Bu yazı kadın emeğini, bedenini ve cinselliğini denetleyen pronatalist -yani doğum yanlısı ya da doğurganlığı ve çocuk sayısını artırmayı hedefleyen- söylem ve politikaların sağlık kurumlarına nasıl yansıdığını tartışmayı hedefliyor. Sağlık sisteminin içinden geçtiği neoliberal reform süreçlerini de göz önünde bulundurarak, devletin çoğunlukla doğurganlığı kontrol etmek ve yeniden düzenlenmek amacıyla vaat ettiği ya da bazen bizzat kadınlar tarafından talep edilen üreme sağlığı hizmetlerine odaklanıyor. Yazar saha çalışmasındaki gözlemlerine ve görüşmelerine dayanarak hem hizmetlerinin yapısındaki ve dağılımındaki hem de sağlık çalışanı ile hizmetleri kullanan kadınlar arasındaki ilişkilerdeki değişimleri aktarıyor. Özellikle hamile kadınların tespit ve takip edilmesi için kullanılan elektronik sağlık kayıt sistemlerinin nasıl uygulandığını inceleyerek pronatalist politikaların sağlık alanındaki izdüşümleri üzerine bir tartışma başlatmayı hedefliyor.
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz kasım ayında, kızlı-erkekli öğrenci evlerine dair ‘endişelerini’ paylaşmasının ardından, kızlı-erkekli ev meselesi günlerce ülke gündemini meşgul etti. Bu yazıda, kamuoyunda farklı eksenlerde tartışılan Başbakan’ın kızlı-erkekli ev çıkışının, toplumsal bir kategori olarak gençleri ve de özelde genç kadınları hedef alma hâline dikkat çekiliyor. Kızlı-erkekli ev meselesinin ‘yaşam tarzına müdahalenin’ ötesinde, genç kadın bedenini ve cinselliğini denetlemeye yönelik bir hamle olduğu vurgulanarak, bu müdahaleyi benzer devlet müdahalelerinin yakın tarihine referansla düşünmeye davet ediyor. Dolayısıyla, Türkiye’de devletin gençler üzerinde tahakküm kurma biçimlerinden birinin, ‘ahlaken makbul gençler’ yetiştirme gayreti olduğu ve bu alandaki pek çok devlet müdahalesinin genç kadınların bedeni ve cinselliğini kontrol etmek üzerinden şekillendiği iddia ediliyor. Bu iddia, kızı-erkekli ev tartışmasını merkeze alarak, yakın dönemdeki eğitim ve gençlik politikaları ile devlet elitlerinin ilgili söylemlerinden örneklerle tartışılıyor.
Bu yazıda, kamu spotlarının eğitici misyonu ve taşıdığı propaganda gücü bağlamında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın son dönemdeki kamu spotlarının incelemesi ve özellikle 2011’de Bakanlığın adının değişmesininin ardından farklılaşan politikalarla birlikte kamu spotlarında ön plana çıkan temaların tartışılması hedeflenmiştir. Kamu spotlarında temsil edilen aile yapısı, aile bireyleri ve ortak değerlerinin incelenmesi çalışmanın vurgu noktası olarak belirlendi. Yazıda, içerik analizi yapılan spotlardaki temsiller ve ortaklıklar üzerinden verilmek istenilen mesajlar ve görmezden gelinen noktalar tartışmaya açıldı.
Zülal Nazan Üstündağ, bu makalesinde barış/çözüm sürecine referansla, AKP ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin barış ve çözüm konusunda nasıl ve hangi alanlar üzerinden farklılaştıklarını anlatıyor. Geçtiğimiz dönemde açıklanan demokrasi paketinin anadil konusunu, kadınların, yoksulların, Müslüman olmayanların sorunlarını ve gündemlerini ele alış biçimiyle sorunlu olduğunu ve çözüm sürecini zora soktuğunu söyleyen Üstündağ, bu paketin aynı zamanda AKP ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin barış ve çözüm anlayışları arasındaki farka da işaret ettiğini belirtiyor. Yazıda bu farkın kendini belli ettiği şu üç alandan bahsediliyor: Batı ve Güney Kürdistan’ı da kapsayacak şekilde ortaya çıkan Kürt Ortadoğu siyaseti ile AKP’nin “model” olmak üzerinden geliştirdiği dış siyaset; cinsiyet mücadelesi anlayışındaki derin uçurum ve iktisadi ve toplumsal yapılanmada kendini gösteren farklı projeler.