bağlantımız devam etmedi. Birkaç kişiyle kişisel ilişkilerimiz üzerinden görüşüyoruz.

Filiz Oğuz: Akil İnsanlar Heyeti’nde kadın sayısı çok azdı. Seçilen kadınların çoğu kadın hareketinden, Kürt Kadın Hareketi’nden, Türkiye’de barış siyaseti yürüten kadınlar arasından seçilmemişlerdi. Dolayısıyla onlar aslında vitrin görevi gördüler. Bu konuda çok daha steril sözler söyleyebilecek ama meselenin hakikatine çok dokunmayacak kadınlar ve erkeklerdi. Buna rağmen kadınlarla bir araya gelelim, tecrübelerimizi, deneyimlerimiz paylaşalım ve orada yer alan kadınları güçlendirelim istedik. Onlara katkı sunmak istediğimizi kendilerine söylemek istedik. Ayrıca gidecekleri yerlerdeki programlarını bize önceden bildirirlerse oradaki kadınların toplantılara katılmalarını sağlayabileceğimizi söyledik. Ama böyle bir dönüş olmadı.

KCK’li Kadınlarla Görüşmeler

FY: KCK’li kadınlarla görüşmeleriniz üzerine konuşabiliriz. Bu görüşmelerde öne çıkan konular neler oldu?

Nükhet Sirman: Yaptığımız görüşmede kadınların hakikatlerini sorduk. Onlar da bize ele geçirilen, öldürülen kadınlara uygulanan insanlık dışı davranışlardan bahsettiler. Yaptığımız çalışmalardan bahsettik ve BM’nin 1325 sayılı kararının uygulanmasını talep ettiğimizi söyledik. KCK içinde kadın temsilcilerin %50’yi geçtiğini anlattılar. Dolayısıyla kendi içlerinde her türlü karar alma aşamasında kadın katılımı söz konusu ve barış müzakerelerine de bu durumun çok ciddi olarak yansıdığını gördük. BM gibi uluslararası mekanizmalara çok da güvenmiyorlar. Kendilerine daha çok güveniyorlar.

Rojava’da yaşanan gelişmeler de önemli bir tartışma konusuydu. Türkiye’de yapılmayan savaşın Rojova üzerinden yürütüldüğünü düşünüyorlar. Dolayısıyla devletin Rojava’daki politikalarına bakarak TC’yi yönetenlerin ciddi bir barış arzusu taşımadıklarını söylediler.

FY: Türkiye’deki kadın hareketlerini nasıl değerlendiriyorlar?

Filiz Oğuz: Biz 30 yıldır barış mücadelesi yürütürken Türkiye’de devletin yürüttüğü savaş, hak ihlalleri ve mağduriyetler üzerinden gündemimize girdi. Kürt Kadın Hareketi cephesinde ise devletin her türlü kirli politikayı yürüttüğünü ve kirli bir şiddeti kadınlar dahil herkese uyguladığını, binlerce mağduriyetin olduğunu vurguluyorlar. Bunun yanı sıra kadınların 30 yıldır yürüttüğü özgürlük ve cins mücadelesinin, Türkiye’deki kadın hareketi içinde yeterince tanınmadığını düşünüyorlar. Cinsiyet eşitliği ve özgürleşme mücadelesinde hangi sorunları yaşadıkları, hareket içindeki erkeklerle neler yaşadıkları ve bunlarla nasıl mücadele ettikleri gibi konular Türkiye kadın hareketi içinde bilinmiyor. Bir yandan fiziki olarak imha olma durumu varken, bir yandan da kadın cephesinde mücadele yürütüyorlar. Bu mücadele Ortadoğu gibi bir coğrafyada yürütülürken, Türkiye kadın hareketinin nelerin yaşandığını, nelerin kazanıldığını ve hangi dönüşümlerin yaşandığını paylaşmamak gibi eksikliği olduğunu vurguluyorlar. BİKG’nin temaslarını çok önemsediklerini söyleyebiliriz.

FY: Türkiye’deki kadın yayınlarından, kadın kurumlarından, feminist oluşumlardan nasıl bir talepleri var?

Nükhet Sirman: Türkiyeli kadınların, barış meselesini ciddiye almamalarına hayret ediyorlar. Hem kadın olup hem de barış meselesine kafa yorulmamasını anlamıyorlar. Aynı zamanda da bunun nedenlerini görebiliyorlar. Mesela medya manipülasyonu bunda çok etkili.

Filiz Oğuz: Türkiye kamuoyunda PKK ve KCK denilince genellikle erkekler görünür oluyor. Dolayısıyla kadınlar hem Türkiye kamuoyu ile hem de Türkiye kadın hareketi ile kadın mücadelelerini buluşturmak istiyorlar.

Görüştüğümüz kadınlar Ortadoğu tarihini araştıran kadınlar. Ortadoğu’daki bu kaos bitirilmek isteniyorsa bunun kadınlar üzerinden örgütlenebileceğini söylüyorlar. Toplumsal muhalefete kadının öncülük yapması gerektiğini, Rojava’daki kadınların öncülüğünün de Ortadoğu için bir model olabileceğini vurguluyorlar. KCK’li kadınlar için kadının demokratik öncülüğü, toplumlar açısından çok önemli bir noktada duruyor ve bunun Türkiye’deki kadınlar açısından yeterince önemsenmediğini düşünüyorlar.

FY: Çözüm süreci başladıktan sonra Gezi eylemleri pek çok şehre yayılan halk isyanlarına dönüştü. Başlangıcı itibariyle bu eylemler halkın katılımcılık ve demokrasi talebinin yükseldiği eylemler oldu. Gezi sürecindeki deneyimlerinize değindiniz. Gezi eylemlerini barış süreciyle ilişkilendirerek eklemek istedikleriniz var mı? Son olarak Türkiye’deki son gelişmeler üzerine konuşabiliriz. Kısa bir süre önce 17 Aralık operasyonunu yaşadık ve etkileri hala devam ediyor. 17 Aralık operasyonunu barış sürecine etkileri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz?

Feyza Akınerdem: Bu soruyu iki yönden düşündüm. Öncelikle barışın gerçekleşmesi ve toplumsallaşması açısından Gezi süreci çok önemliydi. BİKG olarak, hükümetin kurduğu “Gezi barış sürecine karşıdır” ikiliğini kabul etmiyoruz. Bizim böyle bir gözlemimiz olmadı. Aksine Gezi toplumsal barışın gerçekleşebileceğine dair umudumuzu artırıyor. Diğer yandan hükümetin çözüm için adım atarken ya da siyaset üretirken bunu başka siyaset biçimlerini bastırmak için araçsallaştırdığını gördük. 17 Aralık ile başlayan süreç de öyle. Karmaşık bir süreç ve henüz ucu bucağı belli değil. Ama yine aynı retoriği kullanıyorlar. Bu hükümete bir darbedir ve çözüm sürecine karşı bir darbedir diye bir söylem kuruyorlar. Barışı ve demokratikleşmeyi isteyen bizler de aynı şeyle suçlandık. Bir yandan devletin sırları, devletin mahremiyeti de konuşulmaya başlandı. Bir kutu açılıyor, içinden bir şeyler çıkıyor ve bunlar sadece işin bilmemizi istedikleri kısmı. Biz hakikatlerin çok önemli olduğunu söylüyoruz. Hükümet ise sürekli devletin mahremiyetini korumaya çalışıyor. Bizden gizlenenler bana göre barışın gerçekleşmesi için çok önemli. Ama bunu istedikleri zaman bildirip istedikleri zaman bildirmiyorlar. Kadınlar olarak, savaşta kadınların neler yaşadığını, hakikatlerin neler olduğunu biliyoruz diyebilmek için sürekli olarak çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu süreç gerçekten barış sürecine zarar verebilecek bir yere evrilebilir. Ama burada bizim bir taraflılığımız yok. Devleti yöneten bürokrasinin içinde siyasi iktidar olarak ya da kadrolarıyla devleti yöneten iki gücün birbiriyle çarpışması var. Açıkçası benim o çarpışma içerisinde iki tarafın da barış yanlısı olduğu konusunda şüphelerim var. Yani barış sürecine zarar gelirse iki tarafın da bundan sorumlu olacağını düşünüyorum.

Nükhet Sirman: Ben de hem Gezi hem de 17 Aralık sürecinde bu süreçleri yönetmenin iki yolu olduğunu ve hükümetin her seferinde anti-demokratik yolu seçtiğini görüyorum. Gezi sürecini de demokrasiyi derinleştirmek için kullanabilirlerdi. Ama öyle kullanmamayı, kutuplaşmayı arttırmayı seçtiler. 17 Aralık’ta da aynı şeyi yapıyorlar. Bu aynı zamanda ara dönem zihniyeti yaratıyor. 12 Mart’tan sonra teknokrat bir hükümet gelmiş ve siyaset üstü bir dönem yaşanmıştı. Bana bunu çağrıştırıyor. Hükümet her bir olayı, siyaset üstü bir dönem yaratmak için kullanıyor Böyle siyaset üstü bir dönem yaşandığı zaman hukuk, şeffaflık rafa kalkabilir. Bu argüman BİKG’nin barış süreci için önerdiklerinin karşısında duruyor. Çünkü biz şeffaflık öneriyoruz. Barış sürecinin ve çözüm sürecinin yasallaşmasını, yasalara bağlanmasını açıkça desteklenmesini öneriyoruz. BİKG olarak, bu gelişmelerin bir ara dönem yaratıp, hesap verilebilirlikten, hukuktan, şeffaflıktan uzaklaşılmak üzere kullanılmasını kaygıyla karşılıyoruz. Her seferinde barışın inşa edilmesi için bir imkân vardı ve her seferinde bu imkân kapatılmaya çalışıldı.

Filiz Oğuz: Bu günlerde sıkça dile getirilen bir şey de barış sürecinin şeffaf ve anayasal bir çerçeveye kavuşturulması. Bu talep bizim de 4 Mayıs’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığımız konferansta aldığımız kararlardan biri. Bu sürecin daha da kaotik bir yere evrilmeyip demokratik bir yere evrilmesi isteniyorsa şeffaf, demokratik ve anayasal bir çerçeveye kavuşturulması gerekiyor. O açıdan, devleti yönetenler, gerek cemaat gerek hükümet açısından ciddi anlamda bir şeffaflaşmaya ihtiyaç var. Bu çatışmadan böyle bir şeffaflaşma beklemiyoruz. Bu süreçten endişeliyiz. Ama burada da biz kadınlara görev düşüyor. Bu sürecin demokratik bir sürece evrilmesi için, kadınlar başta olmak üzere demokrasi güçlerinin ciddi bir şekilde rol alması gerekiyor. Barış sürecinin sürdürülebilmesi için bizim rol almamız gerekiyor.

FY: Söyleşimize katıldığınız için çok teşekkür ederiz.


[1] Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu 10 AK Parti ve 1 BDP üyesi toplam 11 kişiden oluşmaktadır. Komisyonda kâtip sorumluluğuyla yer alan tek kadın üye AK Parti Adana Milletvekili Fatoş Gürkan’dır. http://tbmm.gov.tr/komisyon/cozum_sureci/docs/%C3%BCye_secimine_iliskin_karar.pdf; 24 Şubat 2014 tarihinde ulaşılmıştır.

[2] Birleşmiş Milletlerin 1325 sayılı kararı, kadınların barış süreçlerine dahiliyetini uluslararası hukuk alanında güvence altına alan bir karardır.  http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/insancil_hukuk_baglaminda_kadinlara_yonelik_cinsel_siddet/insancil_hukuk_baglaminda_cinsel_siddet_1325-2000_sayili_bm_.pdf; 24 Şubat 2014 tarihinde ulaşılmıştır.

 

 

 

Leave a Reply