Anayasal düzeyde varoluşunun tanınmadığı, Türkiye’deki mevcut siyasi partilerin çok azıyla ve kısıtlı bir ilişki içerisinde bulunan lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseksler (LGBTİ) toplum tarafından hâlâ hastalıklı olarak algılanmakta ve bu konu konuşulmaya çekinilen konulardan biri olmaya devam etmektedir. Buna karşın her geçen yıl daha fazla büyüyen ve destek gören LGBTİ hareketi, 20 yıllık tarihinin her noktasında bir varoluş mücadelesi verirken, gasp edilen haklarının farkına varıp bunların iade edilmesi için taleplerde bulunmaya başladığı noktadan itibaren siyasi özne olarak da kendisini inşa etmeye başlamıştır.[i] Gezi Direnişi sürecindeki rolü ile birlikte çeşitli toplumsal kesimler tarafından da lgbti’lerin yer almadığı bir siyasetin eksik olacağı artık kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra, Gezi sonrasında kent üzerine artan tartışmalar LGBTİ hakları alanında emek veren aktivistleri bu alanda geçmişte başlatılan fakat devam ettirilemeyen çalışmalara tekrar başlamak ve geliştirmek konusunda teşvik etmiştir. Yaklaşan 2014 Yerel Seçimleri ile birlikte LGBTİ hareketi yerel yönetimlerle önceden kuramadığı kalıcı ve dönüştürücü ilişkiyi nasıl kurabileceği üzerine de düşünmeye başlamıştır. Bu makale, “evinizde ne yapıyorsanız yapın ama sokakta ben eşcinselim diye dolaşmayın” denerek yatak odasına hapsedilen ve bir tabu olarak toplumda yer edinen lgbti hakları meselesinin, 90’lı yılların başında bu alandaki örgütlü hareketin doğuşuyla birlikte bir insan hakları meselesi olarak toplumun daha geniş kesimleri tarafından kabul edilme serüvenini konu edinmektedir. Bu sürecin bir parçası olarak karşımıza çıkan 2014 Yerel Seçimleri ve yerel yönetimlerde lgbti politikaları inşasının bir analizine de LGBTİ hareketinde yapılan güncel tartışmaları ve hareketin gelmiş olduğu noktayı kavrayabilmek açısından yer verilmiştir.
Şehir merkezinde soluk alınabilecek nadir parklardan birinin tahrifatına ve yıkılmasına karşı nöbet tutan çeşitli görüşlerden aktivistlerin sabahın erken saatlerinde gazlı, coplu bir polis müdahalesiyle güne uyanması ve çadırlarının yakılması kısa sürede geniş halk kitlelerinin, yönetici sınıfın girişimlerini ve projelerini kuvvet zoruyla benimsetme çabalarına karşı direnmelerine ve kendiliklerinden siyasal bir edilgenlikten etkinliğe adım atarak birtakım istekleri ve talepleri dile getirmeye başlamalarına yol verdi. Gezi Parkı direnişinin doğası ve yapısı, harekete katılanların siyasi görüşleri, motivasyonları, talepleri, toplumsal konumları, üretilen söylemlerin ideolojik boyutu ve daha genel olarak direnişin Türkiye toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatı için arz ettiği önem hakkında çok şey konuşuldu, yazılıp çizildi. Kimilerine göre mevzubahis olan çevreci hassasiyetlerdi, kimilerine göre iktidar partisinin halkın geniş kesimlerinin yaşam biçimlerini düzenleme ve kontrol etme girişimlerine yöneltilen tepkiydi. Kimilerine göreyse daha geniş ölçekte yürürlüğe konulmaya çalışılan şehir planlamasından ekonomi siyasalarına kadar uzanan neoliberal devlet politikalarına geçit vermeyeceğiz diyen bir hareketti Gezi Parkı direnişi. Tüm bu savların birbirleriyle ayrıştırılamaz bir şekilde iç içe geçtiğini ve Gezi Parkı direnişi hakkındaki gerçekliğin farklı boyutlarını gözler önüne serdiğini düşünüyorum.
31 Mayıs 2013 Cuma günü sanırım bu ülkenin siyasal tarihinde ve o gece sokağa çıkan binlerce protestocunun kişisel tarihinde unutulmaz bir gündü. Ben ilk kez birbirinden bu kadar farklı bir kitle içinde dayanışma duygusunu bu kadar yoğun hissettim. Birbirinden bunca farklı ideolojileri ve politik motivasyonları olan insanların birtakım ortak yaralar ve dertler nedeniyle yan yana gelip mücadele ettiklerinde ne kadar güçlendiklerini, ne kadar büyüdüklerini ilk kez deneyimledim. İtiraf edeyim, o sabah biraz fazla umutsuz ve yılgındım. Bu ruh hâlini daha iyi anlatmak için bir hafta geriye gitmek istiyorum:
Gezi Parkı direnişi ile ilgili bir yazı yazmaya başlarken “Bu direniş benim için neden heyecan verici?” ve “Bitmeyen polis şiddetine, yorgunluğumuza, hükümetin yıldırma politikalarına rağmen heyecanımı nasıl koruyabiliyorum?” sorularına yanıt aramam gerektiğine karar verdim. Öncelikle bana göre bu hareket ''yeni'' bir hareket ve o yüzden heyecan verici. Bir de bu yeni hareket kendi yeni dilini de oluşturunca ortaya çıkan tablo çok şugar oluyor.
Son dönemde Türkiye’nin gündemini belirleyen konulardan biri otuz beş yıllık iç savaşın sona ermesi noktasında devlet nezdinde de adımların atılması ve müzakerelerinin başlamasıydı. Böylece, Kürt sorununun çözümünde yeni bir sürece girildi. Gündeme damgasını vuran diğer bir konu ise Mayıs ayında başlayan Taksim Gezi Parkı’nı koruma eylemlerine polisin aşırı müdahelesinin Türkiye tarihinde görülmemiş sivil itaatsizlik eylemlerine dönüşmesiydi. Kadın ve insan hakları ihlalleri üzerine yaşamını ortaya koyarak çalışmalar yürüten Avukat Eren Keskin ile içinde bulunduğumuz barış süreci ve Gezi Parkı eylemleri üzerine konuştuk.