Aile baskıcı bir mekanizma mıdır? Özgürleştirici bir aile tanımı mümkün müdür? Kurulan alternatif yakınlıkların aileye benzetilmesi aileye dair hangi deneyimlerin altını çizer, hangilerini siler? Aslı Zengin makalede bu soruların yanıtını trans kadınların hikâyeleri üzerinden tartışıyor, aile kavramının trans kadınlar bağlamındaki anlamlarına ve işlevlerine odaklanıyor. Üyeleri arasında sevgi, şefkat, ilgi, bakım, denetim ve baskı gibi birbirinden farklı ilişkileri içinde barındıran bir kurum olarak ailenin trans kadınlar arasındaki tezahürlerini ölüm ve yaşam bağlamında sorguluyor. Makale boyunca trans kadınların hayat hikâyelerinde ailenin hangi aşamalarda ortaya çıktığının izini sürerek ailenin imkânlarına ve sınırlarına dikkat çekiyor.
Mutlu Kaya Sesi Çok Güzel (Fox TV, 2015) yarışmasına katıldıktan bir ay sonra başından vurularak yoğun bakıma girdi. Bu yazıyı yazdığım sıralarda hâlâ makineye bağlı olarak nefes alıp veriyor. Hayata…
Boğaziçi Üniversitesi Hrant Dink Anısına Konferans’ın bu yılki konuğu Angela Davis idi. Bu konferans vesilesi ile İstanbul’a gelen Angela Davis ile biz de feminizmler ve örgütlenme sorunları üzerine bir söyleşi yaptık. Feminizmin nasıl tanımlanabileceği, ABD özelinde feminizmin tarihi ve siyah feminizmin bu tarih içerisinde nasıl yer aldığı hakında konuştuk. Ayrıca, günümüz toplumsal hareketleri içinde feminist hareketin nerede konumlandığı ve daha önceki dönemlerle kıyaslandığında bu konumlanışın analizinin nasıl yapılabileceği konusunda bir tartışma yürüttük. Bu tartışmanın Türkiye’de yürüttüğümüz tartışmalara da katkı sunacağını düşünüyoruz.
Bu yazı, yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların hayat hikâyeleri ve bu hayat hikâyelerinin anlatılma biçimleri üzerinedir. Yazı, birkaç ana mesele etrafında örülmüştür. Öncelikle, yetiştirme yurdu deneyimi özelinde, hikâye anlatma stratejilerine ve hayatının hikâyesini anlatıyor olmanın barındırdığı olanaklara odaklanmaktadır. Sonra, yetiştirme yurdunun resmi hikâyeleme biçimindeki sorunları göstererek, bu tür bir hikâyeleme biçiminin neden terk edilmesi gerektiğini tartışmaktadır. Yazı, ilerleyen kısımlarında esas olarak üç genç kadının hikâyelerinden yola çıkarak ve başka hayat hikâyelerine de uğrayarak, yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların başvurdukları anlatma stratejilerini, hikâyeleme biçimlerini ve devreye soktukları stratejilerin neleri ortaya serip nelerin üstünü örttüğünü ele almaktadır. Bu çalışma, bir yandan yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların hikâyelerini görünür kılmaya amaçlarken, öte yandan da, feminist metodolojiyi benimseyerek ve devreye sokarak bu hikâyeleri dinlemenin, bir araştırmacıya ne tür zorluklar, ikilemler, tereddütler getirdiğini tartışmaya çalışmaktadır. Çalışmanın kaynağını ise, yetiştirme yurdu deneyimi olan bir grup genç kadınla, 2009’dan 2013’e uzanan süreçte, aralıklarla yapılan derinlemesine mülakatlar ve mülakatlar sırasında geliştirilen diyaloglar ve kurulan arkadaşlıklar oluşturmaktadır.
Gezi Parkı direnişi ile ilgili bir yazı yazmaya başlarken “Bu direniş benim için neden heyecan verici?” ve “Bitmeyen polis şiddetine, yorgunluğumuza, hükümetin yıldırma politikalarına rağmen heyecanımı nasıl koruyabiliyorum?” sorularına yanıt aramam gerektiğine karar verdim. Öncelikle bana göre bu hareket ''yeni'' bir hareket ve o yüzden heyecan verici. Bir de bu yeni hareket kendi yeni dilini de oluşturunca ortaya çıkan tablo çok şugar oluyor.
Türkiye’nin son yıllarına tutuklamalar furyası damgasını vurdu. Balyoz, Devrimci Karargah, Ergenekon, KCK operasyonlarıyla asker, bürokrat, gazeteci, siyasetçi, aktivist, feminist, sendikalı, sosyalist, öğrenci… binlerce kişiye cezaevi yolu gösterildi. Kadın hak ihlallerine ilişkin davalarda, özellikle tecavüz davalarında, sanıkların salıverildiği örnekleri kısa süre önce gördük. Biz bu çalışmalarımızı yürütürken Türkiye'nin pek çok cezaevinde Kürt tutuklular açlık grevlerine başladılar. Geçtiğimiz sayımızda, kadın tutuklular ve tutuklu yakınlarıyla söyleşiler yaparak, kadınların tutukluluk koşullarını, toplumsal cinsiyetin tutuklama süreçlerinde, tutukluluk halinde ve sonrasında nasıl etkili olduğunu gündeme getirmeye çalışmıştık. Bu sayımızda da İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ile Türkiye’de cezaevlerinin ve kadın tutukluların durumu ve koşulları üzerine konuştuk. Ümit Efe hem kendi kişisel deneyiminden hem de İHD’nin çalışmalarından hareketle Türkiye’de farklı dönemlerde kadınların yaşadıkları tutukluluk deneyimlerini ve bu konuda yürütülen çalışmaları bizlerle paylaştı.
Yağmurun altında renkler birbirine girmiş olsa da
mesaj açıktı.
Armagh hapishanesinde kadınlara
çıplak arama yapılıyor.
-Christy Moore (şarkıcı), On the Bridge
Kötü bir rüyadan uyanmak seni ille de avutmaz. Az önce rüyanda gördüğün dehşetin ve hatta o dehşetin altında yatan gerçekliğin tamamen farkına varmana da yol açabilir.
-Bernhard Schlink, The Reader
Bu makale tutukluların siyasal kimliğinin direncini kırma amacı güden ve şiddet içeren bir kontrol teknolojisi olarak, Kuzey İrlanda’daki kadın siyasi tutuklulara yönelik çıplak arama uygulamasını ele alıyor. Makale 1992’de gerçekleştirilen ve tartışmalara yol açan bir toplu çıplak arama vakasına odaklanarak, rasyonel görünümlü bu kontrol teknolojisine nüfuz etmiş olan fantazmatik* yatırımları inceliyor. Bu makale fanteziye yönelik psikanalitik bir yaklaşımı Foucaultcu bir iktidar kuramı çerçevesinde kullanarak, çıplak aramaların, cinsiyetçi bir siyasal tahakküm biçimi olduğunu ve bu tahakküm biçiminin fantazmatik bir cinsel şiddet senaryosu tarafından yönlendirildiğini ve onun dahilinde sahnelendiğini iddia ediyor. Bu senaryoda eril bir siyasal yapı olarak hareket eden devletin iktidarı, tutukluların hem siyasal hem de cinsiyet kimliklerine kazınır. Bu makale rasyonel kontrol teknolojilerinin sağladığı fantazmatik desteğin, tahakkümün olumsal ve değişken karakterini açığa çıkardığını iddia ediyor.
İnsan haber niyetine hep aynı olayın farklı versiyonlarını okursa ne hisseder? Sanki sürekli tek bir şeyin hiç değişmeden yaşandığını… Kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayet haberlerinin bende yarattığı etki tam da bu.
Johns Hopkins Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde çalışmalarını yürüten Veena Das şimdiye kadar yapmış olduğu çalışmalarla, gündelik hayatın şiddetle ilişkisi üzerine hem etnografik hem de teorik alanda çok önemli açılımlarda bulundu. Özellikle devlet şiddetinin belirli nüfusların gündelik yaşamlarında nasıl işlediğine bakarak, şiddetin kurduğu ya da dönüştürmekte olduğu öznellikleri analiz etti. Veena Das’ın çalışmalarında, şiddet sadece bir iktidar aracı değil, aynı zamanda belirli hayat formları, sosyallikler ve öznellikler kuran üretken bir güçtür. Fakat Veena Das bu üretkenliği, yalnızca şiddete tanıklık veya belirli şiddet olaylarını hatırlamak üzerinden kavramsallaştırmaz. Yani antropolojisini şiddetin sadece söze dökülebildiği alanda yapmaz. Aksine, şiddetin tanıklıklarla dil bulamadığı anların, bedenlerin, durumların ve seslerin üzerine giderek bakışını sözü aşan alanlara çevirir. Diğer bir deyişle, gündelik ve sıradan olanla bu sıradanlığın içerisinde belirli şiddet olaylarının açmış olduğu gizli saklı oyuklar ya da çukurlar Das’ın antropolojisinin mihenk taşlarıdır. Veena Das antropolojinin kendisinin politik olandan ayrı düşünülemeyeceğini savunurken sıradan ve gündelik olanın kendisinin de son derece politik olduğunu vurgular.
Kamala Visweswaran, bu makalede feminist teorinin, cinsiyet temelli sığınma vakalarının değerlendirilme biçimine yönelik eleştirilerini ele alıyor. Visweswaran’a göre Güney Asya insan hakları izleme raporları, cinsiyet temelli sığınma talepleri değerlendirilirken kültürün ataerkil özellikleri ile sabitlenmesine ve böylece müdahaleci bir savunuculuk anlayışının geliştirilmesine temel oluşturuyor. Yazara göre, kültürel pratiklerin kadınların toplum içerisindeki statülerini yansıttığı söylenebilir; ancak cinsiyet temelli sığınma vakalarının değerlendirilmesinde, sadece kültüre odaklanmak yerine kadın haklarının yok sayılmasına neden olan siyasi sistemlerin ve siyasal sistemler ile kültür arasındaki ilişkinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.