Burası âlem memleket. En cebbar tercüman olsanız, yine de yaşananları başka bir dile çevirmekte zorlanacağınız memleket. Suni gündemleri dizi dizi inci yapıp, kendini kandırmada birinci memleket.
Bir anda gökten vahiy indi, kürtajın cinayet olduğunu öğrendik. Hem de ne öğrenme. Uludere katliamının kan dondurucu ayrıntıları bir bir ortaya dökülürken Başbakan pat diye “Kürtaj cinayettir. Sezaryene de karşıyım” deyiverdi ve unutulmaz benzetmesini haykırdı: “Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere ve medya mensuplarına sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz ‘Uludere’ diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir.”
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Sağlık Bakanı’nın desteğine, görüşüne başvurulan Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklaması eklendi: “Kürtaj haram ve cinayettir. Çocuk aldırmak cinayet hükmündedir.”
Erk’in söylemine bakıldığında, kadın canı çektikçe, doğum kontrol uygulaması niyetine kürtaja başvuran bencil bir yaratık. İçinden bir şeyler kazınıp sökülürken bunun kadında yol açtığı ruhsal tahribatı bilmeden, öğrenmeye, hissetmeye zahmet etmeden girişilen bu ağız dalaşında kadın kimliği bir yana, basbayağı insan onuruna çok dokunan bir yan var. Kürtajı temel bir insan ve sağlık hakkı olarak savunmak durumunda kalmış olmak bile zül sayılır. Kürt sorununda barış umudunu, Ermeni meselesinde sınırın açılması ve tarihin aşılması olasılıklarını, kendi kimliğiyle özgürce yaşama ve çoğalma hakkını kürtaj eden bir zihniyet, doğurmanın ille de hayat vermek anlamına gelmeyeceğini de elbette idrak etmek istemez. Sen ancak kadın olarak ölmezsen, maddi manevi koşullarınla hazırsan başka bir canı da taşıyabilirsin. Vaktiyle Papa’nın Sırp askerlerin toplu tecavüzüyle hayatı kararan ve hamile kalan Müslüman Boşnak kadınlarına düşük hapı dağıtılmasını eleştiren bir fetvası vardı. Onu da hatırladım yeniden. Kadın bedenin ve ruhunun parçalarını toplamaya çalışırken, ondan hayatının en onur kırıcı vahşetini anımsatacak bir simgenin yaratıcısı olması da beklenmişti. Hangi Tanrı, inanç ve ahlak anlayışı böyle gaddar bir açıklamayı haklı çıkarabilir bilememiştim.
Sesini yükseltsen, itiraz etsen, öneri getirsen bile mutlak iktidar karşısında elde edebileceklerin belirsiz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, kürtaj ve sezaryene ilişkin yasa teklifinin önce Bakanlar Kurulu’na sunulacağını, sonrasında ise kamuoyuyla paylaşılacağını belirtirken yasa teklifinin bu yasama yılına yetişip yetişmeyeceği konusunda net bir yanıt vermedi. Bunca yapay gündem sonrası, şimdi gelinen noktada ayrıntıları Bakanlar Kurulu’nda konuşmadan kamuoyu ile paylaşmama kararı, ayrı bir garabet. Önceliğin kadın değil aile olduğu isminden sabit bir Bakanlık, ne kadar umut verebilir, zamanın ruhunu, çağdaş kadının endişe ve ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabilir, umutlarına ne oranda denk gelebilir, o da ayrı bir mesele. Şöyle diyor Bakan Şahin:
“Biz şunu çok önemsiyoruz, ‘Neden bir kadın kürtaj olmak ister’, bunun kendi bedeniyle ilgili, çocuğun sağlığı ile ilgili bir sorun olabilir. Sosyo-ekonomik şartlarından dolayı kürtaj olmak isteyebilir veya bir tecavüz, ensest vakası olabilir. Her bir durum için ne yapılması gerektiğini çalıştık… Burada özellikle annenin sağlığını, bebeğin sağlığını çok önemsiyoruz ve herkesin vicdanen ‘bu oldu’ dediği bir kararı Bakanlar Kurulu’na sunacak hale getirdik. Şahsen ben anne ve bir kadın olarak gelinen noktadan memnunum. Kamuoyuyla paylaştığımız zaman da bundan memnun olunacağı konusunda bir kanaatim var.”
Bakanın açıklamasındaki tek kayda değer vurgu, erkeklere ilişkin yaptığı anımsatma: “Özellikle koruyucu ve önleyici tedbirleri artırma, erkeklerin de sorumluluk alması burada çok önemli. Yüzde 40 istenmeyen gebelik var, bu oranı mutlaka aşağı çekmemiz gerekiyor ve erkeklere de gerekli sorumluluğu vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Paketin içinde bunlar da olacak.”
Erk’e sorumluluk düşüyorsa, önce söylemden, duruştan, tavırdan ve yaklaşımdan başlıyor her şey. Memleketin en büyük iki temel engeli hâlindeki Kürt ve Ermeni Sorunu’nu güvenlik politikalarının ve popülist retoriğin malzemesi kılıp da, Sünni Müslüman kalıbın münasip yaşamı olarak tanımlananın dışına düşen herkesi ve her şeyi caydırma, doğru yola getirme, hizalandırma, cezalandırma refleksine kapılan bir yönetimin, kadın konusunda getireceği düzenlemelerden de hayır beklemek hayalcilik olur. Güzelim film sahnelerini sigaraları baloncuk yaparak karikatüre çevirir, dizi karakterlerini tuzun az kullanımı konusunda konuşturup toplum değerleri adına evlendirirseniz, en temel hak olan özgür iradeye kastedersiniz. Bir yandan insan haklarını bir bir kazıyıp, kürtajla insanların elinden alırken kabul ettiğiniz hiçbir kanunun kamu yararı adına bir inandırıcılığı kalmaz. Çünkü hayat her şeyin sağlamasını kendiyle yapar, fena hâlde sınıfta kalırsınız. Ve kalınan hayat derslerinin bütünlemesi de yoktur…