Şehir merkezinde soluk alınabilecek nadir parklardan birinin tahrifatına ve yıkılmasına karşı nöbet tutan çeşitli görüşlerden aktivistlerin sabahın erken saatlerinde gazlı, coplu bir polis müdahalesiyle güne uyanması ve çadırlarının yakılması kısa sürede geniş halk kitlelerinin, yönetici sınıfın girişimlerini ve projelerini kuvvet zoruyla benimsetme çabalarına karşı direnmelerine ve kendiliklerinden siyasal bir edilgenlikten etkinliğe adım atarak birtakım istekleri ve talepleri dile getirmeye başlamalarına yol verdi. Gezi Parkı direnişinin doğası ve yapısı, harekete katılanların siyasi görüşleri, motivasyonları, talepleri, toplumsal konumları, üretilen söylemlerin ideolojik boyutu ve daha genel olarak direnişin Türkiye toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatı için arz ettiği önem hakkında çok şey konuşuldu, yazılıp çizildi. Kimilerine göre mevzubahis olan çevreci hassasiyetlerdi, kimilerine göre iktidar partisinin halkın geniş kesimlerinin yaşam biçimlerini düzenleme ve kontrol etme girişimlerine yöneltilen tepkiydi. Kimilerine göreyse daha geniş ölçekte yürürlüğe konulmaya çalışılan şehir planlamasından ekonomi siyasalarına kadar uzanan neoliberal devlet politikalarına geçit vermeyeceğiz diyen bir hareketti Gezi Parkı direnişi. Tüm bu savların birbirleriyle ayrıştırılamaz bir şekilde iç içe geçtiğini ve Gezi Parkı direnişi hakkındaki gerçekliğin farklı boyutlarını gözler önüne serdiğini düşünüyorum.
31 Mayıs 2013 Cuma günü sanırım bu ülkenin siyasal tarihinde ve o gece sokağa çıkan binlerce protestocunun kişisel tarihinde unutulmaz bir gündü. Ben ilk kez birbirinden bu kadar farklı bir kitle içinde dayanışma duygusunu bu kadar yoğun hissettim. Birbirinden bunca farklı ideolojileri ve politik motivasyonları olan insanların birtakım ortak yaralar ve dertler nedeniyle yan yana gelip mücadele ettiklerinde ne kadar güçlendiklerini, ne kadar büyüdüklerini ilk kez deneyimledim. İtiraf edeyim, o sabah biraz fazla umutsuz ve yılgındım. Bu ruh hâlini daha iyi anlatmak için bir hafta geriye gitmek istiyorum: