Skip to main content
Sayı 44 | 2023

Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareketlerle Mücadele: Popülist Bir Feminizme Doğru mu Gidiyoruz?

Çeviren: Öykü Tümer

Bu bölüm[1] toplumsal cinsiyet eşitliğine ve cinsel eşitliğe yönelik saldırılara karşı koyan feminist mücadeleleri incelemektedir. Bölümün odağında çoğunlukla Polonya’daki Siyah Protestolar (Ordo Iuris Enstitüsü tarafından sunulan kürtajın tamamen yasaklanması önerisine karşı 2016-2018 yılları arasında gerçekleşen kitlesel hareket) vardır. Kitlesel direnişin zaman içinde nasıl ortaya çıkıp geliştiği ve kadınların üreme haklarını daha da kısıtlamayı hedefleyen bu plana nasıl başarıyla karşı koyduğu açıklanmaktadır. Bizler Siyah Protestoları, sağ popülizmin yükselişine yanıt veren bir hareket olarak kavramsallaştırıyoruz. İktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi, liberal elitler (“toplumsal cinsiyetçiler” ve feministler de dahil olmak üzere) tarafından ezildiği iddia edilen toplumun çoğunluğunu temsil ettiğini öne sürerken, aslında son derece dışlayıcı ve dar bir “halk” tanımını desteklemektedir. Bu siyasi kurguya, yeni bir siyasi özne oluşturan Polonyalı kadınların kitlesel seferberliği meydan okudu. Bu yeni özne ataerkiye, devlet şiddetine ve sosyal adaletsizliğe karşı çıkan öfkeli kadınlardır. Haklı öfke ile zulme, saygısızlığa ve adaletsizliğe karşı direniş retoriği yoğun duygularla harmanlanarak daha önce eyleme geçmemiş kadınlar arasında yeni bir tür duygusal dayanışma oluşturdu. Benzer feminist hareketler Arjantin, İspanya ve ABD’de ortaya çıktı. Bu gelişmeler, sağ popülizme karşı kadınların liderliğinde oluşan daha geniş bir direniş akımının parçası olarak yorumlanıyor. “Halk” kavramının yeni feminist tanımlaması (yani, popülist bir feminizm) kapsayıcı ve çoğulcu olup sağın öne çıkardığı etno-milliyetçi ve ataerkil imgelere karşı çıkmaktadır.

3 Ekim 2016 günü yağmurlu bir öğleden sonra Varşova’da bir belediye otobüsünde otururken birbirimize şaşkınlıkla baktık. Otobüsteki diğer yolcuların en az yarısı farklı yaşlardan kadınlardı, hepsi siyah giyinmişti ve birçoğunun elinde ıslak şemsiyelerle birlikte feminist flamalar ve pankartlar vardı. Hepimiz aynı amaçla, aynı yöne doğru gidiyorduk, Polonya’da kürtajı yasaklayan yasa tasarısına karşı düzenlenen protestoya katılmaya. Biz de erkekleri mücadelemize çağıran ev yapımı bir pankart taşıyorduk ve biz de şehri boydan boya saran duygu dalgasını hissediyorduk: öfke, umut, coşku ve tuhaf bir dayanışma duygusu. Öyle görünüyordu ki uzun zamandır imkânsız olduğunu düşündüğümüz feminist devrim artık gerçekleşiyordu.

Polonya, 2016 yılının başından itibaren, benzeri görülmemiş ölçekte bir kadın seferberliğine tanık oldu: Toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaların kilit aktörlerinden biri olan Ordo Iuris Enstitüsü tarafından sunulan kürtaj haklarının tamamen yasaklanması önerisine karşı çıkan yürüyüşler, mitingler, grevler, kamusal tartışmalar ve sosyal medya kampanyaları düzenlendi. İlk protesto dalgası 3 Ekim 2016 tarihinde #BlackMonday (#KaraPazartesi) etiketi altında ülke genelinde 200 şehir ve kasabada 150.000 kişiyi harekete geçiren Polonyalı Kadın Grevi (bundan böyle “Grev” olarak anılacaktır) ile zirveye ulaştı. Siyah Protestolar olarak anılan bu gösteriler kullandıkları etkileyici görsellerle [Varşova’nın Kale Meydanı’ndaki “şemsiye denizi” resimleri, siyahlar içindeki sayısız öfkeli kadının yüzleri ve akılda kalıcı semboller içeren radikal pankartlar (bkz. Fotoğraf 1)] uluslararası medyaya damgasını vurdu ve bir yıl sonra 8 Mart 2017 Uluslararası Kadın Grevi sırasında önemli bir referans noktası haline geldi (Graff 2019; Gunnarsson Payne 2020b; Korolczuk vd. 2019; Kubisa ve Rakowska 2018; Majewska 2016; Murawska ve Włodarczyk 2017).

Fotoğraf 1: Polonyalı Kadın Grevi, Varşova Kale Meydanı, Polonya, 2016. Fotoğraf: Agnieszka Graff

Bu bölümde dünya genelindeki kadın hareketlerinin kısa bir özetini sunduktan sonra Polonya’daki Siyah Protestoları ayrıntılı bir şekilde ele alıyoruz.[2] Farklı coğrafyalardaki feminist gelişmelerin kapsamlı bir resmini sunma iddiasında olmamakla birlikte, Polonya hareketinin ulusötesi bağlantılarını, Polonya Kadın Grevinin uluslararası kaynaklarını ve yankılarını öne çıkartıyoruz. Ardından, seferberliğin başarısının kaynaklarını inceliyoruz: Güçlü kültürel sembollerin etkin kullanımı, protestonun Grev olarak tarif edilmesinin etkileri ve esnek, kolaylıkla kişiselleştirilebilen eylem çerçevelerinin kullanımına dayanan seferberliğin bağlantısal mantığının önemi. Son olarak, özellikle katılımcıların kendilerini “sıradan kadınlar” olarak tanımlamalarına, duyguların harekete geçirilmesine ve popülist hareketlerin epistemik karakterinin bir çeşidi olan bedenleşmiş bilginin[3] kullanımına odaklanarak “popülist feminizm” ile ilgili bir argüman geliştiriyoruz (Gunnarsson Payne 2020b; Korolczuk 2020).

Yeni Bir Feminist Örgütlenme Dalgası: Sağ Popülizme Karşı Çıkan Kadınlar

Polonya’daki seferberlik basitçe kürtajın tamamen yasaklanması önerisine karşı kitlesel bir tepki olarak yorumlanabilse de biz bunu sağ popülizme karşı daha geniş bir mücadelenin parçası, feminizmin inisiyatif almaya çalıştığı bu mücadelenin bir aşaması olarak görüyoruz. Polonyalı Kadın Grevinin lider grubu, Hukuk ve Adalet (PiS) hükümetinin karşısındaki daha geniş çaplı muhalefetin diğer aktörleriyle güçlü bağlar kurdu. Feminist organizatörler, özellikle Demokrasiyi Savunma Komitesi (Komitet Obrony Demokracji, KOD) veya Polonya Cumhuriyeti Vatandaşları (Obywatele RP) gibi diğer sivil örgütlerle yakın işbirliği yaparken, Grevin feminist bir hareket olarak özerkliği konusunda da ısrarcı oldular. Bazı durumlarda kürtaj yasağına karşı protestolar KOD gruplarında yer alan kadın ve erkekler tarafından organize edildi. Polonyalı Kadın Grevinin önemli örgütleyicilerinden Marta Lempart, kadın hareketinden önce Wrocław kentindeki KOD yerel yapılarında yer alıyordu ve daha önce feminist örgütlenmeye hiç dahil olmamıştı. Kadın Grevi sembolleri, Gals4Gals[4] pankartları, askılar, “fuck-you-uterus”[5] ve “Fighting Polish Woman”[6] görselleri gibi ayırt edici işaretler taşıyan katılımcıların, 2018’de engellileri desteklemek için düzenlenen protestolar gibi kadın hakları dışındaki nedenlerle de gösterilere katıldıkları ve bazen bu gösterileri başlattıkları biliniyor (Kubisa ve Rakowska 2018). Ancak aktivistler, kadın sorunlarının “demokrasiyi kurtarmak” gibi daha büyük bir amaç uğruna geri plana atılması, feda edilmesi ya da ertelenmesi gerektiği yönündeki beklentiyi reddetme konusunda oldukça tutarlılardı.

Siyah Protestoları, Hukuk ve Adalet yönetimine karşı düzenlenen protesto dalgasından ayıran şey, kadın hareketinin Katolik Kilisesi’nin tahakkümüne açıkça meydan okumasıydı. Meydan okunması gerekenin sadece sağcı popülizm değil, aynı zamanda onun aşırı muhafazakâr müttefikleri ile Katolik Kilisesi’nin siyasi gücü olduğu kadınlar için son derece aşikârdı. Dolayısıyla, Siyah Protestoların Polonya’da Kilise ve devlet arasında gelişen ilişkilerin daha geniş bağlamına yerleştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde protestoların neden 2016 yılında gerçekleştiğini ve nasıl bu kadar güçlü olduğunu anlayabiliriz. 1989’u takip eden yirmi yıl boyunca Katolik Kilisesi Polonya’nın kamusal yaşamında tartışmasız olarak ayrıcalıklı bir konuma sahipti. Din, 1989 sonrası dönemde liberal demokrasinin dengeleyici gücü olarak algılanıyor; piskoposların 2003’te Polonya’nın Avrupa Birliği üyeliğine destek vermemesi halinde, AB’ye asla katılamayacağımız iddia ediliyordu. Bu desteğin bedeli ise 1993 yılında kürtaj konusunda çıkarılan ve aslında Avrupa’daki en katı yasaklardan biri olan uzlaşma yasası adı verilen yasa oldu. AB’ye katılımı takip eden on yıl boyunca bu yasa ana akım medyada nadiren eleştirildi; çünkü, Kilise’nin hâlâ demokrasi ve çoğulculuğun bir müttefiki, aşırı milliyetçiliğin karanlık güçlerini durdurabilecek saygın bir kurum olduğuna inanılıyordu. Dolayısıyla feminizm marjinalleştirildi: Kadınların sessizliği, siyasi elitler ve Katolik Kilisesi’nin barış içinde bir arada yaşaması için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülüyordu. 2013 yılında bu uyum bozuldu. Kilise, Avrupa karşıtı popülist sağa destek vererek liberal demokrasiyle olan bağlarını açıkça kopardı. Bu hamlenin nedenleri kadın hakları ve cinsel azınlıkların hakları ile yakından ilgiliydi: Polonya’da 2013 yılında zirveye ulaşan ve Kilise’den ilham alan bu muhafazakâr toplumsal cinsiyet karşıtı kampanya açıkça Avrupa karşıtıydı.

Kilise’nin Polonya’daki liberal demokrasiye ihanetinin pek çok yönü ve aşaması oldu, ancak bu ihanet kendini en çok 2016 yılında Piskoposluğun “Kürtajı Durdurun” yasasına destek vermesiyle gösterdi. Dolayısıyla, Siyah Protestolar kadın haklarından da toplumsal cinsiyet eşitliğinden de çok daha fazlasıyla ilgiliydi: Bunları mümkün kılan şey, Polonya siyasetiyle kamusal alanının büyük ölçekte yeniden düzenlenmesiydi. Fakat hareket aynı zamanda siyasi kültürdeki bu tektonik değişimin bir parçasıydı ve hatta kadınların tarihinde tarihi öneme sahip bir kırılma noktasıydı. Öfkeli kadınları Polonya siyasi hayatına yeni bir siyasi özne olarak soktu. Kadınlar, kadın hakları merkezli gündemlerinden vazgeçmeyi reddettiler. Muhalifleri (popülist sağ ve Katolik din adamları) tarafından da müttefikleri (PiS karşıtı geniş direniş hareketi) tarafından da utandırılmayı, susturulmayı ya da marjinalleştirilmeyi reddettiler.

Polonya örneği, pek çok akademisyenin paylaştığı, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin modern feminizme karşı bir tepki ya da karşı-hareket olduğu görüşüne meydan okumaktadır (Corredor 2019; Krizsán ve Roggeband 2019). Aslında bu yeni feminist aktivizm dalgası, aşırı muhafazakârlığın ve sağ popülizmin yükselişine bir tepki olarak yorumlanabilir. Toplumsal cinsiyet karşıtlığının bir tepki veya karşı hareket olarak kavramsallaştırılması, feminizmin gelişimi ve kurumsallaşmasındaki bölgesel farklılıkları göz ardı etmektedir. Kitabın önceki bölümlerinde gösterdiğimiz gibi, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler Polonya gibi feminizmin güçlü olmaktan ziyade güçsüz olduğu ülkelerde daha etkili görünmektedir. Bazıları bunun basitçe post-sosyalist ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği konularında Batı’nın “gerisinde kalma” eğilimini yansıttığını iddia etse de biz neoliberalizmin toplumsal ve ekonomik sonuçlarıyla ilgili başka bir açıklama öneriyoruz. Bu kitap boyunca toplumsal cinsiyet karşıtlığının neoliberalizmin sağcı bir eleştirisi olduğunu ileri sürdük. Bu sebeple, 1990’lar boyunca hem piyasa dogmasının hem de bireyciliğin modernleşmenin nihai yolu olarak dayatıldığı Doğu Avrupa’da aşırı muhafazakâr etkinin özellikle güçlü olması kesinlikle bir tesadüf değildir (Ost 2005; Dunn 2004). Muhafazakâr aile değerlerinin bir tür deposu olan Orta ve Doğu Avrupa ile Rusya, aşırı muhafazakâr tahayyülde önemli bir rol oynamaktadır (örn. Bluhm ve Varga 2018). Bu bölüm, bu gelişmelere yöneltilen feminist tepkiyi inceleyerek, yeni bir kadın hareketi dalgasının “halkı” temsil ettiğini iddia ederek ve toplumsal cinsiyet karşıtı aktörleri “elitler” olarak resmederek sağ popülizmi nasıl tersine çevirmeye çalıştığını göstermektedir. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği etrafındaki küresel mücadeleyi açıklayan bir model olarak hareket-karşı hareket çerçevesine itiraz ediyor ve kendimizi bu gelişmeleri popülist bir an[7] çerçevesinde yorumlayan araştırmacıların yanında konumlandırıyoruz (örneğin Biglieri 2020; Gunnarsson Payne 2020b; Roth 2020).

Feminizm ve toplumsal cinsiyet karşıtı hareketi zamansal bir sıralama içinde değil, birbirlerine ve neoliberal koşullara yanıt veren rakip güçler olarak görüyoruz. Bir kronolojide ısrar edecek olsaydık, 2016 yılı civarında Arjantin, İtalya, Polonya, İspanya ve ABD gibi ülkelerde patlak veren yeni feminist aktivizm dalgasının, bu kitapta tartışılan aşırı muhafazakâr ve sağcı popülizmin yükselişine, çeşitli tezahürleriyle toplumsal cinsiyet karşıtlığı ve siyasi liderlerin kadın düşmanlığına bir tepki olduğu iddiasını risk altına sokmuş olacaktık. Bu ülkelerdeki kitlesel protestolar aslında sağın ilerleyişini durdurma çabalarıydı. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2017’de gerçekleşen Washington Yürüyüşü, Donald Trump’ın seçilmesinin ardından yaşanan korku ve öfkeden kaynaklandı (Boothroyd vd. 2017; Gökarıksel ve Smith 2017; Jamison 2017; Moss ve Maddrell 2017; Roth 2020). Benzer şekilde, Brezilya’da son iki yılda binlerce kişi, kadın aktivistlerin ırkçı, homofobik ve yerli halkın haklarına tehdit olarak gördüğü popülist devlet başkanı Jair Bolsonaro’yu protesto etmeye devam etti (Snyder ve Wolff 2019). Polonya’da kadınlar kürtaja erişimin daha da kısıtlanmasını protesto etmek için sokaklara döküldü (Gober ve Struzik 2018; Korolczuk vd. 2019; Majewska 2018). Arjantin, İtalya ve İspanya’da son üç yıldaki feminist eylemler, devlet aygıtlarının göz yumduğu korkunç kadın cinayetleri ve cinsel şiddet vakalarıyla tetiklendi (Barros ve Martinez 2020; Biglieri 2020; Campillo 2019; Chirioni 2019; Di Marco 2020; García vd. 2018; Martinez 2019a; Sutton ve Borland 2019; Szczepańska 2019). Aktivistler, aşırı muhafazakâr örgütlerin ve sağcı popülistlerin çabalarına ve girişimlerine sessiz kalmadılar; örneğin İtalyan Non Una di Meno[8] hareketi, 2019’da Verona’da düzenlenen Dünya Aileler Kongresi’ne tepki olarak bir dizi halka açık toplantı ve tartışmanın yanı sıra kitlesel bir gösteri düzenledi. NUM’un basınla paylaştığı resmî bildirinin yazarları, feministlerin şunları yapmayı planladıklarını belirttiler:

… şehri öfke, kararlılık ve şaşkınlıkla işgal ediyoruz [çünkü]… insan yaşamının değerlerini yücelten bu retorik söyleme rağmen, ataerkinin “efendilerinin” kürtaj hakkına saldırmaları ve geleneksel aile fikrini kutsamaları, şiddet ve baskıya dayalı topyekûn bir toplumsal sistemle iç içe geçmiş durumdadır. […] Savundukları “doğal ailenin” ardında yatan şiddettir (Non Una di Meno 2019b, bizim çevirimiz[9]).

Bu vakaların her birinde, kadın haklarına yönelik saldırılar sağcı popülistler tarafından aşırı muhafazakâr aktörlerle işbirliği içinde, genellikle din yetkilileri ve ulusötesi toplumsal cinsiyet karşıtı ağlarla birlikte yürütüldü. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak ortaya çıkan feminist hareketler kesişimsel olma eğilimindeydi, ağırlıklı olarak genç kadınlardan oluşuyordu ve taban hareketi karakterine sahipti. Genellikle yerel olarak örgütlenen, bağlantısal eylem[10] mantığıyla hareket eden ve sosyal medyanın kolaylaştırıcılığından faydalanan bir yapıdaydılar (Korolczuk 2016). Bu yeni feminist örgütlenme dalgası, işçi sınıfı kadınları, LGBT topluluğu ve yerli halklar da dahil olmak üzere farklı sosyal grupların taleplerine de dikkat çekici bir biçimde özen gösterdi. Bulundukları yerde yerleşik olan bu hareketler hızla birbirlerinin varlığından haberdar oldu ve giderek artan bir şekilde ulusötesi ağlar geliştirerek ortak hedefler ve dayanışma duygusunu paylaştılar.

Bu yeni dalgaya katılan hareketler, feminist değerlerin devlet politikalarına peyderpey dahil olurken kadın hareketlerinin kuramsal açıdan giderek daha sofistike hale gelip elitistleştiği ve bürokratikleştiği Batı demokrasilerindeki feminist ilerlemenin aşina olduğumuz anlatısı tarafından kapsanamayacak özellikler paylaşmaktadırlar (örneğin Hemmings 2011). Yeni feminist hareketler duygusal bir yoğunlukla tanımlanırlar. Belirli bir marjinal gruptan ziyade halkı temsil etme iddiasındadırlar. Bağlama göre bazı gruplar ve ağlar siyasi aktörlerle işbirliği yapsa da, bu yeni kitle hareketlerinde devlet kurumlarına güvensizlik ve onlarla işbirliğini reddetme yaygın bir yaklaşımdır.

Yüzde 99 İçin Feminizm: Bir Manifesto kitabının yazarları, geleceğin feminizminin sadece neoliberalizm karşıtı değil, aynı zamanda tamamen anti-kapitalist olması gerektiği varsayımına dayanarak bu yeni akımın tanımını şöyle yapıyorlar:

Yaşadığımız şey toplumun tamamının krizidir. Kesinlikle sadece finans alanıyla sınırlı değildir, aynı zamanda iktisat, ekoloji, siyaset ve “bakım” alanlarının da krizidir. Bu, bütün bir toplumsal örgütlenme biçiminin genel bir krizi olup temelde kapitalizmin, özellikle de bugün içinde yaşadığımız vahşi kapitalizmin krizidir: küreselleşen, finansallaşan, neoliberal kapitalizm (Arruzza vd. 2019: 16).

Cinza Arruzza, Tithi Bhattacharya ve Nancy Fraser, grevin yeni feminist aktörler tarafından bir protesto biçimi olarak benimsenmesine dayanarak, hareketin özünde anti-kapitalist olduğunu ve çökmekte olduğunu düşündükleri liberal feminist hegemonyanın yerini almış olduğunu iddia etmektedirler (2019: 82). Ancak bu gerçekten doğru mu? Her ne kadar yazarların dünyanın durumuna ilişkin teşhislerine, mesela sol-feminist dünya görüşlerine, katılsak da böyle bir görüşün yeni kitlesel protesto dalgasının çoğu katılımcısı tarafından ezici bir çoğunlukla paylaşıldığına tam olarak ikna olmuş değiliz. Ekonomik sömürü, bakım krizi ve güvencesizlik sorunları gerçekten de aktivistler tarafından sıklıkla dile getiriliyordu, ancak bunlar açıkça anti-kapitalist terimlerle bir çerçeveye yerleştirilmedi. İtalyan Non Una di Meno hareketi kendi programını açıkladığı metinlerde radikal sol bir yaklaşım sergilemektedir: Bu hareket “toplumun radikal dönüşümünü amaçlayan transfeminist, kesişimsel, ırkçılık karşıtı, anti-faşist ve anti-kapitalist politik […]” bir oluşum olduğunu iddia etmektedir (Non Una di Meno 2019a). Solcu kesişimsel yönelim eğilimi Latin Amerika ve İspanya’da da belirgindir, ancak orada bile bazı feministler hareketin kapitalizm karşısındaki konumu konusunda ikirciklidir. Arjantinli aktivist Paula Valera, manifestonun yazarlarıyla yaptığı bir söyleşide “NiUnaMenos[11], henüz, kendisini net bir anti-neoliberal gündeme sahip bir oluşum olarak konumlandırmıyor; anti-kapitalist bir söylemi yok” diyor (Arruzza ve Bhattacharaya 2019). Polonya gibi ülkelerde yeni feminizm dalgasının ne ölçüde anti-kapitalist olduğu da tartışmalıdır. Birçok ülkede kadın protestoları, sağ popülizm ile stratejik bir ittifaka giren köktendinciliğe tepki olarak patlak vermiştir (Hem sağ popülizm hem de köktendincilik kendilerini insanları küresel kapitalizmin aşırılıklarına karşı koruyan güçler olarak göstermeye çalışmaktadır). Bu iddialara yanıt oluştururken, feministler, halktan yana pozisyon alma eğilimindeydiler ancak açık anti-kapitalist argümanlar genel kuraldan ziyade istisna teşkil ediyordu.

Pek çok akademisyen, çağdaş feminizmin hem sağ popülizme meydan okuduğunu hem de onun çoğunlukçu yaklaşımını ve elitizm karşıtı söylemini benimsediğini gözlemlemektedir (Emejulu 2017; Gunnarsson Payne 2020a, 2020b; Hall 2019; Snochowska-Gonzalez ve Ramme 2018). Julia Roth ikna edici bir biçimde “yeni feminist hareketlerin ortak noktasının, toplumsal cinsiyetin sağcı mobilizasyon için merkezî bir platform haline gelmesine karşı güçlü bir muhalefet olduğunu ve bu muhalefetin bir dizi sağcı toplumsal cinsiyetlendirme[12] modelinde gözlemlenebileceğini” savunmaktadır (2020: 252). Başka bir ifadeyle, yeni feminizm yalnızca sağcı popülistler tarafından toplumsal cinsiyet alanında önerilen belirli yasal değişikliklere değil, aynı zamanda kamusal alanın yeniden erkekleştirilmesi, korkunun cinsiyetlendirilmesi ve femomilliyetçi[13] söylemler de dahil olmak üzere daha geniş kültürel değişim kalıplarına yanıt vermektedir.

Kendi araştırmalarımız ve aktivist deneyimlerimiz bizi Siyah Protestolar olarak bilinen hareketliliğin gerçekten de Mouffe (2018) tarafından kuramsallaştırılan “sol popülizmin” cinsiyetlendirilmiş bir versiyonu olan “popülist feminizm” olarak görülebileceği sonucuna götürdü. Böyle bir kavramsallaştırmayı ilk öneren biz değiliz: Mevcut araştırmalar, Siyah Protesto katılımcılarının kendilerine dair algılarının, kibirli bir ataerkil elite karşı isyan eden bir halk olan “sıradan kadınlar” oldukları fikri etrafında birleştiğini göstermektedir (Gunnarsson Payne 2020a; Snochowska-Gonzalez ve Ramme 2018). Arjantin, İtalya ve İspanya da dahil olmak üzere diğer ülke bağlamlarında ortaya çıkan çalışmalar, feminist gündemi sol-popülist terimlerle ifade etme eğiliminin dünya çapında mevcut olduğunu göstermektedir (Biglieri 2020; Di Marco 2020; Emejulu 2017). Bu bulgular, Chantal Mouffe’un (2018) sağ popülizme etkili bir şekilde karşı çıkmanın tek yolunun sol-popülist bir söylem geliştirmek olduğu yönündeki önerisiyle örtüşmektedir. Benzer bir şekilde, Graciela Di Marco ve Baltic Wolds dergisinin “Women and the People” [Kadınlar ve Halk] (2020) başlıklı özel sayısında yer alan diğer yazarlar, çağdaş kadın hareketlerinin stratejisini milliyetçi, kadın düşmanı ve yabancı düşmanı siyasi toplum vizyonuna sol popülist bir meydan okuma olarak kavramsallaştırmaktadırlar. Yeni “popüler feminizm,” ataerkil efsanelerin yapı sökümüyle ilgilenen ve kendi çetrefilli kimliği üzerinde duran sofistike bir entelektüel tasarı değildir. Daha ziyade, sağ popülist güçler tarafından dayatılan etnik milliyetçi “halk” tanımını reddederek güçlü duyguların kolektif ifadesine, kapsayıcı sembollerin ve bedenleşmiş bilginin üretimine müdahil olmaktır. Bu bölümün sonuç kısmında bu iddiayı yeniden ele alarak kuramsal temellerini ve çıkarımlarını özetleyeceğiz.

Siyah Protestoların Hikâyesi: Polonya’da Aşırı Muhafazakâr Gündeme Karşı Seferberlik

Siyah Protestoların hikâyesi, iki grup vatandaşın sivil inisiyatif yoluyla mevcut kürtaj yasalarını değiştirmeye çalışmasıyla başladı. Polonya’da sivil toplum aktörleri parlamentoda görüşülmek üzere bir yasa tasarısı sunabilirler, ancak yasalar öneride bulunan grubun önce kayıt yaptırmasını ve ardından üç ay içinde 100.000 imza toplamasını gerektirmektedir. 14 Mart 2016 tarihinde “Kürtajı Durdurun” adlı yasama girişimi Polonya Parlamentosu’na kaydını yaptırdı ve Ordo Iuris Enstitüsü tarafından agresif bir lobi faaliyeti yürüttü.

Önerilen yasa, ceninin ciddi düzeyde zarar görmesi de dahil olmak üzere her koşulda kürtajı yasaklamayı amaçlıyor ve kürtaj yaptıran kadınlar için beş yıla kadar varan hapis cezası öngörüyordu. Ceninin zarar görmesi, mevcut mevzuat uyarınca kürtajın yasal olduğu üç koşuldan biridir ve Polonya’daki yasal kürtajların büyük çoğunluğunun yasal gerekçesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla önerilen mevzuat değişikliği, haklı olarak ülkede kürtajın etkili bir şekilde yasaklanmasıyla sonuçlanacak bir girişim olarak algılandı. Yasa kabul edildiği takdirde, kadınlar sadece engelli çocukları değil, aynı zamanda doğumdan kısa bir süre sonra ölmeye mahkûm bebekleri de doğurmak zorunda kalacaktı. Dahası, doktorların kürtajı kolaylaştırmaktan yargılanma korkusuyla doğum öncesi testleri önermeyi bırakacaklarına ve istem dışı düşüklerin cezai soruşturmalara tabi tutulacağına inanmak için de sağlam nedenler vardı. Bunlar Polonya standartlarına göre bile aşırıydı. 2016 yılından önce iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi de Polonya Piskoposlar Konferansı da kadınların kürtaj nedeniyle hapse atılması fikrini desteklememişti. Ancak mart ayının son günlerinde Katolik Kilisesi Piskoposluğu bu girişimi destekleyen resmî bir açıklama yaptı ve Başbakan Beata Szydło önerilen yasaya kişisel desteğini ifade etti. “Kürtajı Durdurun” girişiminin yasalaşması tehdidi son derece gerçekti.

Feminist gruplar alarma geçti ve 1 Nisan 2016’da Facebook’ta Gals4Gals (Dziewuchy Dziewuchom) grubunun ortaya çıkmasıyla karşı hareketlenmeler başladı. Bu grup saatler içinde binlerce üye topladı ve takip eden birkaç gün içinde düzinelerce yerel grubun kurulmasına neden oldu. 3 Nisan’da sol görüşlü Birlikte (Razem) partisi “Kadınlara işkenceye hayır” sloganı altında ilk gösteriyi düzenledi. Katılımcılar, merdiven altı kürtajların dehşetini anımsatan uluslararası bir sembol olan tel askılarla silahlanmıştı. Kadınların ayin devam ederken kiliseden çıkıp gittiklerini gösteren bir video sosyal medyada dolaşmaya başladı; kadınlar ülkenin birçok yerinde kiliselerde piskoposlar bildirilerini okumaya devam ederken gösterişli bir tavırla salondan ayrılıyorlardı. Farklı gruplar ve bireyler küçük ölçekli yaratıcı eylemler başlatmaya girişti; bunlar arasında Başbakan’ın ofisine tel askı içeren paketler göndermek ve hükümetin kadınların bedenlerini kontrol etme çabalarına ironik bir yorum olarak Facebook profilinde #ZorDönem (#TrudnyOkres) etiketi altında kadınların âdet döngüleri hakkında ayrıntılı bilgiler yayımlamak da vardı. Birbiri ardına gelen bu girişimlerin birçoğu feminist aktivistler tarafından başlatılmış olsa da bazıları böyle bir deneyimi olmayan kişiler tarafından başlatılmıştı. Üç eski başbakanın eşleri de önerilen yasaya karşı olduklarını ve bunun yerine mevcut yasayı desteklediklerini açıkladılar.

13 Nisan’da sol görüşlü politikacı Barbara Nowacka liderliğindeki bir grup aktivist, kürtajı yasallaştırmayı ve cinsel eğitim ve doğum kontrolüne erişimi garanti altına almayı amaçlayan “Kadınları Kurtarın” adlı yasama girişimini tescil ettirdi. Böylece çatışmada yeni bir aşamaya geçilmiş oldu: İki rakip komite artık kendi yasa tasarıları için aynı anda imza toplayacaktı. “Kürtajı Durdurun” temmuz ayında 400.000 imza toplarken, “Kadınları Kurtarın” ağustos ayında 215.000 imza topladı. Aradaki fark, kürtaj karşıtı grupların kiliselerde, kilise papazlarının aktif desteği (ve çoğu zaman baskısı) ile imza toplamasıyla açıklanabilir. Parlamentonun bu iki girişime verdiği tepki, Polonya’da Kilise’nin siyasi gücü hakkında çok şey söylemektedir. 23 Eylül’de “Kadınları Kurtarın” girişimi tartışılmadan reddedilirken, “Kürtajı Durdurun” daha fazla çalışma yapılması için komisyonlara yönlendirildi. Ertesi gün, Polonya’nın en ünlü aktrisi Krystyna Janda, 1975’teki İzlanda Kadın Grevini hatırlatan ve seferberlik çağrısında bulunan bir Facebook paylaşımı yaptı.  Sosyal medyadaki #czarnyprotest ve #BlackProtest etiketleri aynı zamanda tüm bu hareketliliğin popüler adı oldu. Wrocław mitingi sırasında Marta Lempart adlı bir konuşmacı 3 Ekim’de ülke çapında kadın grevi çağrısında bulundu. Lempart, Natalia Pancewicz ile, hareketin ulusal ve uluslararası bağlantısal yönetici kadrosunun merkezi olacak olan Facebook profili Polish Women’s Strike’ı [Polonya Kadın Grevi] kurdu. Dahası, bu site hareketin “yardım masası” olarak tanındı, medya için iletişim noktası oldu ve bölgesel gruplar için model işlevi üstlendi (Gober ve Struzik 2018: 133).

3 Ekim Kadın Grevi, Siyah Protestoların tartışmasız en büyük başarısı ve en unutulmaz etkinliğiydi. İkonik statüsünü kısmen kısa sürede sosyal medyayı dolduran görüntülerin güzelliğine borçludur: yukarıdan çekilen şemsiye denizi ve siyahlar giymiş, sırılsıklam ve gözle görülür bir şekilde neşeli binlerce kadın. Katılımcıların giydiği siyah kıyafetler, kadınların üreme hakları için yas tutmanın bir işareti olarak tasarlanmıştı, ancak üzerinde durmaya değer ek bir sembolik boyut daha vardı: Siyah Protestolar, 1861’de Rus karşıtı gösteriler sırasında siyah giyen Polonyalı kadınların gösterisini de hatırlatıyordu (bkz. Graff 2019: 485; Kowalczyk 2018: 14). Şemsiye, protestoların en popüler sembollerinden biri haline gelecek ve katılımcıların giydiği siyah kıyafetler gibi ilave sembolik anlamlar taşıyacaktı. Polonya kadın tarihinin en önemli efsanelerinden biri (Her ne kadar tarihçiler tarafından tartışılsa da kolektif tahayyülde yerleşiktir) Kasım 1918’de bir grup sufrajetin Devlet Başkanı Józef Piłsudski’nin villasının önünde toplanarak (rivayete göre) ona yeni cumhuriyette kadınlara oy hakkı verilmesi gerektiğini hatırlatmak için şemsiyeleriyle pencerelere vurmalarıdır. Yağmur sayesinde bu sembol yeniden canlanmış ve kısa süre sonra hareketin ikonografisinde ve söyleminde her yerde bulunur hale gelmişti (popüler “şemsiyelerimizi katlamayacağız” sloganında olduğu gibi).

Varşova mitingine 30.000’den fazla kişi katıldı ancak Varşova o gün yaşananların sadece küçük bir kısmıydı. Kim yerlerde 10.000’den fazla kişinin katıldığı 150 şehir ve kasabada gösteriler düzenlendi. Dayanışma etkinlikleri Avrupa’nın 29 ülkesindeki 49 şehirde ve başka yerlerde gerçekleşti (Gober ve Struzik 2018: 137). Polonya tarihinde ilk kez, bir protestoya katıldığı fark edildiği anda işyerinde ve evinde sorun yaşayacak olan, küçük kasabalarda yaşayan kadınlar gösteriler düzenledi. Polonya’nın dört bir yanında kadınlar (çoğu zaman işverenlerinin rızasıyla, ancak bazen de ciddi riskler alarak) işe gitmediler ve bunun yerine ülkenin dört bir yanındaki sayısız mitinge katıldılar. Binlerce kişi de işe siyah giyerek gitti.

Grevden bir ay sonra yapılan bir anket, protestoların etkileyici yankısını ve popülaritesini ortaya koymuştur: Nüfusun % 90’ı Grevden haberdardı; kadınların %64’ü ve erkeklerin %52’si ilgi ve desteklerini beyan etti; kadınların %17’si ve erkeklerin %6’sı desteklerini göstermek için 3 Ekim’de siyah giyindiklerini söyledi; kadınların %4’ü gösterilere bizzat katıldıklarını söyledi (CBOS 2016). Bir başka ankete göre, 2016 yılı son 28 yılın en yüksek toplumsal protesto katılımına sahne oldu (Kowalska ve Nawojski 2019: 53). Siyasi açıdan da Grev başarılı oldu: “Kürtajı Durdurun” yasası parlamento görüşmelerinden geri çekildi. Bu, Hukuk ve Adalet hükümetinin kamuoyu baskısı altında attığı ilk geri adımdı. Kilise de nihayetinde bu girişime verdiği desteği geri çekti.

Kara Pazartesi, örgütleyenlere ve katılımcılara hareketin gücü konusunda baş döndürücü bir his verdi. Kara Cuma (23 Mart 2018) olarak bilinen kürtaj karşıtı yeni yasama girişimine yanıt niteliğindeki bir sonraki büyük seferberliğe giden çok sayıda girişimin başlangıç noktası oldu. İki büyük protesto arasındaki dönemde, siyasi kavganın her iki tarafı da strateji oluşturma faaliyetlerine girişti. Hükümet, engelli bebek doğuran kadınlar için özel mali destek sağlayan bir kanun çıkardı, acil doğum kontrol yöntemleri fiilen yasaklandı ve kadın STK’larına karşı doğrudan baskıcı eylemler (polis baskınları da dahil) yapıldı. Bu arada kadınlar örgütlenmeye devam ettiler: Acil doğum kontrol yöntemlerinin yasaklanmasına karşı protestolar ve Dünya Kadınlar Günü’nde (Uluslararası Kadın Grevi ile dayanışma içinde) ve 2017 Anneler Günü’nde yürüyüşler düzenlendi. Acil desteğe ihtiyacı olan kadınlara danışmanlık vermek üzere bir doktor ağı kuruldu (Lekarze Kobietom, Doctors4Women[14]). 2017 yazında, kadın aktivistler bağımsız mahkemeleri savunmak için düzenlenen sokak protestolarında merkezî bir rol oynadılar ve (Margaret Atwood’un klasik romanından esinlenerek) damızlık kız kılığına girerek Donald Trump’ın Polonya ziyaretini protesto ettiler.

Zaman içinde kadın protestoları önemli ölçüde radikalleşti. Mart 2017’de aşırı muhafazakâr güçlerin bir kez daha kürtaj yasağını önermesinin ardından, Polonya’nın dört bir yanından gelen protestocular kısmen militarist bir söylemle Varşova’ya akın ettiler. En çok öne çıkan sloganları “Idziemy na Nowogrodzką” (“Nowogrodzka caddesini almak için yürüyoruz” – Hukuk ve Adalet karargâhı) idi. Bu, Polonya tarihinde kadın haklarını savunmak için düzenlenen en büyük gösteriydi, kişi sayısı 50.000 ila 90.000 arasında değişiyordu. Pankartlar ve konuşmalar özellikle Katolik Kilisesi’ni hedef alan yeni bir öfke düzeyini gösteriyordu: “Din hakkında ben karar veririm, din benim hakkımda değil,” “Benim rahmim senin şapelin değil,” “Terör değil seçim özgürlüğü,” “Kilise yönetiminin[15] canı cehenneme.” Bazı pankartlar kilisedeki pedofili skandallarına gönderme yapıyordu: “Hey rahip! Eteğinin altına bakmıyorum” “Yürü git kendi organlarınla oyna.” Bu yürüyüşte ve diğer birçok yürüyüşte görülen favori bir başka pankartta ise şunlar yazıyordu: “Düşünüyorum, hissediyorum, karar veriyorum.” Bir önceki yılın Kara Pazartesi’sinde olduğu gibi, bu protestonun neticesi de ancak geçici bir zafer oldu. Haziran ayında bu gerici yasa reddedildi, ancak o günlerde de herkesin içten içe bildiği ve bu yazının yazıldığı günlerde de geçerli olduğu üzere, yasayı savunanlar yeniden deneyeceklerdi. “Şemsiyelerimizi katlamıyoruz” sloganının sosyal medyada hâlâ dolaşması da işte bu mücadelenin henüz bitmediğinin açık bir işareti.

Küresel Bağlamda Yerel Mücadele

Polonya vakası daha yaygın, ulusötesi bir bağlamda ele alınmalıdır. Sonuçta, Polonya’daki toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyanın ikinci aşaması olan “Kürtajı Durdurun” kampanyası, dünya çapında kadın haklarını geriletmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçasıydı. Küresel toplumsal cinsiyet karşıtı ağlar için, sağ popülistler tarafından yönetilen ve nüfusun çoğunluğu Katolik olan Polonya, bu ağların “ölüm kültürü” olarak algıladığı şeye karşı radikal çözümler üretebilecek umut verici bir deneme tahtasıydı ve Ordo Iuris Enstitüsü yerel ile ulusötesi arasında bağlantı kuran önemli bir oyuncu haline geldi. Küresel bağlam, mücadelenin feministler cephesinde de önemliydi. Sınırları aşan işbirliği, aktivistlerin mücadelelerini demokrasi, eşitlik ve adaleti savunmaya yönelik daha geniş çaplı bir girişimin parçası olarak konumlandırmalarını sağladı.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Polonya, İtalya ve İspanya da dahil olmak üzere birçok ülkedeki kilit olaylar “grev” pankartı altında gerçekleştirilmişti. Polonya’da bir protesto biçimi ve hareketin her şeyi kapsayan sloganı olarak grevin seçilmesi, İzlandalı kadınların 24 Ekim 1975’teki grevinden esinlenmişti. Bu olay ikinci dalga feminizmin en görkemli mücadelelerinden biriydi: Ülkedeki kadın nüfusunun %90’ı o gün işe gitmedi ve kadın emeğinin gerçek değerini ve vazgeçilmezliğini göstermek için hiç ev işi yapmadı. Bu durum, dışarıdan hiçbir kurumsal finansman almayan özgün bir taban hareketi olan Polonyalı Kadın Grevinin, mücadelenin daha geniş bağlamına dair keskin bir farkındalığa sahip olduğunu gösteriyor. Ancak Polonyalı feministler için grev kelimesini kullanmak, Dayanışma hareketinin komünist rejime karşı verdiği mücadeleyle de bir bağlantı kurmak anlamına geliyordu (Kubisa ve Rakowska 2018; Majewska 2019).

Sosyal medya sayesinde ortaya çıkan yerel gruplar birbirleriyle bağlantı kurmakla kalmadı, aynı zamanda diğer ülkelerdeki aktivistlerle de kalıcı, ulusötesi bağlantılar kurdu. Polonyalı Kadınların Grevi dünyanın dört bir yanındaki kadınlardan çevrimiçi destek aldı ve kadınlar tek başlarına ya da gruplar halinde dayanışma işaretleri taşıyan fotoğraflarını paylaştılar. Bu görüntüler Polonya’da “yalnız olmadığımızın” kanıtı olarak yankı buldu. Ülke içindeki seferberlik, yurtdışında yaşayan ve yaşadıkları her yerde dayanışma protestoları düzenleyen Polonyalı kadınlardan oluşan büyük bir “ulusötesi feminist diasporanın” oluşmasına da yol açtı. Greta Gober ve Justyna Struzik’e göre bu deneyimin katılımcılar üzerinde dönüştürücü bir etkisi oldu. Dayanışma ve evdeki “kız kardeşlerine” karşı sorumluluk duygusunun rehberliğinde Polonya’yla ve birbirleriyle yeni bağlar kurdular ve yeni bir feminizm tanımıyla ortaya çıktılar (2018: 143). Ulusötesi bağlantılar hem sınır ötesi dayanışmanın ifade edilmesinde hem de toplumsal cinsiyet karşıtı aktörlerin farklı ulusal bağlamlardaki faaliyetleri hakkında bilgi alışverişinde bulunulmasında etkili oldu. Non Una di Meno tarafından Verona’da düzenlenen kamusal tartışmalar sırasında yazarlardan biri (Elżbieta Korolczuk) akademik bir panel sırasında Polonya’daki son gelişmelerin analizini sunarken, aynı zamanda genel kurul toplantısında Polonya kadın hareketini temsil etti.

Kara Pazartesi 1975 yılında İzlanda’da gerçekleşen Kadın Grevini örnek alırken, Polonya Kadın Grevi de 2017 Uluslararası Kadın Grevine ilham kaynağı oldu. 9 Ekim 2016 gibi erken bir tarihte, (Marta Lempart ve Klementyna Suchanow gibi Polonyalı aktivistler tarafından kurulan) Black Protest International [Uluslararası Siyah Protesto] adlı Facebook grubu, kadınların cinsel hakları ve bağımsızlığı için küresel bir seferberlik çağrısında bulundu:

Kız Kardeşler ve Erkek Kardeşler! Tecavüz kültürü bağlamında kadın hakları konusunda hâlâ yapılması gereken ne kadar çok şey olduğunu gösteren çirkin bir hatırlatma. Hisseden ve düşünen bedenlerimizi, elimizdeki gücü gasp edenlerden geri almalıyız. Trump, dünya çapında görünür olan çarpıcı örneklerden yalnızca biri, ancak haberlere yansımayan çok daha fazla şiddet olayı yaşanıyor. Julian Assange, Dominique Strauss Kahn ve Roman Polanski gibi güçlü erkekler tarafından işlenen tecavüzlerin, tecavüzcülerin yüksek sosyal ve siyasi konumları ve erdemleri gerekçesiyle kamuoyu önünde nasıl mazur görüldüğüne inanmak zor. […] Bu deneyimden ders çıkaralım ve sesimizin solmasına izin vermeyelim! (Gunnarsson Payne 2020b: 13)

Polonya’da ortaya çıkan sloganlar ve grafikler, 9 Ocak 2017’de Washington’daki Kadın Yürüyüşü de dahil olmak üzere tüm dünyada yankı buldu. Kara Pazartesi’den iki hafta sonra, 16 yaşındaki Lucía Pérez’in öldürülmesine tepki olarak #NiUnaMenos 19 Ekim 2016’da Arjantin’de kadın kırımına karşı protestolar düzenledi. Benzer gösteriler Meksika, El Salvador ve Şili’de de düzenlendi ve Brezilya’daki #NiUnaMenos grevinin yolunu açtı (27 Ekim 2017). Gunnarsson Payne’nin (2020b) belgelediği üzere, bu eylemlerde Siyah Protestoların sloganları ve görselleri kullanıldı, bu da yerel mücadelelerin her birini çok daha uzun bir feminist tarihin içine yerleştiren ve katılımcılara ortak bir kimlik duygusu veren bir tür “fantezi yankı” etkisi yarattı. Böylesi bir yankıya örnek olarak Polonyalı aktivistlerin kadınların ataerki altında çektikleri acılara gönderme yapmak için tel askıları kullanmaları verilebilir. Başlangıçta ABD’de Roe vs Wade[16] öncesi dönemde kendi kendine yapılan kürtajların sembolü olarak kullanılan tel askılar, yasadışı kürtajların jinekolog muayenehanelerinde ya da yurtdışında yapıldığı Polonya’da kadınların öfkesini ve dayanışmasını simgeler hale geldi. Gunnarsson Payne, feminist tarihçi Joan Scott’la benzer bir şekilde şunu iddia ediyor:

Fantezi, başarılı bir siyasi seferberliği anlamak için çok önemlidir. Siyasi bir davaya yoğun bir duygusal bağlılığın oluşması için, öznenin içinde yer aldığını hayal ettiği bir anlatı oluşturması ve özdeşleşmeye başlaması gerekir. Fantezi tam da bu noktada devreye girer. (2020b: 11)

Bu fantezi ortak bir baskı ve dayanışma duygusuna dayansa da yaygınlaştırılması eşgüdümlü çabalar gerektiriyordu.

Polonyalı feministler aynı zamanda uluslararası feminist sesleri de kendi seslerine ekliyorlardı. Sadece sembollere, Uluslararası Siyah Protestonun aşağıdaki Facebook açıklamasında olduğu gibi ikonik feminist öncüllere de atıfta bulunuyorlardı:

Kadınların uluslararası dayanışmasının güçlü bir siyasi araç olduğunu göstermek istiyoruz.

Audre Lorde’un “Bizzat kullanmadığınız her güç size karşı kullanılacaktır” sözlerini hatırlayalım. Lorde’un “ortak hayatta kalma” kavramını hatırlayalım; her bir bireyin hayatta kalmasının ve esenliğinin başkalarının hayatta kalmasıyla ve esenliğiyle ilişkili olduğu fikrini. Birlikte duralım ve mücadele araçlarını birlikte hayal edelim! (Uluslararası Siyah Protesto)

2016’dan önce Polonya kadın hareketi kendisini bir şekilde Avrupa’dan izole edilmiş, Katolik Kilisesi’nin ülkedeki siyasi gücü nedeniyle Batı’daki kadınların umutsuz gördüğü “özel bir vaka” olarak algılamıştı. 2016 ve 2017’deki kitlesel protestoların ardından bu artık geçerli değildi. Polonyalı Kadın Grevi liderleri 2017 yılında Uluslararası Kadın Grevini koordine etmek için çaba sarf etmiş ve bu geniş çaplı hareketi başlatmış olmaktan gurur duymuşlardı. Hareketin resmî internet sitesinde yayımlanan Polonyalı Kadın Grevinin kadın-tarihi[17] anlatısında bu başarı önemli bir yer tutmaktadır. Polonyalı Kadın Grevi lideri Marta Lempart sık sık hareketin taban hareketi olduğunun ve Polonyalı aktivistlerin bu küresel girişimin koordinasyonundaki anahtar rolünün altını çizdi (örneğin, 2019’da Wittichová). Aktivistler diğer ülkelerdeki feminist mücadeleleri, özellikle de İrlanda’daki yasal kürtaj kampanyasını[18] yakından takip etmiş ve hareketin stratejileri iki ülkede farklı olsa da bir dizi dayanışma eylemi düzenlemişti. İrlanda’da “Kendini onun yerine koy”[19] kampanyası sayısız kadının kişisel kürtaj deneyimlerini aktarmasına yol açarken, Polonya’da benzer bir girişim başarısız olmuş ve kürtaj hikâyelerini açıklayan kadınlar büyük tepkilerle karşılaşmışlardı (Cullen ve Korolczuk 2019).

Polonyalı aktivistler ayrıca kürtajın yasak olduğu ülkelerde yaşayan kadınların deneyimleri hakkındaki bilgiyi yaygınlaştırdılar. En sık gündeme gelenler El Salvador ve Nikaragua oldu. Polonyalı feministler ve Uluslararası Af Örgütü aktivistleri, cinayet olarak nitelendirilen yasadışı bir kürtaj yaptırdığına mahkemenin karar vermesinin ardından El Salvador’daki bir hapishanede 30 yıla mahkûm edilen Evelyn Beatriz Hernández Cruz’un akıbetini kamuoyuna duyurdu.  Çoğu zaman olduğu gibi, ana akım medya kuruluşları da sosyal medyada ortaya çıkan eğilimleri takip ederek bu ülkelerdeki durum hakkında haber yapmaya başladı. Örneğin, günümüz haber akışının döngüsel doğasını yansıtacak şekilde, 9 Nisan 2016 tarihinde Gazeta Wyborcza gazetesi, halihazırda sosyal medyada geniş bir şekilde paylaşılmakta olan El Salvador’daki kadınların durumuyla ilgili kapsamlı söyleşiler yayımladı.

Bu tür hikâyelerin uyandırdığı korku ve öfke, birçok kadının gösterilerde taşıdığı ev yapımı pankartlara yazılan “El Salvador’u burada istemiyoruz” gibi sloganlarda da görüldüğü üzere yaygınlaştı. Bu sloganların da gösterdiği gibi, El Salvador gelişmekte olan ülkelere özgü olduğu varsayılan zihinsel geri kalmışlığın ve “barbar” yasaların simgesi haline gelirken, Polonya “gelişmiş medeni Batı”nın bir parçası olarak hayal edildi. Bu retorik strateji, hareket içinde gerginliklere yol açtı. Bazı feministler hem Polonya hem de El Salvador’da kürtaj yasağını kaldırmak için farklı ülkelerdeki kadınlar arasında ulusötesi dayanışmalar kurmaya odaklanılması gerektiğini iddia etti ve bu ifadeyi son derece sorunlu ve ırkçı bularak eleştirdi. Ancak bu eleştiriler, birçoğu yürüyüşlerde AB bayrakları taşıyan ve “Polonya’dayız, El Salvador’da değil” sloganları atan, dayanışmadan ziyade üstünlük duygusunu dile getiren protestocular arasında geniş yankı bulmadı. Benzer bir dinamik, feminist tartışmalarda “Müslüman kadın” figürünün, kadınların kökten dinciliğin altında ezilmesinin temsili olarak tekrar tekrar kullanılmasında da görülebilir (Bobako 2017): Bazılarına bariz ve haklı, bazılarına ise kabul edilemez görünen bir taktik.

Bu bölünme bize Polonya hareketi içinde ulusötesi kavramının anlamı hakkında önemli bir şey söylüyor: bu bazı kadınlar için her yerdeki ezilen kadınlarla dayanışma anlamına gelirken, diğerleri için bazı batılı feminist söylemlere içkin üstünlük algısını yansıtan, 1980’lerden beri postkolonyal akademisyenlerin (Mohanty 1984) eleştirdiği ve feminizmi femomilliyetçi bir söylem tarafından kuşatılmaya açık hale getiren (Farris 2017) “gelişmiş” liberal Batı’ya aidiyet anlamına geliyor. Tartışmanın kendisi, yerel feminist kimliklerin ve mücadelelerin daha geniş ulusötesi bağlamlara ve çatışmalara açıldığını göstermektedir. Siyah Protestolarla birlikte Polonya’daki feminist kimlik hızla ulusal kimliğin dar sınırlarını aşmış, ayaklanmaya katılanlar kendilerini dünya çapında bir kadın devriminin, yerel olmaktan ziyade küresel olan ataerkil güçlere karşı bir mücadelenin parçası olarak görmüştür. Feminist mücadelenin aktivistleri, katılımcıları ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet etrafındaki daha geniş mobilizasyon modelini inceleyen akademisyenler olarak bu bakış açısını paylaşıyoruz.

Siyah Protestoların Başarısını Açıklamak: Neden Oldu ve Neden İşe Yaradı

Siyah Protesto olgusu şimdiye kadar birçok akademisyen tarafından araştırıldı: Sosyologlar, etnograflar, kültürel çalışmalar alanındaki akademisyenler ve siyaset bilimciler. Nasıl oldu da bu kadar çok kadın bu kadar kısa sürede harekete geçebildi? “Kürtajı Durdurun” yasası neden bu kadar büyük bir öfkeyi tetikledi? Polonya’da “uzlaşma yasası” adı verilen yasanın 1993’te kabul edilmesinden bu yana yasal kürtaj yaptırmak zaten neredeyse imkânsız hale gelmişti. Kullandıkları kuramsal araçlara bağlı olarak akademisyenler bu sorulara farklı cevaplar sundular, ancak tüm çalışmalar protestoların eşitlikçiliğini, duygusal yoğunluğunu, kendiliğindenliğini ve sosyal medyaya yaslanmasını vurguladılar. Önerilen yasa kısıtlayıcı olmaktan ziyade zalim ve insanlık dışı olarak algılandı. Piskoposluktan destek almış olması da önemli bir tetikleyici oldu. Kürtaj yasağı çok daha geniş bir sorun ve şikâyet kümesinin sembolü haline geldi.

Daha sonra kadın isyanı olarak adlandırılacak olan bu hareketin hem ölçeği hem de duygusal yoğunluğu, örgütleyicileri de dahil olmak üzere herkesin beklentilerini aştı. Birçok kişiyi şaşırtan bir başka şey de seferberliğin bir anda yarattığı etkiydi: Grev, tartışmalı tasarının geri çekilmesine ve kadın hareketinin çok büyük çapta canlanmasına yol açtı. Birçok akademisyen bunun aslında Polonya’da feminizmin bir taban hareketi olarak doğuşu olduğu konusunda hemfikir: Kesişimsel, kapsayıcı ve kendi içinde çeşitlilik barındırıyor (Korolczuk vd. 2019; Majewska 2016; Murawska ve Włodarczyk 2017). Binlerce Polonyalı kadın için bu aynı zamanda bir kişisel dönüşüm anıydı: Szczecin’den bir katılımcının bir röportajda söylediği gibi, 2016’dan önce aktivist olmamasına rağmen, şimdi sadece protestolara katılmak için değil, aynı zamanda sahneye çıkmak için de güçlenmiş hissediyordu. “İlk gösterilerden birinde spontane bir şekilde konuşmaya başladım ve insanlar bundan hoşlandı, ilişki kurabildiler, bu yüzden daha sonra örgütleyiciler beni aradı ve konuşmamı istediler” (28 Eylül 2019 tarihli görüşme, bizim çevirimiz). 2016 öncesinde feminizm, esas olarak STK’lar, üniversitelerin toplumsal cinsiyet çalışmaları programları ve büyük ölçüde orta sınıf Kadınların Kongresi (Women’s Congress) etrafında şekillenen, daha radikal sol örgütlerin ve yerel Manifa gibi gayriresmî grupların hem hareket içinde hem de kamusal tartışmalarda tanınma ve etki kazanma mücadelesi verdiği, siyaseten marjinal bir olguydu (Grabowska 2012, Regulska ve Grabowska 2013). 2012’de “toplumsal cinsiyet ideolojisine” yönelik aşırı muhafazakâr saldırılar başladığında, kadınlar ve sol çevreler bu saldırıya karşı koymak için bir dizi strateji uyguladılar. Daha 2013 yılında toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin iddialarını çürütmek, toplumsal cinsiyet eşitliği gündemini teşvik etmek ve toplumsal cinsiyet çalışmalarını meşru bir akademik uğraş olarak savunmak için çaba sarf edilmişti (Duda 2016; Grzebalska ve Soós 2016). Akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları hem genel kamuoyuna hem de belirli gruplara yönelik bir dizi kitap, makale ve öğretmenler için el kitapları yayımladı. Çoğu durumda yazarlar “toplumsal cinsiyet ideolojisine” yönelik saldırılara talihsiz bir yanlış anlama olarak yaklaştı ve bir kavram olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin nüansları ve anlamları üzerine muhaliflerle bir tartışmaya girmeye çalıştı. Toplumsal cinsiyet çalışmaları uzmanları bir yandan Peder Oko gibi kişilerin ana akım medyada yaydığı toplumsal cinsiyetin tehlikelerine ilişkin iddialara karşı koymaya çalışırken, diğer yandan akademisyenlerin, öğretmenlerin ve genel kamuoyunun ilgisini çekmeyi amaçlayan toplantılar, tartışmalar, konferanslar ve çalıştaylar düzenlediler.

Özellikle sosyal medyada öne çıkan bir strateji, hicivli memler, karikatürler ve kabare şarkıları aracılığıyla toplumsal cinsiyet karşıtı söylemin aşırılıklarıyla alay etmek olurken, bazı feminist ve LGBT örgütleri stratejik dava açma yoluna gittiler. Bir başka strateji de 2013 yılında Kadın Kongresi’nin Papa Francis’e bir mektup göndererek onu “Polonyalı Katolik din adamları tarafından kadın haklarına karşı yürütülen eşi benzeri görülmemiş saldırılar” konusunda uyarmasıydı (Kośmiński 2013). Ayrıca, birçok Katolik kuruluşun toplumsal cinsiyet eşitliği standartlarının uygulanmasına yönelik olarak Avrupa Birliği fonlarından yararlandığını gösteren raporlar hazırlandı. 2013 yılında Feminoteka Vakfı, yetkililerden Avrupa Birliği fonlarının tahsisini gözden geçirmelerini ve ardından kriterleri yerine getirmeyen kuruluşların parayı geri vermelerini talep eden, kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir basın toplantısı düzenledi (Grzebalska ve Soós 2016).

Bu stratejilerden bazıları kamuoyunda yankı bulsa da büyük çoğunluğu tepkiseldi ve toplumsal cinsiyet karşıtı grupların sahte iddialarını ortaya çıkarmaya yönelikti. Mevcut sivil toplum yapılarına dayanıyor ve devletten destek alıyorlardı. Ancak bu stratejinin 2015 sonunda Hukuk ve Adalet Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra büyük ölçüde etkisiz kaldığı görüldü. Bugünden geçmişe bakıldığında, toplumsal cinsiyet karşıtı harekete direnmeye yönelik bu ilk çabaların zayıf ve hatta kimi zaman naif ve yanlış yönlendirilmiş (Vatikan yetkililerinin Vatikan’ın iyi niyetine dair muğlak bir güvenceyle yanıt verdiği Papa’ya mektup örneğinde olduğu gibi) olduğu görülmektedir. Bu girişimlerin dikkate almadığı şey ise daha geniş bir siyasi dinamikti: ulusötesi toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin kapsamı ve sağ popülizmle olan bağlantıları. Buna karşılık, Siyah Protestolar kendi gündemi ve kendi siyasi kültürü olan gerçek bir kitle hareketiydi. Grevle birlikte feminizm, radikal bir siyasi retorik ve vatanseverliğe dair sembolleri ele geçirme tutkusuyla öne çıkan, birkaç gün içinde on binlerce kadını harekete geçirebilen ülke çapında bir taban hareketi olarak ortaya çıktı (Graff 2019).

Çeşitli ülkelerdeki feminist hareketlerin pek çok ortak noktası vardı. Bu ortak noktalardan dikkat çekici biri de yeni iletişim teknolojilerinin oynadığı roldür: Kendilerini daha önce aktivist olarak görmeyen insanların toplumsal harekete dahil oluşları, sosyal medyaya katılımlarının sonucudur (Korolczuk 2016). Hareketlerin hızlı büyümesi (kolektif eylemin aksine) bağlantısal eylem kavramı kullanılarak açıklanabilir. Protestoların “büyümesi” internet kullanıcılarının kişiselleştirilmiş katılımı ile mümkün olmuştur ve burada iletişim, örgütsel yapının önemli bir unsuru haline gelmektedir (Bennett ve Segerberg 2013). Bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT) rolü, iletişimi sağlamanın ve kolektif kimlik inşasını teşvik etmenin ötesine geçiyor gibi görünmektedir: Araç, eylem mantığını değiştirmektedir. Küreselleşmeye karşı bir dizi ulusal ve ulusötesi toplumsal hareketi analiz eden Lance Bennett ve Alexandra Segerberg, geleneksel kolektif eylem mantığını izleyen gruplar ve ağlar ile “bağlantısal eylem” mantığını izleyenler arasında bir ayrım yapmayı önerirler (2012, 2013). Geleneksel kolektif eylem, kolektif kimlikler oluşturmak ve geliştirmek için yüksek düzeyde örgütsel kaynak ve çaba gerektirirken, bağlantısal eylem, kaynakların “kişiselleştirilmiş eylem temaları etrafında gevşek kamusal ağların kurulmasını sağlayan sosyal teknolojilerin kullanılması için işlevlendirilmesine” dayanır (Bennett ve Segerberg 2012: 757). Bu da eylemin temel dinamiğini değiştirir; eylem daha esnek ve kişisel hale gelir ve oldukça eklektik ve değişken bir kimlik duygusuna dayanır. Bu yeni eylem mantığı, Polonya’da kürtaj yasağına karşı düzenlenen protestolarda kitlesel katılımı kolaylaştıran kilit faktörlerden biri oldu.

Protestoların hızla büyümesi, kişisel eylem fotoğraflarının veya memlerin, olaya dahil olmayan gözlemcileri nasıl etkili bir şekilde harekete geçirebildiğini göstermektedir. Memler, uyarlanması ve paylaşılması kolay bilgi paketleridir (metinsel ve/veya görsel), bu nedenle farklı gruplar arasında hızla yayılırlar (Bennett ve Segerberg 2012: 745). Kapsayıcılık, mesajın netliği ve duygusal çekicilik, yüksek kişiselleştirme potansiyeli ile birleştiğinde, Siyah Protestolarda memlerin popülerliğinin anahtar unsurlarını oluşturdular. Ana fikir çok basitti: Katılmak için kişinin siyah giydiği bir fotoğrafını #blackprotest [#siyahprotesto] etiketi ile paylaşması gerekiyordu. Karmaşık olmayan ve toplumsal cinsiyeti kapsayan bu formülü kişiselleştirmek kolaydı. Filozof ve feminist aktivist Ewa Majewska’nın (2016) belirttiği gibi bu stratejinin gücü sadece kapsayıcılığında değil, aynı zamanda güçlü bir yaratıcı (imgeler, sloganlar veya stratejilerin yaratıcısı) ile bu yaratımları sadece kabul veya reddedebilen zayıf katılımcılar arasındaki geleneksel hiyerarşik ilişkiye meydan okumasında da yatıyordu. Bu formül katılımcıların başkalarıyla ne paylaşacaklarını kontrol edebilmelerini sağladı: Çoğu katılımcı özenle düzenlenmiş özçekimlerini yayımladı, birçok kadın arkadaşlarıyla, eşleriyle veya çocuklarıyla fotoğraf paylaşmayı tercih etti ve bazıları da grup fotoğrafı çektirdi. Anonim bir versiyonu tercih eden ve favori ünlülerin, medya figürlerinin ve hatta evcil hayvanlarının siyah giysili veya sadece siyah-beyaz fotoğraflarını yayımlayan kişiler de vardı. Çoğu kişi sadece etiket kullanmakla kalmadı, aynı zamanda fotoğrafa kişisel bir mesaj da ekledi: Orijinal konsept, içeriğin değiştirilmesini ve kişiselleştirilmesini sağladı. Bu da insanların duygularını ifade etmelerine, kendi anlamlarını yaratmada etkili olmalarına ve bu anlam üzerinde kontrol sahibi olmalarına olanak tanıdı.

Ana protesto biçimi olarak grevin seçilmesi, hareketin ölçeği açısından büyük önem taşıyordu. Başlangıçta eylemi başlatanlar, kadınları işyerlerini terk etmeye ve sokaklara çıkmaya çağıran tipik bir grev düzenleme olasılığını tartıştılar, ancak bir iç tartışmanın ardından formül çok daha açık hale geldi. Grev, grev yapmak, işe siyah giyerek gitmek, çocuklarının okula ya da anaokuluna siyah giyerek gitmesini sağlamak, rozet takmak, sosyal medyada destekleyici mesajlar yayımlamak, Hukuk ve Adalet Partisi ofislerinin girişini bloke etmek, feminist kitapların toplu okumalarını yapmak ya da üreme hakları üzerine tartışmalar düzenlemek ve hatta Varşova’da yaşayan bazı erkek katılımcıların yaptığı gibi aktivist arkadaşlarına sandviç yapmak gibi bir dizi faaliyeti kapsayan geniş kapsamlı sembolik bir paket haline geldi. Açık formül, insanların düzenli bir grevin gerektirdiği zaman ve enerjinin sadece bir kısmını harcayabilseler bile greve katılmalarına ve ülke çapında bir girişimin parçası olduklarını hissetmelerine olanak tanıdı. Muhtemelen bu durum, ekonomik durumu iyi olmayan kadınlar ile iş olanaklarının azlığı ve muhafazakâr yerel çevrenin kendi dinamikleri nedeniyle üreme hakları gibi tartışmalı konulara alenen girmenin riskli olduğu küçük kasaba ve köylerdeki insanlar için özel bir önem taşıyordu (Kubisa ve Rakowska 2018).

Yukarıda da belirtildiği üzere, Polonya bağlamında grev kavramı, entelektüeller ve aktivistler tarafından desteklenerek komünist yönetime meydan okuyan Polonyalı işçilerin kolektif eylemi olan 1980’deki ilk Dayanışma’nın kahramanlık geleneği ile çağrışımlar taşımaktadır. Julia Kubisa ve Katarzyna Rakowska (2018) tarafından gösterildiği üzere hem Polonya Kadın Grevi’nin hem de 2018 Varşova engelli ebeveynleri protestosunun, her iki girişim de gerçek anlamda bir grev olmamasına rağmen, eylemlerini “grev” olarak adlandırmaları tesadüf değildir:

Üretim (ücretli emek) ve yeniden üretim (ücretli olmayan emek) arasındaki ayrımı reddederek “işin reddi” meselesine daha derin bir anlam kazandırdılar ve hem üreme hakları hem de bakım emeği açısından bunların birbirleriyle ne kadar yakından bağlantılı olduğunu gösterdiler. Bu etkinliğin gücü, grev kavramını devralmasından ve üreme hakları mücadelesiyle ilgili farklı eylemleri birbirine bağlamak için kapsayıcı bir alan sağlamasından kaynaklanıyordu. (2018: 37)

Şimdiye kadar hegemonik anlatılar Leh Valesa (ya da Polonya tarihinin sağcı versiyonunda Lech Kaczyński) gibi ikonik erkek kahramanlara odaklanmıştır. Bu eğilim, komünizm döneminde büyük fabrikalardaki düşük ücret, korkunç çalışma koşulları ve eşitsiz muameleyi protesto etmek için düzenlenen uzun bir kadın grevi geleneği olmasına rağmen (örneğin Łódź şehrinde böyle bir grev düzenlenmişti) devam etmiştir (Fidelis 2010; Mazurek 2010). Ewa Majewska (2016) tarafından açıklandığı üzere, ana akım tarih yazımı kolektif çabanın ve ortak sorumluluğun önemini küçümsemekte, bunun yerine (erkek) karizması, güçlü irade ve kişisel fedakârlık gibi bireysel niteliklerin rolünü vurgulamaktadır. Dayanışma grevlerine ilişkin anlatılar, belirli kahraman figürlerine ve fedakârlık zorunluluğuna odaklanma eğilimindedir. Buna karşılık, Polonya Kadın Grevi’nin hikâyesi, Tanrı, Ulus ya da sadece daha yüksek doğurganlık oranları gibi daha büyük bir iyilik için feda edilmeyi reddeden kadınlar arasındaki kolektif çaba ve dayanışma etrafında birleşmiştir. Majewska (2017) bu yeni kadın protestoları dalgasının bireysel kahramanlıktan ziyade kolektif çabaya ve karizmatik liderlikten ziyade dayanışmaya dayanan “zayıf direniş” paradigmasını takip ettiğini ikna edici bir şekilde savunmuştur.

Diğer bağlamsal faktörler ve siyasi fırsat yapılarındaki değişiklikler de hareketin başarısına katkıda bulunmuştur. “Kürtajı Durdurun” önerisi sosyal açıdan muhafazakâr partilerin hâkim olduğu bir parlamentoya sunuldu ve iktidardaki Hukuk ve Adalet partisi seçimler sırasında kürtaj karşıtı gruplar tarafından desteklendi; bu iki olgu yakın bir tehlike hissine katkıda bulundu. Bu kez parlamentonun kürtajın tamamen yasaklanmasını kabul etmesinin gerçek bir ihtimal olduğuna inanılıyordu. Sertleşen siyasi iklim ve yeni rejimin getirdiği diğer reformlara karşı çıkan vatandaşların harekete geçmesi de önemli bir rol oynadı. Łódź gibi bazı yerlerde PiS karşıtı gruplar, kadın protestolarını düzenleyenlere teknik bilgi aktarımı ile akustik ses sistemi sağlama, mitingler sırasında güvenlik personeli olarak çalışma veya broşür basımı ve bilgilendirme materyallerinin dağıtımı gibi farklı yollardan destek oldu. Yerel bir aktivistin kişisel bir iletişimde açıkladığı gibi:

Burada Łódź’da tüm yurttaş gruplarıyla, KOD’la, eski örgütlerle, herkesle harika bir iletişimimiz var, hiçbir çatışma yok çünkü bu işte birlikte olduğumuzu biliyoruz. (bir toplantıdaki anlatım, Aralık 2016, bizim çevirimiz)

Kadınların kürtaj yasağına karşı protestoları, 2016 öncesinde sıklıkla STK’laşmış ve depolitize olmuş olarak tasvir edilen Polonya sivil toplumundaki dönüşümün bir parçası olarak yorumlanabilir (Jacobsson ve Korolczuk 2017). Sosyal açıdan muhafazakâr ve popülist Hukuk ve Adalet Partisi, toplumsal ve siyasi hayatın hemen her alanında hızla değişiklikler yaparak liberal demokrasinin temel ilkelerini yavaş yavaş ortadan kaldırıyordu. Bu süreçte Polonya toplumu son derece kutuplaştı ama aynı zamanda çok daha katılımcı ve siyasi olarak aktif hale geldi ve sokak protestoları vatandaşlar ile iktidar sahipleri arasında bir iletişim aracı olarak normalleşti. İronik bir şekilde, kendiliğinden gelişen taban örgütlenmelerine karşı derin bir şüphe duyan Hukuk ve Adalet Partisi temsilcileri, Polonya’da ve yurtdışında binlerce kadın ve erkeği harekete geçirmede son derece etkili olduklarını kanıtladılar.

Popülist Feminizm: “Sıradan Kadınların” Olağanüstü Gücü

Feminist hareket, içinde bulunduğumuz popülist iklimin içinde nasıl konumlandırılabilir? Gunnarsson Payne (2020b), Siyah Protestoların eşitlikçiliği ile Chantal Mouffe’un (2018) sol popülizm kuramı arasında bir bağlantı kuruyor. Mouffe popülizmi çatışmanın belirli bir eklemlenmesi olarak tanımlar: “Biz”i halk, karşıt gücü ise kibirli ve yozlaşmış bir elit olarak tanımlayan bir çatışma. Eğer sağ popülizm “halkın” kolektif kimliğini dışlayıcı terimlerle (ortak etnisite, ırk veya ulusa dayalı bir kolektivite olarak) inşa ediyorsa, sol popülizm bunun tam tersini yapar. Bu siyasi strateji,

[…] demokratik talepleri, ortak bir düşman olan oligarşiye karşı bir “biz”, bir “halk” inşa etmek için kolektif bir iradede birleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu, işçilerin, göçmenlerin ve güvencesiz orta sınıfın taleplerinin yanı sıra LGBT topluluğu gibi diğer demokratik talepler arasında bir eşdeğerlik zinciri kurulmasını gerektirir. Böyle bir zincirin hedefi, demokrasinin radikalleşmesine izin verecek yeni bir hegemonyanın yaratılmasıdır. (Mouffe 2018: 24)

Siyah Protestolar, sağcı popülistlere karşı çıkarken, hakları tehlikede olan kadınlar için “halk” kimliğini öne sürerek süregelen siyasi çatışmayı ısrarla yeni bir çerçeveye yerleştirmeye çabaladı. Hareketin sol-popülist çerçevesi içinde sağcı güçler -iyi finanse edilmiş, iyi bağlantıları olan, zalim ve manipülatif- yozlaşmış bir elit olarak konumlandırıldı. Benzer bir siyasi tanımlama diğer ülkelerdeki kadın hareketleri tarafından da kullanılmıştır; örneğin birçok Latin Amerikalı aktivist kendilerini açıkça siyasi, sosyal ve ekonomik elitlere karşı ayaklanan ezilenlerin sesi olarak konumlandırmıştır (örneğin, Biglieri 2020).

Muhtemelen seferberlikle ilgili en dikkat çekici bulgu, aktivistlerin kendilerini “sıradan kadınlar” olarak algılamalarıyla ilgilidir. Jennifer Ramme ve Claudia Snochowska-Gonzalez (2019) tarafından yürütülen ve ülkenin dört bir yanından 95 Kadın Grevi koordinatörüyle yapılan görüşmelere dayanan bir çalışma, aktivistlerin kendilerini tanımlamak için ısrarla bu ifadeyi kullandıklarını göstermektedir. Varsayılan “sıradanlığın” çeşitli anlamları vardır. Birincisi, protestocuların yaş, eğitim, sınıf ve bölge açısından çeşitliliğini ifade eder; ikincisi, onları deneyimli aktivistlerden veya siyasetle uğraşan insanlardan ayırır (Ramme ve Snochowska-Gonzalez 2019: 95-99). Görünüşe göre “sıradan kadınlar”, “Kürtajı Durdur” girişimi onları öfkelendirip protestolara katılmaya kışkırtana kadar kendi özel hayatlarını yaşayan, toplumun her kesiminden kadınlardır. Ramme ve Snochowska-Gonzalez’in vardığı sonuç Gunnarsson Payne’nin vardığı sonuca benzemektedir: “Sıradan kadınlar” ifadesinin ısrarla kullanılmasını daha geniş bir rekabet halindeki popülizmler çerçevesinde yorumlamaktadırlar. Polonyalı Kadın Grevi aktivistleri “kadın topluluğunu” ya da “kadın muktediri” temsil ettiklerini iddia etmekten çekinmeyerek bu kolektivitelere dair farklı bir anlayış önermektedirler: çoğulcu ve kapsayıcı.

Araştırmacılar hareketin eşitlikçiliğini, kapsayıcılığını ve kendiliğinden, kontrolsüz büyümesini vurgulamaktadır. Liderlik kolektifti ve başlangıçta hareketin “yıldızları” yoktu, ancak bazı kadınlar (özellikle Marta Lempart) ülke çapında tanınır hale geldi. Dayanışma en savunmasız ve en az ayrıcalıklı kadınlarla hissedildi ve gösterildi: Örneğin yurtdışında kürtaj yaptırmaya gücü yetmeyenler, tecavüz mağdurları, bekâr anneler, engelli çocukların anneleri. Majewska (2016) hareketi Václav Havel’in “güçsüzlerin gücü” ve Antonio Negri’nin “müşterek” kavramları ışığında incelemiş ve protestoların motivasyonunun katılımcıların kendi zayıflıklarına ve kırılganlıklarına duydukları güven olduğunu iddia etmiştir.

Kamusal duyguların harekete geçirilmesi olarak bakıldığında, Siyah Protestolar kolektif öfke, umutsuzluk ve haklı kızgınlığın bir ifadesiydi. Tutarlı bir dizi siyasi görüşten ziyade bu duygular, “bağlantısal eylem” mantığıyla binlerce kişi tarafından paylaşıldı ve kitlesel protestolar sırasında birçok kadın için devrimci bir an ve kişisel bir atılım haline geldi. Bir katılımcının hatırladığı gibi:

Orada diğer kadınlarla çevrili, siyah bir zırhla kuşatılmış olarak durduk, sanki tek bir organizma, öfkeli bir organizma, “Savaşmadan pes etmeyeceğiz” diyen bir organizma gibiydik. Bu iyiydi. Kimse bize meydan okumadı. Biz güçlüydük, şarkılar söylüyorduk. Hayatımda ilk defa etrafımda bana benzeyen, benim gibi düşünen insanlar vardı. Hepimiz aynı fikirdeydik. (Smętek 2017: 25, bizim çevirimiz)

Katılanlar kendilerini mutlaka feminist olarak görmüyorlardı ama ortak bir tehdidi ve ortak bir düşmanı paylaşıyorlardı: Popülist sağcı hükümet tarafından desteklenen aşırı muhafazakâr Katolikler. Bu net biz-onlar ayrımı, aksi takdirde işbirliği yapmaya isteksiz olabilecek insanları harekete geçirmeye yardımcı oldu.

Kadınlar arasında korku, kızgınlık, öfke ve dayanışma gibi duyguların harekete geçirilmesi hareketin kitlesel olarak büyümesinde önemli bir rol oynadı. Kürtajı Durdurun yasa tasarısı kamuoyuna duyurulduktan hemen sonra feminist uzmanlar ve aktivistler yasanın hükümlerini kamuoyuna “tercüme” ederek böyle bir yasanın milyonlarca Polonyalı kadın ve aileleri için doğuracağı vahim sonuçlar konusunda uyarıda bulundular. Yasanın savcılara kadınları hapse atma imkânı vereceğini ve düşük yapan hastaların vakalarını soruşturma yolunu açacağını vurguladılar. “Barbarlık yasası” ifadesi yasa tasarısı ile yaygın bir şekilde ilişkilendirildi. Yasanın olası etkileri, daha önce görülmemiş ciddiyetine işaret etmek ve yasanın yürürlüğe girmesi halinde kadın hastaların maruz kalacağı fiziksel ve psikolojik acıya atıfta bulunmak için “kadınlara yönelik işkence” ile mukayese edildi. Birçok kadın, ellerinde taşıdıkları pankartlarla mağdur olma korkularını açıkça dile getirdi: “Vicdanınız rahat edecek diye ölmeyi reddediyoruz!”, “Ölürsem doğuramam!”, “Şehidiniz olmayı reddediyorum” ve “Bize doktor lazım, savcı değil!”. Gdansk’taki protestoların örgütleyicilerinden bir görüşmecimizin hatırladığı gibi:

İnternet forumları ve Facebook grupları duygularla dolup taşıyordu; kadınlar neler olup bittiği hakkında konuşuyor, geçmiş deneyimlerinden bahsediyor ve kaç kadının benzer durumlardan geçmek zorunda kaldığını anlıyorlardı. (29 Eylül 2019 tarihli görüşme, bizim çevirimiz)

Polonyalı kadınlar hem devlet hastanelerinde hem de özel jinekoloji kliniklerinde hasta olarak rutin bir şekilde aşağılanma ve küçük düşürülmeye maruz kaldıkları için kadın sağlığı, özgürlüğü ve haysiyetine yönelik tehdit yaygın biçimde ciddiye alınmıştı. Onurlu Bir Şekilde Doğum Vakfı tarafından 2018 yılında yayımlanan rapor, bir önceki yıl doğum yapan kadınların %54’ünün hastanedeyken bir tür hak ihlaline maruz kaldığını göstermiştir: şantaj, tehdit, hakaret ve hastanın bacaklarının hastane yatağına bağlanması gibi insanlık dışı uygulamalar şeklinde doğrudan şiddet (Adamska-Sala vd. 2018). 2017 yılında, Eşitlik ve Tercih İçin Büyük Koalisyon adlı kürtaj yanlısı bir ağ, protestolara katılan kadınlar için bir yarışma düzenleyerek onları aktivizme katılma motivasyonları hakkında kısa bir makale sunmaya davet etti. Bir yazar, kamuya açık bir doğum kliniğinde yaşadığı deneyimi aktarmıştı:

Kamu sigortası (NFZ) paketi, en iyi ihtimalle doktorunuzun sabırsızlığı ve ilgisizliğinin yanı sıra standart dozda küçümseme ve kötü şakaları içerir. Ancak “zor bir hasta” iseniz -yani soru soruyorsanız- aşağılanma ve gözdağı da bekleyebilirsiniz. (Zakrzewska 2017: 39)

Bu tür deneyimler, arkadaşlar arasında ve internet forumlarında yapılan konuşmaların da ortak temasıydı. Gals4Gals gibi Facebook gruplarının üyeleri, yalnızca doğum sırasında değil, jinekologlar ve pratisyen hekimlerle yapılan rutin kontrollerde de yaşadıkları korkunç deneyimleri sıklıkla paylaştılar.

Kişisel güvenlik ve saygınlığa odaklanmak, önceki yıllarda feminist söyleme hâkim olan seçim veya üreme hakları gibi soyut kategorilerden çok daha etkili olmuştur. Yasanın kadınların yaşamları üzerindeki somut etkilerinin vurgulanması, yalnızca geleceğe yönelik beklentilerini değil, aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumsal koşullara ilişkin algılarını da etkiledi (Hemmings 2012). Siyah Protesto retoriği büyük oranda, kadın haklarının güvence altında olduğuna dair ana akım söylem ile kadınların bedensel bütünlüklerinin ve güvenlik hissinin tehdit altında olduğu toplumsal gerçeklik arasındaki uçurumu ifşa etmeyi amaçlıyordu.

Bu nedenle hareketin, başarısını güçlü duyguları harekete geçirme becerisine borçlu olduğu şüphesizdir. Bu açıdan Siyah Protestolar daha önceki üreme hakları mücadelelerinden farklıydı: Hem insan hakları söylemini hem de bireysel seçim, özerklik ve mahremiyet hakkı gibi liberal söylemleri küçümsediler. Bunun yerine aktivistler son derece duygusal ve genellikle dramatik bir dil ve imgeler kullandılar. Tek tek kadınlar tarafından spontane bir şekilde hazırlanan sloganlar, marşlar, internet memleri, işaretler ve pankartlar, genellikle birinci tekil şahıs anlatımı içeriyordu: Örneğin “Buradayım çünkü öfkeliyim”; “Kızımın hatırı için buradayım”. “Kadınlara işkence” ifadesi, önerilen yasanın özünü tanımlamak için sıklıkla kullanıldı. Pankartların çoğu kışkırtıcıydı ve meydan okuyordu: “Tespihlerinizi yumurtalıklarımdan çekin” ya da “Doktor istiyoruz, dindar fanatik değil”. “Haysiyet”, “acı” ve “zulüm” kelimeleri, duygusal açıdan nötr olan “seçim” kelimesinden çok daha sık kullanılıyordu (“Benim bedenim – benim seçimim” gibi sloganlarda da kullanılmasına rağmen). Kişisel anlatılar, aktivistlerle yapılan medya röportajları ve sosyal medyada dolaşan hikâyeler – tüm bu materyaller bireylerin yaşadığı ve yeni kurulan aktivist toplulukla hemen paylaşılan güçlü bir duygusal deneyime tanıklık ediyordu. Bu mesajlar güçlü kolektif etkiler uyandırdı. Yerel bir aktivistin sözleriyle:

[Gösteri sırasında] herkesin kaç kişi olduğumuzu ve ne kadar öfkeli olduğumuzu göstermek istediği bir an vardı ve bu kötü bir duygu değildi -öfkemizi kolektif eyleme dönüştürebilirdik. (Murawska ve Włodarczyk 2017: 3, bizim çevirimiz)

Yasağın olası etkileri hakkındaki bilgiler, Arjantin veya İspanya’daki kadın cinayeti ve tecavüz vakalarına benzer şekilde ahlaki bir şok yaratmıştı (Jasper 1997). Bu hareketler, soyut haklar üzerine düşünmekten ziyade, şiddet ve zalimane muamele mağdurlarıyla güçlü bir özdeşleşme yoluyla geniş bir çekiciliğe ulaşmakta. Diana Broggi’nin yazdığı gibi, bedensel özerklik, ekonomik güvenlik ve saygınlık için verilen mücadelelerin hepsi birbiriyle bağlantılı:

Cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanındaki kesintilerin, artan şiddetin, kadın cinayetlerinin ve transların öldürülmesinin etkilerini ilk hissedenler [kadınlar] oluyor -2019 bu tür suçlar açısından şimdiden rekor bir yıl oldu. Dolayısıyla, bugünün Arjantinli feministlerinin sloganı çınlıyor: “Bedenleri mevzubahis olanlar bizleriz.” (2019)

Böylece Arjantin’de (Fotoğraf 2) ve Latin Amerika ve Karayipler’deki diğer ülkelerde insanlar “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!” veya “Yaşamak istiyoruz!” gibi sloganlarla protestocuların saflarına katılırken, Polonya’da pankartlar “Kadınlara işkenceyi durdurun!” ve “Kızım/kız kardeşim/arkadaşım için buradayım!” şeklindeydi. Benzer bir dinamik 2019 yazında, bir dizi tecavüz ve kadın cinayeti vakasının ardından “feminist acil durum” ilan edilerek ülke çapında 250 kasaba ve şehirde kitlesel protestoların düzenlendiği İspanya’da da görüldü. Protestocular, kadınların hayatları için duydukları korku ve daha iyi bir gelecek için birlikte mücadele etmeleri gerektiği inancıyla bir araya geldiler. İspanya’daki protestoların organizatörlerinden birinin açıkladığı gibi:

Bu yaz barbarlık, cinayetler, tecavüzler, saldırılar, pedofili ve çete saldırılarıyla dolu bir yaz oldu. […] Hiçbir şey olmamış gibi yeni bir okul ya da parlamento döneminin başlamasına izin veremeyiz. Bunu yapmak tahammül edilemez olanı hoş görmek olacaktır. […] Bu acil bir durumdur! (Jones 2019)

Fotoğraf 2: 8 Mart 2018 protestosu. Uluslararası Kadın Grevi, Özgür, Güvenli ve Yasal Kürtaj Hakkı İçin Ulusal Kampanya. “Campaña Nacional por el Derecho al Aborto Legal, Seguro y Gratuito.” Buenos Aires, Arjantin. Fotoğraf: Vale Dranovky

Bu çerçeve -kadınları sağlıklarına ve yaşamlarına yönelik acil tehlikeye karşı savunma ihtiyacı- sadece kadınların değil erkeklerin de ilgisini çekti. Siyah Protestolara katılanlardan birinin açıkladığı gibi:

Protestoya küçük kızıyla birlikte gelen bir babayı hatırlıyorum ve kızı ona neden orada olduklarını sormuştu. Baba da şöyle demişti: Senin geleceğin için savaşıyorum. Bu beni çok etkilemişti. (Murawska ve Włodarczyk 2017: 2’de, bizim çevirimiz)

Güçlü duygusal bağların damgasını vurduğu bu dil, çoğu zaman neoliberal yönetişimle ürkütücü bir uyum içinde olan kurumsallaşmış toplumsal cinsiyet uzmanlığıyla tam bir tezat oluşturmaktadır. Yeni dalga feminist hareketlere katılan kadınlar yine tıbbi ve hukuki uzmanlığa itimat ettiler; ancak argümanlarını ve hakikate ilişkin iddialarını oluştururken bu uzmanlığa arzuları ve duyguları da kattılar. Böylece, bedenleşmiş ve duygusal feminist bilgi, hem toplumsal cinsiyet karşıtı aktörlerin aşırı muhafazakâr diline hem de toplumsal cinsiyeti ana akımlaştırmaktan, kotalardan ve “sınırları zorlamak”tan bahseden toplumsal cinsiyet uzmanlarının yabancılaştırıcı söylemine bir alternatif olarak ortaya çıktı (Korolczuk 2020).

Sıradan kadınların duygulanımlarına ve bilgisine ayrıcalık tanınması bazen feminist akademisyenlere ve uzman bilgisine yönelik bir kararsızlık ve güvensizliği beraberinde getirmekte, bu da sağ popülizmin resmî bilgi kurumlarına duyduğu güvensizliği çağrıştırmaktadır. Kadın Grevlerinin kökleri ve etkileri üzerine yapılan tartışmaların ardından, bazı aktivistler protestolarla ilgili olarak akademisyenler tarafından yayımlanan kitap ve makaleleri öfkeyle reddettiler. Akademik çalışmalar, sıradan kadınların yaşadıkları deneyimlerin ve emeklerinin gayrimeşru bir şekilde kullanılması ve sömürülmesi olarak görüldü. Birçoğu aynı zamanda Polonya kadın hareketi içinde yer alan feminist akademisyenler kendilerini mücadeleye katkıda bulunan, faydalı bilgiler sunan ve hareketin kazanımlarını yurtdışında tanıtan kişiler olarak görürken, akademisyenlerin bu görüşü tabanda her zaman paylaşılmadı. Bu gerilim, küresel feminizmde meydana gelen değişimin bir göstergesidir: bizim popülist feminizm olarak adlandırdığımız, kendisini, yerleşik feminist çevreler de dahil olmak üzere liberal elitlere karşı konumlandıran bir feminizme yönelen bir hareket.

Sonuç

Polonya Kadın Grevi’nin başarısının, hareketin ilerici bir siyasi proje için popülizm mantığını yakalama kapasitesine dayandığını iddia ediyoruz. Dünya çapındaki yeni feminist örgütlenme dalgası hakkında da benzer iddialarda bulunulmuştur. Hareketler, katılımcılar arasında ortaklık fikrini (“sıradan kadınlar”), daha önceki angajmanların reddini (devrime katılmak için “feminist” bir kimlik iddia etmek gerekmiyordu) ve kolektif duygulanımı (“tercih” yerine “haysiyet”, “işkence” ve “zulüm”) harekete geçiren güçlü bir retorik ve sembolik repertuarın kullanılmasını teşvik ederek büyüdü. İnsan haklarının yerleşik liberal söylemsel çerçevelerini terk eden bu hareketler, güçlerini hem kişisel hem de kolektif duygular üzerine inşa ettiler. Gerçekte, kamusal alanda yeni bir kolektif özne oluşturuldu: Güçlü bir siyasi kimliğe sahip öfkeli kadınlar.

Polonya’nın Siyah Protestoları, Arjantin’in Ni Una Menos’u veya İtalya’nın Non Una di Meno’su belirli bir popülizm anlayışı temel alınarak “popülist feminizm” vakaları olarak yorumlanır. Wodak’ın (2015) popülizmi zorunlu olarak yabancı düşmanlığı ve etno-milliyetçilikle bağlantılı bir ideoloji olarak kavramsallaştırmasını takip edecek olursak, böyle bir tanımlama pek anlamlı olmayacaktır. Feminist aktivistler hem etno-milliyetçi halk tanımını hem de sağ popülizmin ahlakçı çerçevelerini (yani “sıradan insanların” muhafazakâr olduğu ve “liberal elitlere” karşı savunulması gerektiği varsayımını) reddetmiştir. Bununla birlikte, bu tür tanımların ötesine geçecek olursak, söz konusu feminist hareketlerin üç yönü, bu hareketleri sol popülizm örnekleri olarak görmemize yol açabilir.

İlk olarak, çeşitli yerlerdeki feminist aktivistler, popülist hareketlerin merkezinde yer alan ve Cas Mudde ve Chantal Mouffe gibi düşünürler tarafından önerilen birbirinden farklı popülizm tanımlarında ortak olan “elitlere karşı halk” ikiliğini tekrarlamaya devam etmektedir. Siyah Protestolar öfkeli kadınları (ve onları destekleyen erkekleri) aşırı muhafazakâr “elitlere” karşı mücadele eden “halk” olarak konumlandırdı. İkinci olarak, 2016’da patlak veren feminist aktivizm dalgası öfke, korku ve dayanışma gibi duyguları etkili bir şekilde harekete geçirerek, akılcı argümanların önderlik ettiği liberal feminist paradigmadan ayrılmıştır. Son olarak, aktivistler tarafından kullanılan epistemik stratejiler, hem aşırı muhafazakâr aktörlerin soyut uzmanlığına hem de ana akım kadın hareketleri tarafından kullanılan liberal çerçeveye karşı sıradan kadınların somutlaşmış bilgisini yan yana getirmektedir (Korolczuk 2020). Bu tür bir bilgi üretimi, uzmanların ve akademik kurumların otoritesinin altını oyarak düzene meydan okumaya çalışan popülist hareketlerin karakteristik özelliğidir (Dean ve Maiguashca 2020).

Halkın kim olduğu, onları siyasi arenada kimin temsil edebileceği ve kimin bilgisinin meşru bilgi sayılacağı sorularının günümüz mücadelelerinde kilit meseleler olduğu açıktır. Sonuç olarak, mevcut feminist hareketlerin “popülizmin bazı temel ilkelerini tersyüz ederek onu işgal etmeye” çalışması bizi şaşırtmamalıdır (Emejulu 2017: 65). Polonya’da kadınların üreme hakkı mücadelesi bir halk ayaklanması, bir demokrasi mücadelesi ve sağ popülizmin şiddetine karşı bir tepki olarak başarılı bir şekilde hayata geçirildi. Aynı zamanda, devlet desteği talep eden engelli insanların protestolarını kolayca destekleyen ve bakım, aileler için sosyal haklar ve sosyal adaletle ilgili bir dizi talebi de hedeflerine dahil eden sol bir harekete de dönüştü. Benzer bir eğilim başka bağlamlarda da gözlemlendi: Hem İtalya’daki Non Una di Meno hem de Arjantin’deki Ni Una Menos toplumsal cinsiyete dayalı şiddete tepki olarak ortaya çıkıp kısa süre içinde gündemlerini sosyal adalet taleplerini de içerecek şekilde genişletmiştir (Arruzza ve Bhattacharaya 2019).

Ekim 2020’de bu makalenin son rötuşları yapılırken, Polonyalı kadınlar Anayasa Mahkemesi’nin fetal anomali durumunda kürtajı yasadışı sayan kararını protesto etmek için bir kez daha sokaklara döküldü. Bu gösteri dalgası 2016’daki Kadın Grevinden daha kitlesel ve daha öfkeliydi. Birçok yorumcunun da belirttiği gibi, hükümetin yanı sıra Kilise’nin otoritesini de ortadan kaldırmayı amaçlayan bir devrimin birçok özelliğine sahipti (Gessen 2020, Pacewicz 2020). Devrimci ruh, tavizsiz taleplerde (Hukuk ve Adalet hükümetinin istifa etmesi dahil), radikal dilde (pankartlarda ve konuşmalarda küfürler ve açık cinsel referanslar dahil) ve polisle çatışmaya girme istekliliğinde kendisini gösterdi. Hareketin amaçlarını popülist terimlerle çerçeveleme eğilimi 2016’da olduğundan daha da görünür hale geldi: Kibirli, nefret dolu siyasi elitler ile haklı öfkeleri ve çaresizlikleri onları pandeminin ortasında sokaklara döken kitleler arasındaki karşıtlığı vurgulamak hareketin söyleminin temelini oluşturdu.

Son yıllarda Polonya, Arjantin ve İtalya gibi ülkelerde ortaya çıkan kitlesel kadın hareketleri, yalnızca toplumsal cinsiyete dayalı muhafazakâr politikalara ve söylemlere değil, aynı zamanda sağ popülistleri ve otokratları harekete geçiren siyasi mantığa da meydan okumaktadır. Margaret Canovan’ın (2005) ileri sürdüğü gibi, son iki yüzyılda halkın rızasının iktidarın tek meşru temeli olduğu inancı yaygınlaştı, ancak halkın kim olduğu ve onları kimin temsil edebileceği soruları açık kaldı. Günümüzün feminist aktörleri, sağ popülistlerin önerdiğinden radikal biçimde farklı bir halk tanımı önermektedirler. Kadın hareketleri homojenlik, ahlak ve ulusal egemenlik ihtiyacını vurgulamak yerine çoğulculuk, kesişimsellik ve küresel dayanışmayı benimsemektedir. Chantal Mouffe’un sol popülizmin mevcut aşırı muhafazakâr, liberal olmayan eğilime karşı tek etkili yanıt olduğu iddiasına ister inanalım ister inanmayalım, günümüzdeki toplumsal cinsiyet temelli mücadelelerin analizi, bunların aslında demokrasi, temsil ve siyasi topluluğun tanımı üzerine mücadeleler olduğunu göstermektedir.

KAYNAKÇA

Adamska-Sala, I., B. Baranowska, A. Doroszewska, M. Piekarek ve J. Pietrusiewicz. 2018. “Raport z Monitoringu Oddziałów Położniczych.” Varşova: Fundacja Rodzić po Ludzku.

Arruzza, Cincia, ve Tithi Bhattacharya. 2018. “Argentina’s Anticapitalist Feminism. Interview with Luci Cavallero, Veronica Gago, Paula Varela, Camila Baron and Gabriela Mitidieri.” Jacobin Magazine, Eylül. https://jacobinmag.com/2018/ 09/argentinas-anticapitalist-feminism.

Arruzza, Cinzia, Tithi Bhattacharya ve Nancy Fraser. 2019. Feminism for the 99%: A Manifesto. Londra; Brooklyn, NY: Verso.

Barros, Mercedes ve Natalia Martinez. 2020. “Let’s Not Talk about It. Feminism and Populism in Argentina.” The Baltic Worlds XIII (1): 77–84.

Bennett, W. Lance ve Alexandra Segerberg. 2012. “The Logic of Connective Action.” Information, Communication & Society 15 (5): 739–768.

Bennett, W. Lance ve Alexandra Segerberg. 2013. The Logic of Connective Action. 1. Basım. Cambridge: Cambridge University Press.

Bluhm, Katharina ve Mihai Varga. 2018. New Conservatives in Russia and East Central Europe. New York: Routledge.

Biglieri, Paula. 2020. “Ni Una Menos – Not One Woman Less. How Feminist Could Become a Global Struggle.” The Baltic Worlds XIII (1): 64–76.

Bobako, Monika. 2017. Islamofobia Jako Technologia Władzy. Studium z Antropologii Politycznej. Kraków: Universitas.

Boothroyd, Sydney, Rachelle Bowen, Alicia Cattermole, Kenda Chang-Swanson, Hanna Daltrop, Sasha Dwyer, Anna Gunn, vd. 2017. “(Re)Producing Feminine Bodies: Emergent Spaces through Contestation in the Women’s March on Washington.” Gender, Place & Culture 24 (5): 711–721.

Broggi, Diana. 2019. “Argentina’s Popular Feminism.” Jacobin Magazine, Mart. www.jacobinmag.com/2019/03/argentina-feminist-movement-womens-strike.

Campillo, Inés. 2019. “‘If We Stop, the World Stops’: The 2018 Feminist Strike in Spain.” Social Movement Studies 18 (2): 252–258.

Canovan, Margaret. 2005. The People. Cambridge, Malden MA: Polity.

Chironi, Daniela. 2019. “Generations in the Feminist and LGBT Movements in Italy: The Case of Non Una Di Meno.” American Behavioral Scientist 63 (10): 1469–1496.

Corredor, Elizabeth S. 2019. “Unpacking ‘Gender Ideology’ and the Global Right’s Antigender Countermovement.” Signs: Journal of Women in Culture and Society 44 (3): 613–638.

Cullen, Pauline ve Elżbieta Korolczuk. 2019. “Challenging Abortion Stigma: Framing Abortion in Ireland and Poland.” Sexual and Reproductive Health Matters 27 (3): 6–19.

Dean, Jonathan ve Bice Maiguashca. 2020. “Did Somebody Say Populism? Towards a Renewal and Reorientation of Populism Studies.” Journal of Political Ideologies 25 (1): 11–27.

Di Marco, Graciela. 2020. “The Feminist People. National and Transnational Articulations. The Case of Argentina.” The Baltic Worlds XIII (1): 67–76.

Duda, Maciej. 2016. Dogmat płci. Polska wojna z gender. Gdańsk: Katedra Wydawnictwo Naukowe.

Dunn, Elizabeth C. 2004. Privatizing Poland: Baby Food, Big Business, and the Remaking of Labor. Ithaca: Cornell University Press.

Emejulu, Akwugo. 2017. “Feminism for the 99%: Towards a Populist Feminism?: Can Feminism for the 99% Succeed as a New Kind of Populism?” Soundings: A Journal of Politics and Culture 66: 63–67.

Farris, Sara R. 2017. In the Name of Women’s Rights. The Rise of Femonationalism. Durham: Duke University Press.

Fidelis, Malgorzata. 2010. Women, Communism, and Industrialization in Postwar Poland. Cambridge: Cambridge University Press.

García, Beatriz, Nuria Alabao ve Marisa Pérez. 2018. “Spain’s Feminist Strike.” New Left Review 110 (Mart–Nisan). https://newleftreview.org/issues/II110/articles/beatriz-garcia-nuria-alabao-marisa-perez-spain-s-feminist-strike.

Gessen, Masha. 2020. “The Abortion Protests in Poland Are Starting to Feel Like a Revolution.” The New Yorker, Kasım 17. www.newyorker.com/news/ourcolumnists/the-abortion-protests-in-poland-are-starting-to-feel-like-a-revolution.

Gober, Greta ve Justyna Struzik. 2018. “Feminist Transnational Diaspora in the Making. The Case of the Black Protest.” Praktyka Teoretyczna 4 (30): 129–152.

Gökarıksel, Banu ve Sara Smith. 2017. “Intersectional Feminism beyond U.S. Flag Hijab and Pussy Hats in Trump’s America.” Gender, Place & Culture 24 (5): 628–644.

Graff, Agnieszka. 2019. “Claiming the Shipyard, the Cowboy Hat, and the Anchor for Women: Polish Feminism’s Dialogue and Struggle with National Symbolism.” East European Politics and Societies 33 (2): 472–496.

Grabowska, Magdalena. 2012. “Bringing the Second World In: Conservative Revolution(s), Socialist Legacies, and Transnational Silences in the Trajectories of Polish Feminism.” Signs 37 (2): 385–411.

Grzebalska, Weronika ve Eszter-Petronella Soós. 2016. Conservatives vs. the “Culture of Death”. How Progressives Handled the War on “Gender”? Berlin: Renner Institute and FEPS Young Academics Network.

Gunnarsson Payne, Jenny. 2020a. “Introduction to the Special Issue Women as the People: Conflicts and Alliances in a Polarized World.” The Baltic Worlds XIII (1): 3–5.

Gunnerson Payne, Jenny.  2020b. “Women as ‘the People’. Reflections on the Black Protests.” Baltic Worlds XIII (1): 6–30.

Hemmings, Clare. 2011. Why Stories Matter. The Political Grammar of Feminist Theory. Durham: Duke University Press.

Hemmings, Clare. 2012. “Affective Solidarity: Feminist Reflexivity and Political Transformation:” Feminist Theory, 13 (2) August: 147–161.

Jacobsson, Kerstin ve Elżbieta Korolczuk, der. 2017. Civil Society Revisited: Lessons from Poland. New York; Oxford: Berghahn Books.

Jamison, Leslie. 2017. “The March on Everywhere. The Ragged Glory of Female Activism.” Harper’s Magazine. https://harpers.org/archive/2017/04/the-marchon-everywhere/.

Korolczuk, Elżbieta. 2016. “Explaining Mass Protests against Abortion Ban in Poland: The Power of Connective Action.” Zoon Politicon 7: 91–113.

Korolczuk. 2020. “Counteracting Challenges to Gender Equality in the Era of AntiGender Campaigns: Competing Gender Knowledges and Affective Solidarity.” Social Politics: International Studies in Gender, State & Society. 27 (4), Winter: 694–717.

Korolczuk, Elżbieta, Beata Kowalska, Claudia Snochowska-Gonzalez ve Jennifer Ramme. 2019. Bunt kobiet: czarne protesty i strajki kobiet. Gdańsk: Europejskie Centrum Solidarności.

Kośmiński, Paweł. 2013. “Kongres Kobiet pisze do papieża. Jego członkinie zbulwersowane ‘szaleństwem nienawiści’ niektórych hierarchów.” wyborcza.pl, Kasım 28. https://wyborcza.pl/1,75398,15038822,Kongres_Kobiet_pisze_ do_papieza__Jego_czlonkinie_zbulwersowane.html.

Kowalczyk, Izabela. 2018. “Polki, Patriotki, Rebeliantki… Sztuka feministyczna dzisiaj.” Polki, Patriotki, Rebeliantki içinde. Der. Izabela Kowalczyk. Poznań: Galeria Miejska Arsenał: 10–50.

Kowalska, Beata ve Radosław Nawojski. 2019. “Uwaga, uwaga tu obywatelki! Obywatelstwo jako praktyka w Czarnych Protestach i Strajkach Kobiet.” Bunt Kobiet içinde. Der. Elżbieta Korolczuk, Beata Kowalska, Jennifer Ramme ve Claudia Snochowska-Gonzalez. Gdańsk: Europejskie Centrum Solidarności: 43–81.

Krizsán, Andrea ve Conny Roggeband. 2019. Gendering Democratic Backsliding in Central and Eastern Europe. A Comparative Agenda. Budapeşte: Central European University.

Kubisa, Julia ve Katarzyna Rakowska. 2018. “Was It a Strike? Notes on the Polish Women’s Strike and the Strike of Parents of Persons with Disabilities.” Praktyka Teoretyczna 30 (4): 15–50.

Majewska, Ewa. 2016. “Słaby Opór i Siła Bezsilnych. Czarny Protest Kobiet w Polsce 2016.” Erişim için: Academia.edu, www.academia.edu/31140128/ S%C5%82aby_op%C3%B3r_i_si%C5%82a_bezsilnych_Czarny_protest_ kobiet_w_Polsce_2016.

Majewska, Ewa. 2017. Tramwaj Zwany Uznaniem: Feminizm i Solidarność po Neoliberalizmie. Varşova: Książka i Prasa

Majewska, Ewa. 2018. “When Polish Women Revolted.” Jacobin Magazine, Mart. https:// jacobinmag.com/2018/03/poland-black-protests-womens-strike-abortion-pis.

Martinez, Rebecca. 2019a. “A Women’s Strike for the 99 Percent.” Jacobin Magazine, Mart 8.

Mazurek, Małgorzata. 2010. Społeczeństwo Kolejki. O Doświadczeniach Niedoboru 1945-1989. Varşova: TRIO.

Mohanty, Chandra Talpade. 1984. “Under Western Eyes: Feminist Scholarship and Colonial Discourses.” Boundary 2 (12–13): 333–358.

Moss, Pamela ve Avril Maddrell. 2017. “Emergent and Divergent Spaces in the Women’s March: The Challenges of Intersectionality and Inclusion.” Gender, Place & Culture 24 (5): 613–620.

Mouffe, Chantal. 2018. For a Left Populism. Londra: Verso.

Murawska, Katarzyna ve Zofia Włodarczyk. 2017. “Nam się zaczęło pod dupą palić… Czarny Protest w perspektywie organizatorek.” Varşova: Krytyka Polityczna. https://krytykapolityczna.pl/file/sites/4/2017/09/Nam-si%C4%99- zacz%C4%99%C5%82o-pod-dup%C4%85-pali%C4%87_Murawska_ Wlodarczyk.pdf.

Non Una di Meno. 2019a. “Comunicato: Non Una Di Meno è un movimento politico autonomo da qualsiasi partito.” Non una di meno. https://nonunadimeno. wordpress.com/2019/04/20/comunicato-non-una-di-meno-e-un-movimentopolitico-autonomo-da-qualsiasi-partito/.

Non Una di Meno. 2019b. “Verona Trans-Feminist City.” Non una di meno. https:// nonunadimeno.wordpress.com/2019/03/29/verona-trans-feminist-city/.

Ost, David. 2005. The Defeat of Solidarity: Anger and Politics in Postcommunist Europe. Ithaca: Cornell University Press.

Pacewicz, Piotr. 2020. “Protesty kobiet: nadzieja i duma kontra niechęć i oburzenie. Kto, jak, dlaczego? [Sondaż OKO.press].” OKO.Press, Aralık 17. https://oko.press/ protesty-kobiet-nadzieja-i-duma-kontra-niechec-i-oburzenie/.

Regulska, Joanna ve Magdalena Grabowska. 2013. “Social Justice, Hegemony, and Women’s Mobilizations.” Postcommunism from Within: Social Justice, Mobilization, and Hegemony içinde. Der. Jan Kubik ve Amy Linch. New York: New York University Press: 139–190.

Roth, Julia. 2020. “Intersectionality Strikes Back: Feminist Struggles Against Right-Wing Populism in the Americas.” Right-Wing Populism and Gender. European Perspectives and Beyond içinde. Der. Julia Roth ve Gabriele Dietze. Bielefeld: Transcript Verlag; 285–308.

Smętek, Izabela. 2017. “An Introvert Who Joined a Protest.” My #blackprotest. Varşova: Federation for Women and Family Planning. https://en.federa.org.pl/ wp-content/uploads/2017/09/MY_BLACKPROTEST_WWW-1.pdf.

Snyder, Cara ve Cristina Wolff. 2019. “The Perfect Misogynist Storm and the Electromagnetic Shape of Feminism: Weathering Brazil’s Political Crisis.” Journal of International Women’s Studies 20 (8): 87–109.

Snochowska-Gonzalez, Claudia ve Jennifer Ramme. 2018. “Solidarity Despite and Because of Diversity. Activists of the Polish Women’s Strike.” Praktyka Teoretyczna 4 (30): 75–100.

Sutton, Barbara ve Elizabeth Borland. 2019. “Abortion and Human Rights for Women in Argentina.” Frontiers: A Journal of Women Studies 40 (2): 27–61.

Szczygielska, Marianna. 2019. “‘Good Change’ and Better Activism: Feminist Responses to Backsliding Gender Policies in Poland.” Gendering Democratic Backsliding in Central and Eastern Europe: A Comparative Agenda içinde. Der. Andrea Krizsán ve Conny Roggeband. Budapeşte: Central European University: 120–160.

Wodak, Ruth. 2015. The Politics of Fear: What Right-Wing Populist Discourses Mean. Londra: Sage.

Zakrzewska, Aleksandra. 2017. “3rd of October, Monday.” My #blackprotest içinde. Der. Kazimiera Szczuka. Varşova: Federation for Women and Family Planning: 38–41.


[1] Bu metnin orijinali için bkz. Graff, Agnieszka ve Elżbieta Korolczuk. 2021. “Counteracting anti-gender movements: Toward a populist feminism?” Anti-Gender Politics in the Populist Moment içinde. Der. Agnieszka Graff ve Elżbieta Korolczuk, Routledge:137-163. Makalenin onayı için yazarlara ve telif hakları için Taylor & Francis’e teşekkür ederiz. Bu metnin çevirisinde DeepL internet sitesinin sağladığı yapay zekâ hizmetinden faydalanılmıştır.

[2] Bu metin Politics in the Populist Moment başlıklı kitabın içinde yer alan bir bölümdür. Bu sebeple, metinden bahsederken “bölüm” ifadesi kullanılmıştır. -Ç.N.

[3] Embodied knowledge

[4] “Kız kıza” olarak Türkçeye çevirebileceğimiz Gals4Gals, 2016 yılındaki kürtaj yasağı önerisine karşı Polonyalı kadınlar tarafından ilk olarak Facebook üzerinden kurulan bir oluşumdur. – Ç.N.

[5] Bu sloganı “sik-tir-git-rahim” şeklinde Türkçeye çevirebiliriz. – Ç.N.

[6] Mücadele veren Polonyalı Kadınlar. -Ç.N.

[7] Populist moment

[8] Hareketin ismini “Bir Kişi Bile Eksilmeyeceğiz” olarak çevirebiliriz. – Ç.N.

[9] İtalyancadan İngilizceye çeviri makalenin yazarlarına aittir. -Ç.N.

[10] Connective action

[11] “Bir Kişi Bile Azalmayacağız” olarak çevirebiliriz. – Ç.N.

[12] En-gendering

[13] Femonationalist

[14] Grubun adını Kadınlar İçin Doktorlar olarak çevirebiliriz. – Ç.N.

[15] Curia

[16] Roe v Wade ya da Roe, Wade’e karşı, ABD’de kürtaj konusunda emsal niteliğinde bir karardır. – Ç.N.

[17] Herstory

[18] “Repeal the 8th” ya da Türkçe ifadesiyle “8. Maddeyi yürürlükten kaldırın” İrlanda Anayasası’nın 8. maddesinde 1983 yılında yapılan bir değişiklikle kürtajın fiili olarak yasaklanmasına karşı yürütülen kampanyadır. – Ç.N.

[19] In her shoes

Leave a Reply