Skip to main content
Tag

beden

Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kağıdı” Öyküsünde Mekan ve Toplumsal Cinsiyet

Yazar: Sayı 34-35 | Haziran 2018 No Comments

Charlotte Perkins Gilman “Sarı Duvar Kağıdı” adlı öyküsünde doğum sonrası depresyonu geçiren genç bir kadının, kadın cinsiyetine yönelik önyargılı tutumlar etkisiyle oluşturulmuş tedavilerle giderek kötüleşmesini ve akıl sağlığını kaybetme noktasına gelişini anlatır. Bilim ve teknolojideki gelişmeleri takiben gelen Sanayi Devrimi’nin de etkisiyle, ev ve iş alanları kesin sınırlarla ayrılır; toplumsal cinsiyet normları yeniden şekillenir. Egemen güç erkekleri işe gönderirken kadınları eve hapseder. Kadının yazmaması, üretmemesi, mümkünse düşünmemesi “normal”dir. Bu toplumsal kabul ve kalıpların sınırları dışına çıkan kadınlar kolaylıkla “deli” olarak etiketlenir, aynı durumda erkek cinsiyetinden bir bireye uygulanması uygun görülmeyecek tedavilere maruz kalabilir, akıl hastanelerine kapatılabilirler.

Edebiyatta mekân incelemeleri dualistik yapısı nedeniyle toplumsal cinsiyet kalıplarını çağrıştırmaktadır. Bu çalışmada, on dokuzuncu yüzyıl Amerika toplumunda, beyaz ırktan, orta-üst sınıftan eğitimli kadın grubunun, sosyal hayatta ve klinik ortamda maruz kaldığı toplumsal cinsiyet ideolojisinin, “Sarı Duvar Kağıdı” öyküsünde Gilman’ın mekânı kullanımıyla somutlaşması incelenecektir.*

Devamını Okuyun

Cinsellik, Üreme/Doğurganlık ve Sağlık Politikaları Üzerine Sohbet

Yazar: Sayı 34-35 | Haziran 2018 No Comments

 Türkiye’de cinsellik ve üreme/doğurganlık politikaları üzerine çalışan ve tartışmalar yürüten bir grup doktora öğrencisi ve doktora sonrası araştırmacı olarak farklı konferanslarda bir araya geldik. Birbirini tamamlayan araştırma konularımız üzerine yaptığımız sohbetleri genişleterek yazıya dökme fikri bu buluşmalarda ortaya çıktı. Söyleşinin kendisini kolektif bir bilgi üretimi ve bu bilgiyi kamusallaştırma pratiği olarak tasarladık. Söyleşimizde araştırma konularımızdan ve bu konuları nasıl seçtiğimizden başlayarak son dönemde Türkiye’de cinsellik, üreme/doğurganlık ve sağlık politikaları alanlarında karşımıza çıkan meseleleri masaya yatırdık. Vajinismustan “en az üç çocuk”un kimin için söylendiğine, birinci ve ikinci basamakta verilen sağlık hizmetlerindeki dönüşümlerden hizmetlere erişimde karşılaşılan eşitsizliklere, üremeye yardımcı teknolojilerin Türkiye sınırları içindeki farklı grup vatandaşlar tarafından nasıl deneyimlendiğinden bu sınırları aşan uygulamalarına kadar farklı noktalara değindik. Amacımız, politikanın tam merkezinde bulunan, üremeye ve cinsel sağlığa yönelik söylemler, kurumlar ve pratiklerle olan deneyimlerin çok yönlü boyutuna dikkat çekmek. Söyleşide tartışmaya açtığımız meselelerin başka sorular ve sohbetlere vesile olacağına inanarak konuştuklarımızı Feminist Yaklaşımlar aracılığı ile sizlerle paylaşıyoruz.

Devamını Okuyun

Yumurta ve Sperm: Bilimin Basmakalıp Kadınlık ve Erkeklik Rollerine Dayanarak Oluşturduğu Romantizm*

Yazar: Sayı 31-32 | Haziran 2017 No Comments

Emily Martin bu makalede bilimsel anlatıları ve bu anlatılarda kullanılan dili inceleyerek yumurta ve spermin nasıl basmakalıp kadınlık ve erkeklik rolleri üzerinden ele  alındığını tartışıyor. Biyoloji ve tıp metinlerinin spermi yumurtayı dölleyen aktif, atılgan ve maceracı bir eril özne, yumurtayı ise kendisini dölleyecek spermi pasif bir şekilde bekleyen, yardıma muhtaç bir genç kadın olarak resmetmelerini eleştiriyor. Bu betimlemelerin bilimsel olarak da geçerlilik taşımadığını, döllenme sürecinde hem yumurtanın hem de spermin eşit derecede aktif olduğunu ve döllenme eyleminin karşılıklı etkileşimleri sonucunda gerçekleştiğini anlatıyor. Popüler anlatıların aksine spermler –sanki bir insan gibi beyinleri, hırsları ya da amaçları varmışçasına– yüzerek yumurtaya ulaşmak için birbiriyle yarışmıyor, kuyrukları nedeniyle sağa sola sallanarak hareket ediyor. Yumurta ise bu süreçte çok daha karmaşık bir rol oynayarak kabuğundaki özel bir molekül aracılığıyla spermlerin bir kısmına rehberlik ediyor, bir kısmının da geçişini kısıtlıyor. Yazar, hücre düzeyinde gerçekleşen bu biyolojik süreçlerin neden ve nasıl toplumsal cinsiyet kalıp yargıları üzerinden anlatıldığını sorgulayarak bizi şimdiye kadar öğrendiğimiz bilimsel bilgileri tekrar gözden geçirmeye davet ediyor.

Devamını Okuyun

Bize Ait Bir Oda: Anneliğe, Kadınlığa ve Dişil Döngülere Dair Bir Sergi Üzerine

Yazar: Sayı 31-32 | Haziran 2017 No Comments

Sergi kuratörü Arzu Yayıntaş'ın konsept geliştirme ve sergi tasarımında Güneş Terkol ve Sevil Tunaboylu ile birlikte çalışarak oluşturduğu "Bize Ait Bir Oda" sergisi 9 Mayıs-4 Haziran 2017 tarihleri arasında İstanbul’da, Ark Kültür’de izleyici ile buluştu. Yayıntaş ve Terkol, 2015’ten beri annelik ve doğurganlık üzerine yaptıkları atölyelerin bir devamı olarak kurguladıkları sergi öncesinde Tunaboylu'yu da yanlarına alarak doğurganlık ve dişil döngüler üzerine yedi farklı başlıkta (kadının kendi doğumu, regl, doğum yapmak, düşük, kürtaj, biyolojik saat, menopoz) hazırladıkları soruları bu konularda çalışmak isteyen diğer kadın sanatçılarla paylaşarak sergi için açık çağrı yaptı. Bu çağrı üzerine bazı sanatçılar sergi için yeni işler yapmayı önerirken bazıları da daha önce sergileme şansı bulamadıkları eserlerini arşivlerinden çıkardılar. Sergide 23 kadın sanatçı tarafından üretilen resim, desen, video, fotoğraf, heykel, enstalasyon, illüstrasyon ve performans gibi farklı disiplinlerden eserler bir araya geliyor. Sanatçılar iktidarın ve medyanın tek tipleştiren söyleminin aksine annelik ve kadınlık deneyimlerinin çok çeşitli olduğuna işaret ederek farklı kadınlık hâllerini izleyici ile beraber yeniden kurgulamayı, deneyim paylaşımını ve kadın dayanışmasını güçlendirmeyi hedefliyor. Sergide yer alan sanatçılar alfabetik sıra ile Ada Tuncer, Arzu Arbak , Arzu Yayıntaş, Ecem Yerman, Ece Eldek, Elif Varol Ergen, Fatoş İrwen, Gizem Aksu, Gökçe Deniz Balkan, Güneş Terkol, Işıl Eğrikavuk, Merve Çanakçı, Nancy Atakan, Neriman Polat, Nurcan Gündoğan, Oda Projesi, Özgül Arslan, Seçil Yersel, Sena Başöz, Sevil Tunaboylu, Sezgi Abalı ve Yasemin Nur.

Devamını Okuyun

Yanlış Kuramda Tutsak Kalmak: Translara Yönelik Baskıyı ve Trans Direnişini Yeniden Düşünme

Yazar: Sayı 30 | Ekim 2016 No Comments

Yazar bu makalede, translara yönelik baskının ve trans direnişinin hakim olan trans modelinde var olandan ayrılan bir tanımını savunuyor. Hem “yanlış bedende hapsolma” modelinin hem de trans modelinin neden sorunlu olduğunu gösterirken aynı zamanda bahsedilen bu ilk modelin nasıl direnişçi bir anlatı olarak görülebileceğini açıklıyor. Yeni tanım iki temel fikre sahip. Yazar öncelikle çoklu anlamlar modelini savunmak için María Lugones’in çalışmalarından yararlanıyor, geleneksel tanımın direnişçi anlatıları reddederek egemen anlamları kabul ettiğini iddia ediyor. İkinci olarak da, trans kişileri hilekâr olarak resmeden transfobik temsiller üzerine olan güncel literatürden yararlanarak gerçeklik yaptırımının egemen cinsiyetlendirme pratiklerinin önemli bir sonucu olduğunu ileri sürüyor. Geleneksel yanlış-beden anlatısının gerçeklik yaptırımına direnen bir anlatı olarak görülebileceğini söylüyor.

Devamını Okuyun

Tutku Politikası

Yazar: Sayı 20 | Haziran 2013 No Comments

Seçim süreçleri ihlal edilmiş veya yozlaştırılmış olduğunda, medya iktidar odaklarının eline geçtiğinde ve resmi kurumlar kararlarını şeffaf ve meşru bir şekilde alamadıklarında politik ve ekonomik adaletin tesisi için halklar ne gibi seçeneklere sahiptir? Bu makale, Meksika’dan Wall Street İşgali’ne kadar uzanan günümüz politik hareketlerinde bedenin yeniden yükselişini ve hatta merkezi konumunu açıklamaktadır. Bedene dayalı politik performanslar, duygulanımları (özellikle tutkuları) harekete geçirerek yeni anlamların yaratılmasında ve kültürel değerler, hafızalar ve kimliklerin aktarımında önemli rol oynar. Siyasi partiler seçmenlerini temsil etmekte başarısız oldukça insanlar kendilerini temsil etmeyi performans, sanat ve aktivizm aracılığıyla yeniden öğrenir.

Devamını Okuyun