Çeviren: Ayten Sönmez Sherilyn MacGregor, bu makalesinde iklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet ilişkisine dair sorulara indirgeyici ve kadınları kurbanlar olarak konumlandıran basit yanıtların ötesinde daha derinlikli yanıtlar oluşturmayı hedefliyor. Feminist…
Çeviren: Büşra Üner Bu makale ABD’deki çevre adaleti ve kadın hakları örgütleri tarafından oluşturulan kesişimsel ittifak siyasetini inceliyor. Bu ittifak siyaseti, çevresel ve feminist meseleleri ilişkilendiriyor ve toplumsal ve çevresel…
Bu makale Afrika’daki müşterek toprak mülkiyeti konusunu ve bu konunun kadınların toprak hakları üzerindeki yansımalarını inceliyor. Makalede tartışma konusu edilen temaların bazıları şunlar: 1990’larda Dünya Bankası tarafından denenen müşterek arazilerin kullanım hakkı ile ilgili reformlar, feminist örgütlerin müşterek arazi ilişkilerine dair, kadınlara yönelik ataerkil ayrımcılığa sebep olduğu gerekçesiyle getirdiği eleştiriler ve aynı zamanda toprağı olmayan şehirli ve taşralı kadınların kullanılmayan kamusal arazileri geçimlik tarım amaçlı sahiplenme çabaları. Makale, müşterek toprak sahipliğine yöneltilen feminist saldırının toprağın özelleştirilmesine yönelik neoliberal hamleyi güçlendirebileceğine dair bir uyarı yaparken, kadınların kullanılmayan kamusal arazileri geçimlik tarım için ıslahına yeni ortak alanların oluşumuna giden yol olarak bakıyor.
Bengi Akbulut bu yazıda okura sofrasındaki yemeğe lezzetinden ve fiyatından öte bir bakış geliştirmesini öneriyor. Temel bir ihtiyaç olarak gıdanın tarladan mutfağa, mutfaktan da sofraya nasıl geldiğini sorgulamımızın öneminin altını çiziyor. Zira bu sorgulamaların sonucunda göreceğimiz, emeği görünmez kılınan birçok kişinin özellikle de kadınların alınteri olacak. Akbulut tam da bu yüzden feminist analizi içinde barındırmayan bir gıda siyasetinin sınırlarını sorguluyor ve feminist analizin gıda siyaseti için olası açılımlarına Türkiye bağlamında bir giriş yapıyor.
Çevre ile ilgili problemler hem küresel hem de yerel olarak gündemimize girmiş durumda. Küresel bağlamda iklim değişikliği meselesi, yerel bağlamda ise yükselen ekoloji mücadeleleri Türkiyeliler için çevre meselesini ikincil bir gündem olmaktan çoktan çıkardı. Kentlerdeki beklenmedik hava olayları ve su sıkıntısı iklim değişikliği meselesini gündelik karşılaşmaların en popüler sohbet konularından biri hâline getirirken, daha fazla büyüme şiarıyla derelerin HES yapımı için özel sektöre verilmesi, santraller için ağaçlık alanların yok edilmesi, kentlerde bir elin parmaklarını geçmeyen yeşil alanların betonlaştırılması karşısında verilen mücadeleler de ekoloji mücadelesini önemli bir vatandaşlık pratiğine dönüştürdü. Kalabalık, gürültülü, bol trafikli kentler artık sürdürülebilir olmaktan çıkarken daha yaşanabilir tabiatlar için fikir yürütmenin zamanı geldi. Anna Tsing tabiatla insan arasında bazen yaratıcılık, bazen de yıkıcılık barındıran etkileşimleri inceleyen antropologlardan biri. Tsing, çalışmalarında tabiatın nasıl kurulduğuna ve temsil edildiğine, üzerinde kimler tarafından hak talep edildiğine dair eleştirel incelemelerde bulunuyor. Feminist Yaklaşımlar olarak Tsing’in Endonezya’daki yağmur ormanlarını incelediği Friction adlı kitabını tartıştık ve kendisiyle bu kitapta kullandığı temel kavramlarla ilgili bir söyleşi yaptık. Söyleşinin ilerleyen safhalarında ise hem sedir mantarı üzerine yazdığı son kitabından hem de Aarhus Üniversitesi’nde "Living in the Anthropocene: Discovering the Potential of Unintended Design on Anthropogenic Landscapes" (Antroposen’de Yaşamak: İnsan Kaynaklı Tabiatlarda Öngörülmemiş Tasarımların Potansiyelini Keşfetmek) ismiyle başlattığı programdan konuştuk. Çalışmalarını yaparken feminist kuramdan da faydalanan Tsing’le feminist çalışma ile kadın çalışmasının ayrıştığı ve kesiştiği noktalar üzerine de fikir yürüttük.
Dünyanın birçok yerinde kadın aktivistlerin içinde yoğun bir şekilde yer aldıkları hareketlerden birisini ekolojik hareketler oluşturuyor. Patagonya’da Mapuçe halkının madencilere ve topraklarına, sularına el koyacak kalkınma projelerine karşı yürüttükleri mücadele de bunlardan biri. Akgün İlhan “İyi Yaşam: Toprak, Kimlik ve Mücadele” başlıklı yazısında Mapuçelilerin topraklarını korumak üzere verdikleri mücadelenin aktivistlerinden olan Moira Millan ile yaptığı görüşmeden edindiği izlenimleri paylaşıyor.
Bu yazı doktora ve yüksek lisans tezleri için yola çıkan iki kadın araştırmacının Karadeniz’de yürüttükleri “alan çalışmaları” sırasında kendi aralarında yaptıkları tartışmaların bir izdüşümü. Özlem Işıl ve Özlem Aslan bu yazıda yükselen HES direnişlerinin sembolleri hâline gelen Karadenizli kadınların kamusal alandaki temsillerini eleştirel bir bakış açısıyla inceliyorlar. Yazarlar alan çalışmalarındaki gözlemlerine ve görüşmelerine dayanarak bu temsillerin imkânları ve sınırları üzerine bir tartışma başlatmayı hedefliyorlar.
Makalede Ilısu Baraj Projesi ve projenin beraberinde getirdiği kültürel yıkım karşısında, arkeologlar örneğinden yola çıkılarak entelektüel sorumluluk üzerine bir tartışma yürütülmektedir. Arkeolojik çalışmaların sadece kazı alanları ile sınırlı olmadığı, insanların yaşamlarının, geçim kaynaklarının ve kültürel miraslarının tehdit altında olduğu belirtilmektedir. Uzmanlara düşen görev, özellikle kalkınma projeleri karşısında örgütlenen taban hareketlerine karşı sorumlu davranmak, onların kaygı ve taleplerini dikkate almak olacaktır. Makalede bu bağlamda baraj projesinden etkilenen toplulukların ve özellikle de kadınların sesine kulak verilmektedir. Maggie Ronayne, Ilısu Barajı’nın yol açacağı kültürel yıkımı en güçlü ve geniş boyutlu olarak dile getirenlerin bakım kültürünü sırtlanan kadınlar olduğunu belirtir. Ilısu Barajı çerçevesinde yaşananlar da en başta kadınlar olmak üzere halk tabanı ile arkeologlar arasında kurulan bağın getirdiği kazanımları örneklendirmektedir.
Eleştirel ve feminist akademisyenlerin coğrafya, mimarlık ve şehir planlaması ile tarih alanlarında yaptıkları disiplinler arası çalışmalara dayanan bu makale, sosyal hizmetin birey-çevre düzenlemesinin toplumsal cinsiyeti ve bunun imlediği gerçeklikleri de içerecek biçimde daha bütünsel olarak yeniden incelenmesini amaçlamaktadır. Bu bağlamda iç içe geçmiş üç alan ele alınmaktadır: a) kadınların gündelik çevrelerinde yaşadıkları öznel deneyimler; b) bu çevresel deneyimlerle kadınların hayatlarının coğrafyası ve ırk/etnisite, sınıf, cinsel yönelim gibi daha geniş sosyal kategoriler arasındaki bağlantılar; c) kadınların çevresel güçleri, kaynakları ve eyleyicilikleri.